‘Tam o anda düşündü, tam da bu nedenle sen bana kalmazsın. Hiç endişe etmedim. Hiç umut da etmedim. Hiç sen benim olursun diye de düşünmedim. Çünkü bana kalmayacak kadar güzel görünüyordun.Ne biz masallardaydık ne de masalın kendisiydik. Ki, bunlar masallarda olurdu ancak. Burukluksa gerçeğe dair bir bulgu…’

(www.crazyangelyasmin.blogcu.com adresinden alınmıştır.)
(www.crazyangelyasmin.blogcu.com adresinden alınmıştır.)

Gördüğü bir rüyanın peşine gidiyordu. Laf değil gerçekten. Rüyasında uçakta şunları konuşan kişiyle konuş demişti ona meleği. Sırf ondan konuşmuştu.Yıllarca hemen her gün mektuplaştılar. Tuhaftı, her güzel şey gibi… Kavramlardan bahsettiler. Ne ondan ne kendisi değildi konuştukları. Belki de bu en güzeli diye düşündü Aslı.Bir uçak yolculuğunda başlayan arkadaşlık yıllarca internetten mektuplaşmayla sürmüştü. Ama kısa mektuplar değildi bunlar. En az iki sayfa yazıyorlardı günde, bazen üç dört sayfa da oluyordu. Saat farkı da vardı elbet. Biri yazdığında diğeri uyumuş oluyordu. Biri gezdiği yerleri anlatıyordu en çok, diğeri kavramları daha çok benimsiyordu. İkisi de birbirine ilginçti.Hiç sormadı ve sorgulamadılar, ne birbirlerini ne yaşamlarını. Sadece sohbetti ve güzeldi.Yıllar sonra buraya dönüyordu adam. Ve buluşacaklardı. Onu göreli çok olmuştu. Son ve ilk gördüğü an vardı aklında sadece. O hale benzeyecek miydi? Geçen hafta sırf fazla heyecanlandığından Aslı onu ekmişti…Sanki bir şeyi öğrenmekten kaçıyordu ama seziyordu; genelde sezdiği ama hep konduramadığı histi.‘Varsın öğrensin içimdeki yalnız kadın’ dedi kendine en sonunda Aslı, ne olur ki, içimdeki bir hayal daha yıkılır bir inanç daha biter…‘Ne kadar kaçabilirim ve kaçarak nereye ulaşabilirim?’ diyerek hazırlanmaya başladı ama elleri titrediğinden rimelini göz kapağına bulaştırdığında epey heyecanlanmış olduğunu anladı Aslı ve fazla süslenmeme kararı aldı o akşam, çünkü zaten o panikle beceremeyecekti…Aslı, camları siyah arabanın kapısını açtığında, adamın giyiminden değil ama gözlerinin tam içindeki bakıştan bunun onun ta kendisi olduğunu anladı. Sıcacık gülümsedi…Muhteşem bir mekan, muhteşem bir yemek, muhteşem bir müzik, muhteşem bir buluşma ve sohbetin yine ilerlediği bir vakit…- ‘Tüm bu olanlara hiç şaşırmadın mı?’ dedi adam çekinerek. Ama o da çaresi yok söyleyeceğim dercesine kıvranıyordu. Bunu Aslı çok çok öncesinden sezmişti ama üzerine gitmemişti.- Şaşırmak mı?- Evet, şaşırmak.- Neden şaşırmamı bekledin ki?- Sana bilmediklerini anlattım.- Bilmediklerimi anlattım ama tahmin etmediklerimi değil.- Ne yani tüm bunları tahmin ettiğini söyleyemezsin.- Tamamiyle söylerim.- Nasıl?- O kadar mükemmel bir tablo çiziyorsun/ dun ki…- Eee…?- E’si var mı? Kesin patlayacağı bir yer vardır ve yakında çıkar kokusu dedim.- O kadar belli oluyor mu yani…? Durdu adam bir an. Bu yanıtı beklemiyor gibiydi.- Sen etrafındakilerin hiç birşey fark etmediğini sanıyor olabilirsin. Unutma sadece evli erkekler öğlen yemek yiyelim mi diye tutturur.Sustu çünkü Aslı’nın bunu düşündüğümü asıl tahmin etmeyen oydu.-Peki, bu senin için önemli mi?- Hayatımın insanı değilsin. Sohbetse şayet her şey. Sorun yok ama sohbetse, muhabbetse hepsi.- Tamam.- Bir daha ki uçuşumda benimle Amerika’ya gelir misin, kolombia kahvesi ararken karşılaştığım her şeyi sana göstermek istiyorum.- Bir şartla eğitim aldığınız o adaya beni hiçbir kuvvet götüremez.- Şu yirmi dakikada 220 timsah gördüğümüz adaya mı?- Tabi ki oraya.- Tamam.- Oraya beni götürmemen için sözleşme yapacağız önceden ve imza atacaksın.- Gerçekten mi?- Sen gerçekten bu ülkede 6000 kişi arasında mısın bu espiriden anlayamayan halinle yoksa beni mi kekliyorsun?- Neden?- Nedeni var mı? Şaka ne, keklemek ne, espri ne; hepsi sana uzak gibi sayın kaptan.Adam oldukça zeki, kontrollü olmasına rağmen telefonda konuşurken ya da Aslı’nın karşısında dururken sözlerini birbirine karıştırıveriyordu. Bir konuyu anlatırken kimi zaman yok yere zorlanıyor, hangi kelimeyi seçeceğine karar veremiyordu, o kocaman karizmatik, entelektüel adam.Belli ki o profesyonel kişiliğinde kırıldığı noktalar vardı. O da Aslının kendisiydi. Ansızın sesini duymak için aradım diye arıyor ama tüm laflar o denli zor çıkıyordu ki ağzından heyecanı öbür yarım küreden duyulurdu adamın. Ama tüm bunlar oldukça sempatikti.