HERŞEYİN BAŞLANGICI
Çocukların gamsızca, düşüncesizce dışarıda oynadıkları, koşup durdukları saatler Schiller için dışarı çıkma saati hiçbir zaman olmamıştı. Bu sebepten dolayı genelde o, akşam saatlerini tercih ederdi. Etraftakiler bu garip, suratı asık adama pek alışamamışlardı. Kimisi korkuyor, kimisi zararsız olduğunu düşünüp ara sıra karşılaştıklarında sohbet etmekten kaçınmıyorlardı. Aslında bu zamana kadar kimseye zararı dokunmamıştı. Somut birşey yoktu ortada. Görenler sadece onun yüz ifadesinden kızgın bakışlarından yolaçıkarak onun zararlı, çok tehlikeli bir adam olduğunu düşünüyorlardı.Hem kendisine çevrilen bu korkak bakışlardan uzak durmak için hem de ordan burdan sesleri yükselen çocuklardan nefret ettiği için sokaklarda gezmekten kaçardı Schiller. Ama kaderi sanki olacakları önceden belirlemiş, zorlamıştı Schiller’i. Kurallarını yıkmaya zorlamış, çarşıya dogru sürüklemek için can atıyordu sanki. O gün tam o lanet olası, sonunu bir türlü getiremediği şiiri yazarken, elinin altındakinin son kağıdı olduğunu farketmesi idi öğle saatlerinde dışarı çıkmasına sebep. Şiiri sonlandırmayı başka bir zamana ertelerse ilhamının gideceğini düşündü, siyah deri montunu ve kasketini alarak dışarı çıktı.Tozlu köy yokuşunda kimseyle karşılaşmama umudu ile inerken birkaç insanın sert bakışlarıyla karşılaştı. Bakışları geri çevirmek için ağzından hoşnutsuzluğunu belirtmek isteyen homurtular çıkardı ve adımlarını sıklaştırıp hızla yanlarından geçti. Aslında bu tür şeylere alışmıştı. Nasılsa nadir de olsa her dışarı çıkışında insanların sinir bozucu ürkek bakışlarıyla karşılaşmak zorunda kalıyordu.Yokuş bitip düzlük olduğu yerde bir okul vardı. Küçük ve harap bir okuldu bu. Duvarlarının bordo boyası kim bilir belki de cocuklar tarafından yer yer kaldırılmış diye düşündü Schiller. „Ah şu pis veletlerrrrrrr“ diye dişlerini sıkarak mırıldandı.Bu köye geldiğinden beri çocukların çok ilgisini çekmekle beraber bolca nefretini toplamıştı. Çocuklara da bir zararı dokunmamıştı şimdiye kadar ama belki de onları kudurtan şey bu surat ifadesi korkunç adamın sessizliğiydi. Hani köpeğin ısırabileceğini bile bile köpekleri kızdıran haşarı çocuklar olur ya, onlar gibi…Tam okulu geçip arkada bırakmasına az kalmıştı ki, harap yapının arkasından gelen sesler duyuldu. Çok değil birkaç saniye sonra seslerin sahipleri çıktılar okulun arkasından. Schiller’in yolunu değiştirmek istemesi için biraz geçti artık. Okulun önünden hiç geçmemeliydi. Çocuklardan birinin suratı tanıdıktı. Doğru ya geçen gün kapısının tam önüne inek pisliği yığan ve bir yere saklanıp Schiller’in dışarı çıkıp ayağının pisliğe gömüldüğü anı görmek için bekleyen çocuktu. Yine çok berbat birgündü o gün de. Her yerden çocuk seslerinin geldiği, güneşli sinir bozucu bir gündü.Yine aynı sarı kafalı çocuk Schiller’in o çok nefret ettiği çocuk gülüşünden saçıyordu ortalığa. İşaret parmağını uzatmış „ayağı b..klu“ diye bağırıp arkadaşlarına göstererek alay ediyordu. İlk başta birşey diyemedi, sessiz kaldı. Bakışları çocuğun güneş ışığında parlayan sarı, dümdüz saçlarına takılmıştı. „Saçlarını…“ diye içinden geçirdi.Sadece „saçlarını“ diyebildi kendisine, devamı gelmedi. Kaşlarını iyice çatıp çocuklara çevirdi bakışlarını. Neden bekliyordu bilmiyordu, gitse ya… Sonunda