Hayalini kurduğu imkansız geleceğin görkemli girişimlerini, mütevazı başarılara tercih edecek kadar… ayağına konan sinekleri pusuya yatıp bekleyecek kadar… sevdiği sırları, söylemeye değer arkadaşı olmayacak kadar… boşalan sokaklara bakıp acı tatlı sigara içecek kadar…
Kardeşine hangi yalanı söylediğini defterine not aldı. Aynı defterde, seviştiği orospuların adı, telefonu ve yanlarında kendisini hangi adla bildikleri vardı. Ünzile’ yi tekrar görmesi gerekliydi. Annesini nereye gömmüşlerdi ve sevgilisine ne olmuştu? Sevgilisinin adı Leyla’ ydı. Onun ismini yazdığı ağaç kesilmişti artık. Yerinde trafik lambası vardı.Sabah kapıyı çalıp içeri girdi, kaynı yoktu bu sefer. Ünzile, abisinin önceki gün getirdiği light süt ve light bisküviden koydu. Ünzile’ ye mutlu olup olmadığını sormadı bile. Yeğeninin adını da unutmuştu, onu okşarken tatlım, canımla geçiştirdi. Bunu yeni tanışıp adını unuttuğu iş ahbaplarına abicim, baboş diyerek kotardığı gibi yaptı. Annesinin nereye gömüldüğünü sorunca, babasının mezarına yakın bir yer olduğunu öğrendi. Ünzile ona gösterebileceğini söyledi ama Kaan reddetti. Leyla’ yı sordu sonra. Ünzile, Kaan’ a Leyla’ yı hala sevip sevmediğini sordu. Kaan sadece merak ettiğini söyledi. Leyla’ nın gurbetçi bir adamla evlenip yurtdışına çıktığını ve bir daha dönmediğini söyledi. O gittikten sonra evlerinin yandığını ve annesiyle babasının oracıkta can verdiğini söyledi. Kaan gittikten sonra varlığını araştıracak herkes sistemli bir şekilde ortalıktan kaldırılmıştı sanki. Annesi, babası, Leyla ve arasının çok iyi olduğu hatta Kaan’ ı Leyla’ ya övünerek yakıştıran ailesi de yoktu artık. Kendisi de bir gün olanlara ve insanlara dayanamayıp çekip gitti. Ardında ne bir mektup ne de bir bilgi vardı.Kuponla aldığı ansiklopedilerin sayfalarının kopmasından bıkmıştı, televizyonda gözetlenen insanlardan, birkaç ayda evlendirilen çiftlerden, sürekli 10 üzerinden 9 puan alan komedyen, şarkıcı ve film-tiyatro oyuncusu adaylarından kurtulmak istiyordu. Ayda bir halka seslenen dokunulmaz dokunulmazlığa sahip liderlerin milli ekonomiyi dolarlarla ifade etmesinden nefret ediyordu. Babasının bütün memur hayatı boyunca ayın sonunu getirmemesine kendi de ses çıkarmıyordu artık, memur kelimesi ansiklopedide ay sonunu getiremeyen diye tanımlanmıştı sanki. Memurlar artık eylem bile yapmıyordu, onlar da küfür edilmesine alışmıştı. Birkaç kişinin mikrofondan veya yazılı olarak ve gelişen teknolojiyle dijital olarak halka küfür edebilmesini keşfetmesiyle hayata bakış açısı değişti. Sevgilisini öptüğü gece, ondan kendisi için çok önemli bir şey yapmasını istedi bu kırılma noktası için. Onu idare edecek parayı bir tek sevgilisi Leyla sağlayabilirdi. Babasından çeyizi için biriktirdiği parayı çalacaktı. Kaan, o parayı alıp, hayalini kurduğu imkansız geleceğin görkemli girişimini yapacaktı, mütevazi bir evliliğe karşı. O parayı alıp kaçtı. Leyla, durumu ailesine açıklayınca ve bu durum mahallede ayyuka çıkınca, Kaan’ ın babası dayanamayıp kederinden kısa zamanda öldü. Ailelerin arası bozuldu, zaten ailelerden biri kin güdecek kadar yaşayamadı. Ama o sırada Kaan, Karan olmuştu bile.