………………………..Yazlık sinemaların kapanmadığı zamanlardı daha. İnsanların tahta sıralarda film izlerken gazoz ve beyaz leblebi keyfini doya doya yaşadığı, tahta sıraların bir tarafınızı acıtmasının neşenizi kaçıramadığı günlerdi. Akşamüstü güneşin kavurduğu toprağın bezginliğine, imdat çığlığını duyan bir çift el, bahçe hortumuyla yetişirdi. Doyururdu toprağı ve çiçekleri suya. İşte o mis gibi toprak kokusunun üstüne salınırdı sardunyaların kokusu, “biz de yandık, öldük, piştik aman ne sıcak” naraları içinde. Beyaz sardunyalar bağırırdı “önce bize suuuu tutuştuk aman ne sıcak”. Kırmızlar kızardı “biz daha çok susadık önce bize suuu…”

Süt ninem: Tamam kızlar size de su var, hepinize var kavga etmeyin. Allahın suyu işte bekleyin sıranızı kavga etmeden, derdi. Konuşurdu sardunyalarla. Tüm bitkilerle konuşurdu gerçi ama en çok sardunyaları severdi galiba. Pencere önünde sıra sıra saksılara dizerdi onları. Onlar ( yani sardunya hanımlar) en yakın dostu, sırdaşıydı sütninemin. Sabah camı açar hepsine tek tek günaydın dileklerini iletir yaprağını hafifçe okşar sonra eline sinen kokuyu burnuna götürür derin bir ohh! çekerdi. Bu kokuyu sevdiğim kadar bir de domates fidesi kokusunu seviyorum, ikisi de mis gibi kokar, derdi. Ama bence her ikisini de köyü ve eski günleri anımsattığından seviyordu bu garip aslında birazda kekrimsi kokuyu.

Tam da haziran da coşardı sardunyalar. Pencere önünde bahçede, balkonda, renk renk sardunya..Bir tek bizim değil tüm komşu evlerin her yanını sarmıştı sardunyalar. “Ben de beyazı yok bir dal ver de ekeyim” derdi biri, bir diğeri pembe sardunyaya talip olurdu komşu bahçede çay içerken. Böylece her geçen gün çoğalırdı saksı saksı sardunyalar.

O zamanlar pek de sevdiğim bir çiçek değildi açıkçası. Hatta kokusundan hiç haz etmezdim. Zaman içinde büyüdükçe öğrendim bahçesinde ve penceresinde sardunya yetişen bir evin büyüsünü. Zaman içinde kokusunu duydukça çocukluğuma dair sımsıcak bir an’ı ve bir anıyı taşıdı yüreğime hep.

Nerde renk renk sardunya görsem yazlık sinemeya giden yolda açan çiçeklerin akşam üstüne düşen kokusu sızlatır burnumu. Artık süt ninem yok ama, hala penceremde birkaç saksı sardunya onun hatırasına uzanan bir dal, bir koku, bir düş gibi tutuyor elimi. Ben konuşmuyorum çiçeklerle. Kendimle konuşurum daha çok o da içimden. Yalnızca her sabah penceremi açtığımda sütninemden öğrendiğim gibi “günaydın kızlar” diyorum pembesine, beyazına, alına…Hepsi birden koro halinde bağırıyor, üstelik bu selamlamadan memnun olmuş biçimde kıkırdaşarak, gülüşerek. Günaydın, ne güzel bir gün değil mi?

Akşamüstü suyunu unutmam hiç, bekletmem bu sıcaktan inleyen hanımları. Köküne, dalına yaprağına… Bir damla düşer yaprağın üstüne yavaşça sızar aşağı doğru, başını kaldırır sardunya, yaprağını okşayan köküne kadar inen bir sevdaya bahşeder tüm bedenini. Seyrederim tüm suyu köküne kadar çekip oh be, deyişlerini duymak için. Onlar gibi sevdalı olmak isterim hayata, aşka, güneşe ve suya…