Hemen arkasından Metro’dan indim. Sıraselviler ile İstiklal’in kesiştiği noktada, İtalyan bir kadını takip ediyordum. Sıcaktı; kadın saçlarını at kuyruğu yapmış, güzel boynunu sergiliyordu. Bir an gözlerimi ensesine yapışmış buldum. Utanç içinde başımı önüme eğdim. Panikliyor ve kızardığımı hissediyordum, ama bacaklarım peşisıra yürümeye devam ediyordu. Ne işim vardı benim burada? Uyan. Olmaz. Bu rüya bitmeden olmaz. Bir daha görmeye cesaret edemem. Hep birlikte Sıraselviler’i seçtik.

Florine Stettheimer
Florine Stettheimer

Birbirine karışmış müzik sesleri geliyordu. Kulağıma gelen her ses, burnuma değen her koku, gördüğüm herkes sisteme göbeğinden bağlıydı. Ama burada düzen bozucu bir durum vardı elbette; ben hepsinin rüya olduğunun farkındaydım. Bu yüzden susuyor, ve belli etmemeye çalışıyordum. Sol tarafta bir binaya girdi. Arkasından ben. Merdivenleri çıkarken, her basamakta gözlerim biraz daha açıldı, ve sonunda uyandım.Saate baktım; 6’yı biraz geçiyordu. Şafak sökmek üzereydi. Portakal, çilek, hayli frambuazlı cheesecake. Seni benden söküp yataktan fırladım. Sonrasında su ısıtıcısından gelen ses eşliğinde kavanoza eğilmiş, kahve çekirdeklerine bakıyordum. Farklı bir bedende ama bende seni yaşayabilmeyi, sana ben kadar sahip olabilmeyi, varlığındaki tüm noktalara senden önce dokunabilmeyi hayal etmiştim. Kahvenin üzerine su koyarken, kadını kovalaman geldi aklıma. Ardından benim kızarışım. Gülümsedim. Komikti aslında herşey, ve ben uykusuzluğuma rağmen iyi hissediyordum. En azından sana ait bir olgu bırakmıştın bana; geceleri uyutmayan bir güzelliği olmalı kadının.