Ünzile’ nin yanından ayrılırken ona biraz para bıraktı. Sürekli sıfır sayısıyla oynadığı paraları verirken, kaynından bu parayı saklamasını tembihledi. Adını unuttuğu yeğeni içindi bu para. Doğruca annesinin mezarına gitti. Tarif edilen yere gelince, nefret ettiği kalbinin habersizce annesinin mezarından babasının ruhuna Fatiha okuyabileceği bilgeliğine şaşakaldı. Şehre ilk geldiğinde tanınmamak için, babasının değil de başkasının mezarından dua edeyim derken annesinin mezarından babasının mezarına bakarak Fatiha okumuştu. Tüyleri diken diken oldu. Gözleri doldu; gözlerinin kasıkları boşalmaya başladı kontrolsüz bir şekilde. Aşağıdan yukarı doğru vücuduna bir titreme geldi. Bu titremeyi en son pisuvarda işedikten sonra hissetmişti. İstenmediğini düşündü. Bu mezarda, bu sokakta, bu şehirde, bu büyükşehirde, bu ülkede, bu dünyada… asla düşündüğü insan olamazdı. Bu başkalarının sürekli kişiliğine etki etmesinden değil, kendi tercihinden geliyordu. Ellerini açıp dua etmeye başladı. Aklına hiçbir dua gelmedi. Yere yıkıldı hiç bir şey anlamadan. Yüreğine yakın bir taraflarda sızı hissediyordu. Dua için açtığı elini götürdü oraya. Sıcak, koyu kırmızı bir sıvı avuçlarında, hayat çizgisinin üzerinden akıyordu. Biri onu kontrol ediyordu, avucundaki kandan somut bir şekilde anlamıştı bunu. Kimliğini belli edecek şekilde art arda birden fazla hareket yapmıştı. Önce kardeşi, sonra sevgilisinin evi ve iki kez annesinin mezarına gitmesi bazı çevreleri rahatsız etti. Düşündüğünden erken gelmişti cevap. Otobanda giderken bir kamyonla çarpışmadı ya da yarın sabah Porsche Kayahan’ a binerken patlayan bir bombayla uğurlanmadı, bir zamanlar kendi planladığı gibi. Aksine, yarın manşetini belirlediği gazetelerin bir köşesinde olacaktı. Fonda “Requiem for a Dream” in şarkısıyla ölüm haberi ana haber bültenlerinde halka duyuralacaktı, ya da. Ama bu sefer Karan değil, Kaan olarak, memur çocuğu olarak. Ya da belli olmaz, yeni biri gelir aklına uygun bir senaryo biçer kendisine. Mezarında kim olur bilinmez, nereye gömülür o da belli değil. Belki kendisini vuran hemen gelir, bedenini bir çuvala tıkar ve bilinmez bir yere atar, o da bilinmez. Vücudunda dolaşan sıcak bir şey olmadığını anladı. Nefesi de yavaş atan kalbine göre azaldı, gözleri kapandı. Annesinin mezarının başında ölmüştü. Son bir kez gözlerini araladı ve birkaç şerit aktı gözlerinden.Manşete taşıdığı first ladylerden daha güzeldi Leyla ve spor gazetelerinin alt satırlarına büyük puntolarla telefonu yazılı güneş gözlüklü bikinili kızların kazandırdığı paradan daha değerliydi o çeyiz parası. Ölürken pişmanlık duyamıyordu, cesareti yoktu, affedemiyordu kendisini, af dilememeliydi, affedilmemeliydi, o yüzden daha fazla küfrediyordu. Şerefsizin tekiydi. Küçükken almayı hayal ettiği piyano geldi aklına. Babasına konuyu açtığında ancak piyangodan alabileceklerini söylemişti. Yıllar sonra o piyanoyu aldı ama onu çalacak ne bir babası vardı ne de bir sevdiği. Diğersizdi, değersiz. Tam kanatlarını açacakken müsade istedi. Son seviştiği kadın geldi gözlerinin önüne. Onu sokakta yürürken görmüştü. Beyaz teni hoşuna gitmişti kadının, kırmızı adi ruju, içtiği sigaranın beyaz filtresine bulaşmıştı. Kadına ne yaptığını sordu. Kadın ise, boşalan sokaklara bakıp acı tatlı sigara içtiğini söyledi. O kadın kadar tatlı sesiyle acı hayatını anlatan biriyle sevişmemişti önceden. Burnuna son bir koku geldi. Annesinin mezarında saliselik bir keşifti bu. Annesinin evi temizledikten sonra tuz ruhu kokan ellerinin kokusuydu bu. Onu annesi mi almaya gelmişti, tarifsiz ışıktan kestiremedi…Hayalini kurduğu imkansız geleceğin görkemli girişimlerini, mütevazı başarılara tercih edecek kadar şerefsizdi. Ayağına konan sinekleri pusuya yatıp bekleyecek kadar takıntılıydı. Sevdiği sırları, söylemeye değer arkadaşı olmayacak kadar diğersizdi. Boşalan sokaklara bakıp acı tatlı sigara içecek kadar orospuydu.
bittersweet symphony