Çünkü bir profesyoneldi ve bu adam heyecandan ebele kübele ediyor ve saçmalıyorsa arada ya da saçmalamamak için fazladan çaba içindeyse; adamın kalbinin çarptığını birçok kişi çabasız anlardı.Aslı onun bu hallerini izlediği bir anda ağzı kulaklarında keyiflilik zamanlarından bir tablo sergilediğini fark etmeksizin sadece onu seyretmeye koyuldu. O anda adam ela gözlerini kıstı, küçücük kaldı o gözler gülümserken. Sonra nereye bakacağını bilemedi sayın profesyonel üstad. Onu bu halde görmek ne komik olandı. Bir o kadar da ne hoş.‘Tam o anda düşündü, tam da bu nedenle sen bana kalmazsın. Hiç endişe etmedim. Hiç umut da etmedim. Hiç sen benim olursun diye de düşünmedim. Çünkü bana kalmayacak kadar güzel görünüyordun.Ne biz masallardaydık ne de masalın kendisiydik. Ki, bunlar masallarda olurdu ancak. Burukluksa gerçeğe dair bir bulgu…’‘Çok romantiksiniz küçük hanım’ diyen adam belki de haklıydı ve bir o kadar gerçek olamayana tutkuluydu Aslı…Evinin önüne gelen arabadan inerken Aslı, onu yanağından öptü. Adam ne yapacağını bilemedi, ‘Gel seni öpeyim’ dediğinde.Adamın ellerini tuttuğunda, gözleri bir akrep burcu kadar derin parlıyordu ve derin izlere imza atacakmış kadar da matemdi derin de; henüz kazılmamış izler vardı epey ötelerde…Tüm bunları ötelerken kadın, kolombia kahvesini aldı ve küçük kitap çantasını unuttuğunu fark etmeden kapıyı kapattı kendi dünyasına yönelirken…Evde bir matem vardı. Matem hayallerinin gerçekleşemeyecek kadar uzak olması mıydı? Ve en fenası ise; ‘Hayallerim gerçekleşecek ve ben hayallerime inanıyorum!’ diye başkalarını inandırmayı bırak artık / o an, düşlerine kendi düşleri olmayacak kadar uzaktı.Gözlerinden yaşlar dökülmek üzereydi.‘Zaten bana kalmayacak kadar güzeldi. Hiç şaşırtıcı değil.’ diye söylenirken telefonu ısrarla çalıyordu.İstemsiz telefona yöneldi, arayan oydu. Hiç belli etmeden matemini coşkulu bir ‘Efendim’ sesi çıktı kadından. Aslında bu tonda ‘Efendim afacan ne geldi aklına?’ iması vardı ve adam da bunu anlayacak kadar zekiydi.O güzel erkek sesi, ‘Bir şeyini unuttun mu?’ dedi.-‘Ne unuttum? İki saniye sonra hatırladı; ‘AAaaaaaaa!’Gülümseyen adam, ‘Küçük kitap çantanı unutmuşsun.’-‘Evet.’- ‘O zaman seni yarın yine göreceğim demektir bu. Görüşmek üzere.’ deyip kapattı.O küçük çantada Aslı’nın not defteri vardı ama günlük muamelesi yaptığı bir not defteri. Hayatı yazılıydı. ‘Hay Allahım, niye kol çantana koymazsın ki onu. Meraklı mıdır acaba?Sonra oradaki kitaba aldığı notlar, kendini direk açıklayan türdendi. Sonrasında ‘Nne ben romantik değilim ne de duygusal değilim’ dese de kimse yemezdi. Amaan dedi kendi kendine, okusun, okur da büyür belki. Ben epey büyüdüm.Varsın onu da henüz büyüyemeyenler alsın, ne yapayım; böyle devam ediyor tekamül, öğreneğiz işte ne halt öğreneğiz bundan da. Yorgunluk da olsa yorucu da olsa, hayatın kendi de olsa; gözlerini kısıp gülümsediğinde ne de sonrasında benim değil ve olmayacak.Ve ben bugün- yarın bunu bilerek uyuyacağım. Hep bir adım sonrasının olmayacağını baştan bilerek ve kabul ederek. Bir sonrasının olmaması için de olabileceklerin önüne geçerek. Her şeyi ve evet her şeyi sohbette bırakarak…Kapadı bir defteri, gömdü tarif kitabının bir sayfasını daha karalayarak Aslı ve yarınlar hakkında hiç ama hiçbirşey düşünmek istemeyerek uzun zamandır uyuyamadığı kadar huzurlu bir uykuya dalmak istedi ama gecenin yarısında ağlayarak uyanacağını bilmiyordu.(Yasal Haklar: Kaynak gösterilsin ya da gösterilmesin, hangi dilde olursa olsun içeriğin bir kısmı ya da tamamının kullanılması yasaktır. Bu yazının yasal hakları www.hafif.org ve Astral’a aittir. Bu madde, altında yazmıyor olsa dahi, Astral’ın tüm yazıları için geçerlidir.)