pencere
pencere

Uzun öğledensonralarının başta kuş cıvıltıları ve doğanın diğer seslerine fırsat bırakan sessizliğine henüz uyum sağlayabiliyorum. Şimdi, açık duran pencereden, esen ılık meltemin arada sırada dalları harekete geçirdiğini izliyorum.Ve nedense aklıma geliyor;Hani hatırlıyor musun; o uzak deniz ülkesine gitmeye ilk karar verdiğin ve hiç tükenmeyeceğine benim bile artık inanmak zorunda kaldığım bir tutku ve sesindeki o müthiş heyecanla, bana yolculuk fikrini açtığın günü?Hepsinin kocaman bir şaka olduğunu duymayı ne çok isterdim.bu bir pilli patisözüdür!Page copy protected against web site content infringement by Copyscape Seninle yanyana yürüyorduk. Baktığımız yön aynıydı ya da ben öyle sanmıştım. Kaldırımlar sanki ayağımın altından kayıyor gibiydi. Tökezleyip düşmem için hareketli çukurlar oluşuyordu. Omuzlarımız arasına millerce mesafe daha o anda girmeye başlıyordu. Artık binlerce güvercin o aralıktan rahatlıkla geçebilir, bulunduğumuz şehrin sokaklarındaki kagir evler, sesini ve o anki gülümsemeni unutmaya hazırmışçasına yemin edebilirdi.Seçimini yapmıştın ve bu seçim bana tesadüf etmişti. O tesadüfü yüklendim. Daha bilmediğin birçok hayali yüklendiğim gibi…Bir anlık rüzgarın etkisiyle pencere salınıyor. Boston! Telefonda tanımlarken “ölü şehir” diyorsun. Zaten senin bulunduğun her şehre bir sıfat takman en hoşuma giden yanın ve uzakta oluşun en hoşuma gitmeyen. Onlara, seni unuttuğumu söylüyorum. Ama kendime yalan söylemeyi beceremiyorum. Onlar, kuşku duymak şöyle dursun, ilgilenmiyorlar bile! Bu iyi birşey zaten… Senin kimsenin aklını meşgul etmeni istemiyorum. Ve nereden peydah olduysa, ekşi bir lezzet kaplıyor beynimi… Sonra ıslak, tuzlu bir tad dudaklarımda. Sanırım ağlıyorum.02.05.93