sarı saçlı çocuk „yumurta kafanı da pisliğe gömeyim mi“ diyerek kocaman bir kahkaha patlatınca dayanamadı, yere eğildi. Tekrar doğrulduğunda bir avuç dolusu taş vardı elinde. Sarı saçlı çocuğun saçlarına baktı. Artık verecek bir karşılığı vardı elinde. Bir avuç dolusu taş. Atmadan önce düşündü. Tüylerini diken diken eden birşey oldu o anda. Schiller çocuklardan korkuyordu. „Çocuklardan korkuyorum“ diye mırıldandı çok kısık bir sesle. Aklını alt üst eden bir düşünceydi bu. Sadece nefret etmiyor, onlardan korkuyordu. Düşünceleri atmaya calıştı, daha fazla düşünceye yer vermek istemiyordu. Cesaretini topladı ve bütün kuvvetiyle elindeki taşları savurdu. Çocukların canı fazla yanmamıştı, yansa bile çok umursamadılar. Tükrükler saçılmaya başladı eline, koluna, suratına. Hala neden bekliyordu? Çocuklar bir yandan tükürüp bir yandan da „yumurta kafa“ diye bağırışıyorlardı.Gururu incinmişti. En iyisi kaçmaktı. Koşmaya başladı. Köşedeki kasabın dışarı çıkmış onları izlemekte olduğunu farketti. Dudaklarından iki kelime döküldü: „kanlı etler“ Şimşek gibi düşünceler çaktı beyninde. Yüzünü sakladı kasabın alaylı bakışlarından. Tabanları kalçasına vura vura eve vardı.Karanlık iki odalı evine attı kendini sonunda. Nefes nefese kalmıştı. Yüzü kıpkırmızıydı, şakaklarından terler akıyordu. Titreyen parmaklarıyla bitiremediği şiiri eline aldı, hiddetle sıktı. Hiddetinden kağıdın tırnaklarının geldiği kısmı delinmiş tırnakları etine geçmişti. Tekrar az önceki sözcükler döküldü dudaklarından: „KANLI ETLER“
yorumlar
“kanlı etler” diye bir şiiri mi var?bu herif kim. milliyeti ne?meşhursa meşhur ben cahilim. tanımam öle kimseyi.hem böyle uzun yazılar yazmayın yav. PC den yazı okumak zor…yine de emeğine ve ellerine sağlık diyeyim…
zulce askoll yaaa oku iste ölmezsin…yaaa lütfennnn lütfeennnn bu yazimin kaybolmasini istemiyorum.özene bezene yazdigim ilk yazim bu benim…ne olur okuyunnnnnnnn abiler ablalarrrrrrrrr
misss miss misss olmuş, ellerine sağlık suuguurccann
güzel yazı suuguurccann… Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşlerini okudun mu? Oradan bir sahneyi anımsadım sanki…
okudum zaten, sonuna kadar hem de.sadece zorluğunu söyledim. özenmişin belli.ama bu herif kim? Wİki bağlantısı falan yok mu?yani katil mi? yazar mı?ben mi araştırayım yoksa?
Sugu, devam.Birşey merak ettim yalnız: böyle bir hikayeyi yazmaya seni yönlendiren bir adam mı vardı çocukluğunun mahallesinde? yoksa bu sadece hayal dünyanın ürünü mü?(ne sordum ben yahu? kendimi edebiyat dergisi muhabiri gibi hissettim:))
Çilek daha iyi işte. Biraz edebiyata bulaşalım.
çok severim edebiyatı. Aldığım eğitim edebiyat ağırlıklıydı zaten. Diyorum ya, kaptırdım kendimi, o komik geldi.Yoksa bulaşalım tabi mysery. Edebiyat bambaşka bir aşktır:)
kesinlikle…ohh be benim gibi birileri varmış en azından:)
sugucum, haddim değil ama sen bana kızmazsın, alınmazsın diye düşünerek bir hatayı düzeltebilir miyim? Dilbilgisi ile ilgili bir hatayı..”Bu sebepten dolayı” denmez, çünkü ikisi aynı anlamdadır. Ya “bu sebeple” diyeceğiz ya da “bundan dolayı”.buna takıntılıyım da:) bir de buna benzer “geri iade etmek” vardır. ya “geri vermek” ya da “iade etmek” denilmesi gerekir ama nedense hep yaparız bu hatayı.küçük bir hatırlatma olsun istedim. umarım kızmazsın.
