Uzun zamandır yoktum oralarda, döndüğümde ise kimseyi tanımamanın verdiği bir eziklik kaplamıştı üzerimi. Kampüs eski kampüs değildi sanki. Kimsenin dikkatini çekmiyordum, ya da çekiyordum ama ben bunun farkında değildim. Biraz yaşlı sayılırdım artık, saçlarım kırlaşmaya başlamıştı yavaş yavaş.Sonra nasıl olduysa bir gün, bir akrabam ile çarşıdaki kafelerden birinde otururken onu gördüm. İçimden “Ben bu kızı bir yerden tanıyorum” duygusu geçti apansızca. doğal olarak yaşın verdiği çekingenlik( hadi hadi tırstım demeye utanma şimdi) ten dolayı tanışma isteğimi içime gömdüm.Ertesi gün, onu önce otobüste ( kampüs 22 km dışındaydı Ankara’nın) sonra da tekrarladığım bir derste görmez miyim. İçim bir tuhaf oldu. Öyle bir masum hali vardı ki, birinin baktığını hisseder hissetmez hemen gözlerini yere indiriyordu. Kedi gibiydi. Uzun süre bakışlarımı alamadım ondan, küçücük küçücük bakışlar yakaladım ara ara. “Demek ki, o da ilgileniyor.” düşüncesi aklımdan geçer geçmez, keskin ve sert bir bakışını yakaladım.Tanıştık, tanıştırıldık. Dedim ya benim taydaşlarım mezun olmuş gitmişlerdi, 6 yıl sonrakilerle aynı dersleri görmek nasıl bir duygu diye ilerleyen zamanlarda arkadaşlar takılacaklar, isimler takacaklardı bana. Fosil, dinozor ve hatta brontozor bile oldum. Bİr ara bölüm başkanı ile aynı sınıfa gitmişliğim bile kabul görmeye başladı. Ama umurumda değildi bütün bunlar.Onunla ilgileniyordum ilgilenmesine ama, nasıl açılacağımı bir türlü kestiremiyordum.Üstelik en yakın iki arkadaşı hiç ayrılmıyorlardı ki yanından. Nasıl konuşacaktım, nasıl anlatacaktım derdimi. Dertti hislerimi anlatamamak, dertti onu ne kadar beğendiğimi söyleyememek. Hele hele yatılıda okumuş olmanın verdiği garip bir duygu da yer etmişse insanın içine, dayanılmaz bir durum oluşturuyordu hislerini anlatamamak.Bir gün dersin birini astım, geri döndükten sonra astığım ilk dersti sanırım. Daha doğrusu sıkılıp arada kaçtım. Dersleri nedense hep 11 de başlatırlar, öğle yemeğimiz de arada heba olurdu. Ama nedense okul idaresinin bunu pek “tınladığı” söylenemezdi.Zamanını nerede geçireceğini bilemeyen biri için mekanın önemi yokmuş. Ne zaman yemek aldım, ne zaman yemekhaneye gittim bilmiyorum. Yemekhanede onu karşıdaki masada görür görmez ellerim ayağıma dolaştı.Yalnızdı, yemeğini tek başına yiyordu. Ne yapacağımı bilmez bir halde bakakaldım öylece. Bana milyonlarca yıl gelen birkaç saniye sonra bir ” baş ” selamı verebildim nihayet. Karşılığını da aldım.O gün bana ne oldu bilemiyorum, masadan kalkmış, yanına gitmiş, onu kafeye davet etmiş ve evet cevabını da almışım. Dünyalar benim oldu derler ya ben biraz daha fazlasını almıştım sanki. Kısa karşılıklı konuşmalar, standart öğrenci muhabbetleri ve nihayet ilk dokunuş.İşte ben “KEDİ” ile böyle tanıştım, bu ismi ona ilk gördüğüm anda vermiştim. Yanılmadığımı bana yıllar sonra ispat etti, benim sevgili kedim, kadınım, anaç güzelim.