Özgürlük, ilk canlı dünyaya geldiğinden beri “nefes” alan her karmaşık organizmanın aradığı hissiyattır.Hikayemiz insanlarla ilgili olduğu için ve olmayan –ve umarız olmayacak olan- bir gelecekte geçtiği için bazılarına fantastik bir kurgu olarak gelebilir. Ama gerçekte insanların kendilerine sormaları gereken ahlaki soruları ve sorunları içeren bir hayal gücü yansıması olarak görülmelidir.İnsanların doğduklarından itibaren boğazlarına takılan ve ölene kadar boyunlarında kalması gerekli ve zorunlu olan, nefesinizi geriye doğru sayan “soluk sayaçları” düşünün. Herkesin doğduğu andan itibaren eşit sayıda soluğa sahip olduğunu düşünün. En azından herkes bir konuda da olsa eşit olmuş olacak, ne dersiniz?Her insanın maddesel anlamda eşit olmasını gerektiren sosyalist düzenlerden farklı olarak, insanların sayısındaki yanlış nüfus planlamasından kaynaklanan yüksek ve hızlı artış yüzünden, dünya devletleri ortak bir karar alıp insanlara –ama her insana- bir soluk sayacı takma fikrini kabul etmiştir. Bu sayede nüfus planlamasının önüne geçilecektir ve geçilmelidir de. Çünkü dünya, üstünde yaşayan oniki milyar insana artık kaynak sağlayamayacak duruma gelecektir ve buna rağmen insanların sayısı artmaya devam edecektir.Yetersiz kaynak sayısı bir yana, ölen insanları gömmek için yer kalmayacaktır uçsuz bucaksız arazilerde. Çöllerin mezarlık haline getirildiğini düşünün. Buna rağmen yer yoktur. Artık insanların mezarlara tek tek gömülmeleri yerine birkaç insanın birden bir mezara gömülebilirliği gibi sorular etik tartışmaların konularından bile çıkarılmıştır.Ulusların petrol için savaş yapmayı unuttuklarını, artık savaşların sadece su için yapıldığını düşünün –gerçi şu an bile savaşlar su yüzünden yapılıyor ya-.Bunların tamamının yaşanabileceği bir dünya tasarısı fikri bir hiper-dünya yaratma çabası olarak görülmemelidir. Aksine bizi geleceğimizi ve çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceklerini düşünmeye zorlamalıdır.Kendimizi her gün esir ediyoruz ve bunu bilmeden ve istemeden yapıyoruz. Bazılarımız en sevdiğimiz yazarlara, bazılarımız televizyona, bazılarımız bize statü diye dayatılan markalı pantolonlarımıza, bazılarımız pahalı sigaralarımıza, bazılarımız bizi dünyaya bağlayacağına bizi dünyadan kopartan cep telefonlarımıza, bazılarımız da Internet’e esir oluyoruz. Özgürlük kavramı artık düşünülmediği gibi bizi esir eden kavram olmuş durumda. Her gün diğerlerinden farklı olmak uğruna yaptığımız her şey, bizi onlara biraz daha yaklaştırıyor. Bir zaman sonra ise artık farklı değil sıradan olmaya başlıyoruz. Bu kısırdöngü hep ilerliyor ve biz olduğumuz yerde sayıyoruz çünkü hiçbir zaman farklı olamıyoruz, hep taklit ediyoruz, hep çalıyoruz ama hiçbir zaman olmak istediğimiz kendimiz olamıyoruz. Çünkü bize dayatılan şeyler bizi özgür yapacak olan şeyler olarak gösterilmelerine rağmen bizi esir eden şeyler.Soluk sayacının diğer esir edici araçlara göre tek farkı, bize bizi özgür edecek bir araç olarak sunulmaması belki de. İlk defa bize açıkça “sizi köleleştireceğiz” denilerek verilen bir alet, ya da elektronik bir pranga. Peki o zaman da şu soruyu soruyorum hepinize: başta soluk sayacı da farklı olmasına rağmen, sonradan sıradanlaşabilir mi? Ya da başka bir deyişle bir soluk sayacıyla yaşayabileceğiniz düşüncesi sizi ne kadar rahatsız ediyor?Beni rahatsız ediyor.———————————————-Herşeyden önce bu yazıyı yazarken hangi hissiyatta olduğumu hatırlamıyorum şu an çünkü bu yazı 6 Ağustos 2005’de yazıldı. Ayrıca çok uzun olan bir makalemden kısaltarak koyuyorum buraya, en göze batan yerleri ile, en özet ve durumu anlatıcı haliyle.Diyeceğim o ki; bir hiper-dünya ya da distopya yazısı ile karşı karşıya değilsiniz. Sadece her gün kendime sorduğum soruların kağıda geçirilmiş hali.Kimilerine ilginç gelebilir, kimileri ise bu yazının uzun versiyonunu okuduktan sonra George Orwell etkilenmelerine sahip olduğumu söylemişti, bu da mümkündür.Ancak fikir daha önce hiçbir yerde yazılmadı, orası kesin. Ne diyebilirim, beğenenlere iyi eğlenceler, beğenmeyenler de en azından vakitlerini boşa harcamamış olurlar umarım.