Gazetelerin kuponlarla kendilerini satmaya çalışmaları, televizyon kanallarının magazin bile denilemeyecek görüntülerle reyting toplama amacı, basın çalışanlarının birbirleri arasındaki sürtüşmeler, rüşvetler, haber alım-satımı… Liste uzayıp gidiyor. Peki, bu işin bir etiği varken, bu etiğe uyanlar nerede?Aşağıda okuyacağınız maddeler hemen hemen tüm dünya tarafından kabul edilmiş olan, Türkiye’de de Basın Konseyi tarafından hazırlanan “Basın Meslek İlkeleri”nden birkaçı.Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da incitici yayın yapılamaz: Özellikle televizyon kanallarının uyması gereken en can alıcı kurallardan biri. Acaba hangi kanal tam manasıyla bu kurala riayet edebiliyor? Çünkü televizyon kanalları reyting peşinde koşmak zorunda… Sebep? Para kazanmak. Bunun için yapılabilecek en iyi şeylerden biri de tabii ilgi uyandırabilecek, insanları yormadan kendini izlettirebilecek, düşünce kapılarını kapatan programlar yapmak. Bu programların her nasılsa ortak noktası da televole kültürünün uzantıları olmaları. Ülkemizde öyle bir televole furyası var ki, ötele ötele gitmiyor. Gitse bile başka bir formatta geri dönüyor. Ama aslında pek çok değerli insanın da söylediği gibi, bu programları ayakta tutan, programları yapan kimselerin inatçılığı değil, halkın yeterince bilinçlenmemesinden kaynaklanan seçimleri. Bu bahsettiğimiz programlar direkt olarak bu maddeye aykırı yayınlar yapıyorlar. Tabi bu noktada RTÜK’ün yetersizliğinin de olduğunu düşünüyorum.

Bahsettiğim bu magazinsel ve kendini seyirciye yormadan izlettirebilecek programlar genelde paparazzi çizgisinde ve ünlü insanların hayatlarını yansıtan haberler&programlar oluyor. Bu noktada şöyle bir ilkeden bahsedebiliriz; “Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında, yayın konusu olamaz.” Bu kural, neredeyse tüm magazin programları ve gazetelerin paparazzi muhabirleri tarafından ihlal ediliyor.Bize ne bilmem ne şarkıcısının, türkücüsünün sevgilisiyle arasında geçen tartışmadan. Tabi bu noktada halkın bu konulara meraklı olması, bu tip haberleri yapan insanları cesaretlendiriyor. Oysa kamuya mal olmamış insanlar haber değeri taşımaz. Denilebilir ki bir şarkıcı ya da türkücü kamuya mal olmuş bir insandır. Doğrudur, fakat o insan yaptığı işle kamuya mal olmuştur. Yani bizi ilgilendiren o insanın sanatıdır, sevgilisiyle arasında geçen tartışmalar değil. Oysa medya, bir özelliğiyle ünlü olmuş, kamuya mal olmuş insanların hayatlarının her köşesini didik didik edip haber yapmaktan hiç çekinmiyor. Bu ilke diyor ki; “Bir kişinin özel hayatı kamu çıkarlarını ilgilendirmedikçe yayın konusu değildir!”

Bir insanın gazeteci olması ona, mesela en göze çarpan örneklerden biri olarak, Pınar Altuğ’un özel hayatını yorumlama hakkı vermez. Üstelik Altuğ’un başından geçenler kim bilir her gün kaç kadının başından geçiyor. Ama nedendir bilinmez, Altuğ’un yaptığı her hareket onlarca köşe yazarı ve televizyondaki muhabirler tarafından yorumlandı, eleştirildi… Bunun ötesinde, Pınar Altuğ’un neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğini bile yazanlar, söyleyenler de oldu. Bu en fazla ön planda olan örneklerden biri… Türkiye’de bu maddenin, uygulamada göz ardı edildiği daha birçok örnek var.Kamusal bir görev olan gazetecilik, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet edilemez: Günümüz Türkiye’sinin çıkar ilişkileri ne yazık ki bu maddeyi imkânsız kılıyor. Gerek basında, gerekse de televizyon dünyasında tüm işler ve ilişkiler bu çıkarlara dayalı. Dolayısıyla herkes birilerinin işine yarayan, rant sağlayan haberler yapıyor, yazılar yazıyor. Türkiye’de kesinlikle uygulanamayan bir madde… Nitekim son zamanlarda Başbakan Erdoğan ile Aydın Doğan arasında yaşananlar bunun açıkça kanıtı.