çilek arda bir benim yazılarımı da düzelt. Dilbilgisi konusunda çok özensizim:(
bundan mütevellit, kızar diyorum.
Estağfurullah mysery:) Dilbilgisi düzeltmelerini redorack yapmalı. Bu işi en iyi o bilir. Ben sadece bildiğim ufak bir bilgiyi paylaştım. Naçizane:)
şeker, özenerek yazdığın ilk yazın olduğunu söylemişsin ama senin yine böyle güzel yazıların vardı yine:))eline sağlık!
ben de buna alınıyorum işte…sanki hatam yokmuş gibi(ki birçok olduğuna inanıyorum) benim yazı ve ahkamlarda kimse tashih yapmıyor.hayatta da böyle, arkadaşlarım benim hatalarımı söylemek istemezler. ben de inadına söylerim önüme gelene…
zulce, sen de bir alemsin:))hata arayalım yani senin yazılarda dikkatle.e peki, sen görürsün gününü:)
evet acikliyorum arkadaslarrrrrr:D:Dben böyle polisiye romanlarla hafiften kafayi siyirdim epeydir. sonra gecenlerde bir sabah uyandim ve anneme kostum mutfaktaydi. anne anne schiller diye bir yazar mi vardi neydi o dedim. rüyamda schilleri görmüstüm. cocuklar onu sinirlendiriyordu… gerisini pek hatirlamiyorum cünkü cok uzun zaman oldu. ve ben bunu yazmayi cok arzuladim. cinayetli minayetli seylere de ilgim büyüktür söylemesi ayip:(cok korkarim ama izlemeyi severim cinayet filmlerini falan filan… iste öyleeebu arada herkese tesekkür ederim. bu yazinin benim icin birazcik okunmasi cokönemliydi. cünkü gerrcekten cok istekli yazdim. ve devamini da yazdim insallah gönderecegim. en süperi son bölümü oldu.cilek tam tersi benim yanlislarimi düzeltmeniz cok hosuma gider bütün hafifcek. cünkü ben su siralar maalesef cok az türkle muhattap oluyorum. hafiften ayriyken de yine öyleydi. hem hafif yoktu hem de is filan derken türkce konusma firsati ancak evde yakaliyordum. ve eve geldigimde kafam allak bullak oluyodu ne dicem diye. biraz dilim filan sürcüyodu.zulce valla bu schiller hersey. filozof, siir yaziyor falan filan. ben rüyamda siir yazdigini gördügüm icin yaziya öyle aktarildi.
@çilekteşekkürler. hatalarımı söylersen iltifat kabul ederim. lakin her hata bulduğun noktayı da tasvip ederim demiyorum bak, onuda baştan sölim…lakin kızmam…@sugurpolisiye de “Granghe” i tek geçerim. “kızıl nehirler” kitabında resmen kopmuştum. birisi nasıl olur da bu kadar hayal gücüne sahipp olur. gerçi fransızlar filmini berbat ettiler ama olsun filmi de çekildi yani…
yalniz dikkat et zulce sonra kafayi siyirirsin. ben rüyalarimda görmeye basladim:)
o da birşey mi? ben böyle polisiye bir rüya görmüştüm,kaçıyom da kaçıyom eşkiyalardan. ulen bu rüya 3 gün devam etti. ertesi gün aynı yerden devam. artık 4. gün nerede kalmıştık diye düşünerek yatıyordum yattığım yere. ama göremedim sonra.
Yazi güzel olmus. Ama kendine dikkat et! Bir gün gulyabaniler yer seni. 🙂
geceleri geliyorlar zaten böööööööööööö:)ben bunlari böyle anlatiyorum etraftaki kisilere beni katil filan saniyorlar.degilim diye bagirasim geliyor:)hatta abim bir keresinde ben senden korkuyorum diyip kapisini kilitleyip yatmisti.henüz insan yemeye baslamadim yahuuu
sug,aferem gız. kafamızı şişirmeye devam.
henüz insan yemeye baslamadim (mi?)
@sug gız beni yazcaktın. yaz bakem.