Uzun zamandır konuşmuyorduk, aradım.mutsuzluktan bezginleşmiş bir sesle “alo” dedi.. önce sesinin tınısındaki bu tuhaflığı anlayamadım.” hadi bana gel, özledim seni. çay içeriz. börek yaparım ve en sevdiğin mozaik pastadan da.dertleşir deliler gibi güleriz eski anılara” dedim..uzun süre sessiz kalmasını, gelmek istemediğine yorup “ mazaret kabul etmiyorum ha” diye kararlı bir tonla tamamladım cümlemi….
“ben iyi değilim, hiç iyi değilim” derken sesinde bir tuhaflık, bir gerginlik vardı…” neden ama” dedim korkuyla karışık bir merakla..”biliyormusun, o öldü “ dedi iç çekişinin arasında fısıltıya benzeyen bir sesle… “ne ne ne, ne diyorsun sen,nasıl yani,şaka olduğunu söyle” diye bağırmamla gözümdeki yaşların yavaşsa süzülmeye başlaması bir oldu. “neden aramadın, neden söylemedin,neden haberim yok , sen ne durumdasın” diye soruları makinelı tüfek gibi tek solukta sıraladım ardı ardına…”ehh işte” dedi, “ alışmaya çalışıyorum,ilk zamanlar günlerce kendime gelemedim, yataktan hiç çıkmak istemiyor, boş gözlerle saatlerce tavana bakıyordum. 1,5 ayı biraz geçti, daha yeni yeni dış dünya ile irtibata başladım..kalbim cayır cayır yansa da elimden gelen bir şey yok ne yazık kı “…” hemen geliyorum” diyerek cevap vermesine fırsat vermeden telefonu alelacele kapattım…birkaç dakika içinde gözlerim ağlamaktan kan çanağına dönmüş, başım zonklamaya başlamıştı…bir taraftan elime ne geçtiyse giymeye çalışıyor, bir taraftan da “ nasıl olur allahım, neden ama neden” diyerek anlamsız sorulara anlamsız cevap şıkları üretiyordum zihnimde…” bu kadar severlerken, bu denli emek verilmişken,pamuklara sarıp sarmalamışlarken birbirlerini…
Birlikte göğüsledikleri günler, askere uğurlanması, sabırla beklenmeler, buram buram özlem kokan, sevgi kokan mektuplar. dönüşünde iş sorunları yüzünden, ilişkilerinin üzerinde dolaşan karabulutları özveri ve sabır ile atlatmaları…en umutsuz anda hem de en iyi şartlara sahip işin bulunması, sevinçten deliye dönmeleri…ilk maaşla kızkulesinde gülüş, cümbüş, mutluluk içinde üçümüzün yediği yemek…sevgilerine şahit olarak beni seçmeleri ve yanımda çocuk sevinci ile birbirlerinin parmağına taktıkları yüzükler…dans edişlerinde gözlerinin en içine sevgiyle bakmalarından duyduğum hayranlık ve “aaahhh ah” diye birazda utana sıkıla “ darısı başıma” derken gözlerimin dolu dolu olması….
Kendilerine ait, herkesten gizli kimseciklerin bilmeyeceği o dağ evini alabilmek için yaptıkları planlar ve uygulamadaki zorlukları…derken aniden hesapsızca hamile kalması, “dünyaya gelecek, gelmeyecek” kavgalarına taraf olmamak için sudan bir sebep yaratıp, güya ikisine birden küsmem…o minicik varlığın anne karnında olmasına rağmen belki de annesinin düşeceği zor durumu hissedip, henüz 5 haftalıkken şiddetli bir kanama ile kendi kendini yok edişi…
Taksiye bindiğimde hala ağlıyordum..tüm zor günler bitip,her şey yoluna girdiği anda böyle bir son nasıl yakışırdı ki bu sevgiye….Merdivenleri 2’şer 2’şer soluksuz çıktım.kapıyı açar açmaz boynuna sarılıp hıçkırıklarla ağlamaya başladım..bir kaç dakika birbirimizin boynunda sarsıla hıçkıra ağladık…biliyordum, sakin olmam belli etmemem,üzmemem gerekiyordu ama kontrollü olmayı başaramıyordum işte, hele ki böyle bir anda…
Kalbinin acısının nasıl geçeceğini düşünerek koltuğa çöktüm.hiç bitmeyecek gibi geliyordu o harlı ateş bana oysa, hiç büyük acı yaşamamıştım ki ben…Sahi, zaman alıp götürüyormuydu kendi rüzgarında yaşanan her şeyi savura savrula… yaşarken alışıyormuyduk başımıza gelenlere yoksa…ölümün acısı bile bitiyormuydu eninde sonunda ???
Karşımdaki koltuğa otururken gözbebeklerindeki kederi görüyorum,acım bir kat daha artıyor..oldukça zayıflamış,yüzü solgun…gözlerinin altındaki torbalar daha da belirginleşmiş gibi…dip boyasının geldiği hemen anlaşılıyor..birden onu bu denli uzun incelediğim için kendime kızıyorum. biliyorum, başıma gelse bin kat beter halde olacağımı adım gibi biliyorum..ne desem nasıl teskin etsem bilemiyorum, tek bildiğim ateşin düştüğü yeri yaktığı….
Zihnimden geçenlerle haşır neşirken mutfağa gitiğinin farkında bile değilim..elinde 1 tabak helva ile geliyor,” dün 52 si idi..annem helva yaptı, apartmana dağıttık” diyor tabağı uzatırken… alıyorum ama boğazım ağlamaktan öylesine şişmiş ki değil helva su bile içecek durumda değilim..” nasıl öldü acaba sorsam mı, yoksa sonra ya mı bıraksam diye düşünürken birden yerinden fırlıyor.” Dur sana beraber çektirdiğimiz son resmi göstereyim” diyerek yan odaya geçiyor “allahım bana o resme bakabilme gücü ver” diye mırıldanıyorum… tam gözyaşlarım kurumaya yüz tutmuşken üstelik…..
Geri geldiğinde uzattığı resme bakarken birden gözlerim kararıyor, başımda bir ağırlık, gerisini hatırlamıyorum…
Nice sonra kendime gelir gibi olduğumda başımda annesi ile konuşmalarını duyuyorum“vallahi ne olduğunu anlamadım” diyor annesine..”spartaküs’ün kucağımda olduğu son resmimizi gösteriyordum tam”
Yattığım yerden tüm gücümle , haykıra haykıra ağlıyorum…benim gibi hayvansever bir insanın bir kedinin ölümünden duyduğu sevince bağlı olarak deliler gibi ağlamasını, ağlarken kimse sevinçten ağladığını anlamasın diye bir taraftan da dualar etmesini ihmal etmeden etmeden hemde….