Birkaç ay öncesine kadar kimilerinin iddia ettiğine göre Erdoğan’ı iktidara taşıyan Aydın Doğan ve medyası, Erdoğan’ın artık kendi medya kuruluşlarına sahip olmasından dolayı(bkz. Çalık Grubu) Erdoğan’dan desteğini çekmiş, onu ve partisini hedef göstermiştir(bkz. Deniz Feneri Rezaleti).Suçlu olduğu yargı kararıyla belirlenmedikçe hiç kimse “suçlu” ilan edilemez: Ülkemizde bu görev, yani yargılama, bağımsız mahkemelerin yükümlülüğündedir, gazetecilerin değil. Fakat gerek yargı sürecinin çok uzaması, gerekse de potansiyel bir suçlunun güzel bir ilgi ve haber niteliği taşıyabilecek olması, medya tarafından bu kişilerin suçlu ilan edilmesine sebep oluyor. Türkiye’de davaların sonuçlanma süreci çok uzuyor, yargı kararı verilmedikçe bu kişilerin suçluluk olasılığı da artıyor kamuoyunun gözünde. Ama basın bu olguyu kırmaya yönelmiyor. Aksine rahatına bakıp, bahsi geçen kişileri suçlu ilan ediyor. Bunu takiben de bir insanın suçlu olduğuna dair yapılan spekülasyonlar okuyucunun aklında “suçlu” imgesi oluşturuyor ve o kişi suçsuzluğu kanıtlanmış ve suçsuz olduğu hükmüne mahkemece karar verilmiş olsa da bu sıfatından kurtulamıyor. Özellikle seçim rekabetlerinde bu çok sık rastlanan bir durum. Çeşitli medya patronları rakibi olduğu siyasetçileri yıpratmak için bu kuralı ihlal etmekten hiç çekinmiyor. Bu aynı zamanda tarafsızlık ilkesine de zarar veriyor. Oysa hiç bir basın organı bir kişi ya da kuruluşu kanıtlayamayacağı bir suçla suçlayamaz. Basında “çamur at izi kalsın” mantığı kullanılamaz.

Şiddet ve zorbalığı özendirici yayın yapmaktan kaçınılır: Bu maddeye rağmen şiddet ve zorbalık haberleri her gün gazetelerin üçüncü sayfasında ve televizyonların da ana haberlerinde. Burada unutulmamalıdır ki basın halkın çoğu tarafından takip edilen bir organdır ve yediden yetmişe herkes bu organları takip etmektedir. Yapılan haberlerde basını sadece olgun insanların takip etmeyeceği düşünülmelidir, çocukların da basın organlarını takip ettiği unutulmamalı ve şiddet, zorbalık içeren haberlere özendirici şekilde yaklaşılmamalıdır. Ülkenin genç beyinlerini etkileyebilecek kolaylığa sahip eğitim yollarından birisi olan basının yeni nesle yanlış olayları özendirmesi, ülkenin geleceğini zedelemekle kalmaz, basının adını da lekeler.Basın Konseyi’nin Güvenilirliği
Yaklaşık beş yıl önce ülkemizde yaşanan bir gazetecilik örneğiyle yazıya son vermek istiyorum. Hürriyet gazetesinin 12 Aralık 2003 tarihinde yayınlanan Foto Muhabiri Hüsnü Savaş imzalı “Muhabirin İş Kazası” başlıklı fotoğrafta muhabir Burcu Göksüzoğlu’nun g-string’li görüntüsüne yer verilmişti. Haberde de bayan muhabirin düşük bel model pantolon giydiği için böyle bir görüntünün ortaya çıktığı yolunda ifadeler kullanılmıştı. Şikâyetçi Burcu Göksüzoğlu, fotoğraf ve fotoğraf altındaki ifadelerle, Hürriyet gazetesi ve Foto Muhabiri Hüsnü Savaş tarafından küçük düşürüldüğünü ve böylece meslek ahlakının çiğnendiğini, Basın Meslek İlkeleri’nin 4., 5., 12. ve 13. maddelerinin ihlal edildiğini belirterek, “gerekli uyarının yapılmasını” istemişti.Savunma olarak da bakın Hürriyet Gazetesi ne demiş; Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ve Foto Muhabiri Hüsnü Savaş (otuz beş yıllık meslek hayatında ilk defa bu tür bir suçlamayla karşılaştığını belirtmiş) savunmasında, şikâyetçinin iddialarının doğru olmadığını, bir art niyetin söz konusu olmadığını, asıl meslek ilkelerini çiğneyen kişinin ise şikâyetçi bayan muhabir Burcu Göksüzoğlu olduğunu, çünkü bir gazetecinin kamusal görev olan gazeteciliği yaparken kıyafetinin kamuya açık yerlere uygun olması gerektiğini kaydetmişlerdir.Durumu değerlendiren Basın Konseyi Yüksek Kurulu (BKYK), şikâyet konusu haber ve fotoğrafın bayan muhabir Burcu Göksüzoğlu’nu aşağılayıcı unsurlar taşımadığı, gazeteciliğin sıfatına gölge düşürebilecek bir davranış veya insani değerleri incitici bir yayın bulunmadığı görüşünü benimseyerek, Basın Meslek İlkeleri’nin dördüncü, beşinci, on ikinci ve on üçüncü maddelerinin ihlal edilmediğine ve haber değeri olan bu fotoğrafı yayınlayan Hürriyet gazetesi ve Foto Muhabiri Hüsnü Savaş hakkındaki ‘şikâyetin yersizliği(!)’ne oybirliğiyle karar vermiş.Basın Meslek İlkeleri