Prof. Dr. Celal Şengör İTÜ deki öğrencilerin kalitesizliğinden veryansın etmiş ve üniversitesinden ayrılma kararı almış.Artık evde çalışacakmış.Bazı noktalara dikkat çekmek istiyorum.Öncelikle öğrencide olması gereken entellektüel kaygı, öğrencinin içinde kendiliğinden yeşermez. Bir öğretimci olarak bu heyecanın hocalarınca verilmesi, sözle değil örnek teşkil ederek verilmesi gereklidir. Hoca olarak, sen aslında bu durumun ilk sorumlususun Şengör hocam, öğrencilere suç bulma şimdi.Kitabı satmadı diye “bu toplum öğrenmiyor, öğrenmeyecek” demeyi ise açıkçası oldukça komik buluyorum.Neyse buyrun siz de okuyun.
yorumlar
emekli olmak için bu derece yaygara yapması tamamen anlamsız.ayrıca da hülya avşarın okulda bulunacağı saatle bilimadamını konuşutrudukları saati çakıştırmak da tamamen organizasyon bozukluğudur. bu derece okulda olup bitenden habersiz olanlar kimler acaba?
Celal Şengör’ün gerek yaptıkları gerek yazdıkları gerekse hocalığıyla örnek teşkil etmediğini söylemek; en hafif ifadeyle cahilliktir.Asymptot kardeşimizin “öğretimci” kardeşimizle tek ortak noktasının Ankaralı olmakla sınırlı bulunduğunu umar; her ikisine de “emekli olma yaygarası”, “kitabı satmadı da ondan” gibi şahane yorumlar yapmadan önce; Celal Şengör’le ilgili uluslararası literatürü bir “search” etmelerini tavsiye ederim.Hocanın bu konuyla ilgili yazısı, Bilim Teknik’in Nisan sayısındadır. Link paralı olduğu için, aşağıya koyuyorum. Okuyunuz, düşününüz…Bilim Teknik 15.04.2006A.M. Celal ŞengörÜniversite de Öğretim mi Öğrenim mi?Geçen hafta Londra’ya yaptığım ziyaretim esnasında, iki gün de Oxford’auğradım. Maksat hem buradaki Yerbilimleri Bölümündeki dostları ziyaretetmek, hem de dünyanın en büyük kitapçılarından Blackwell’s e uğrayarakbeni ilgilendiren yeni yayınları görüp bunlardan bazılarını satınalmaktı.Blackwell’s’in “Yunan ve Roma Klasikleri” bölümünde kitapları alıp kasayagidince, kasa yanında basılmış küçük broşürler buldum. Bunlaröğrencilere ders nasıl dinlenir, kitap nasıl okunur gibi konularda faydalıip uçları vermek için hazırlanmış küçük kılavuzlardı. Merakdürtüsüyle bunlardan da birer tane aldım ve Londra’ya dönerken otobüsteokudum. İçeriklerini burada size anlatacak değilim. Ama gözüme çarpan şuifadelerin üzerinde durmak istiyorum: “Yüksek okullarda öğrenmek,öğrencinin sorumluluğundadır. Hocalarınız kendi ihtisas dallarınınuzmanıdırlar. Onlar kendi ilgi alanlarındaki bilgilerini, buluşlarınısizlere anlatırlar. Bunlarıdan bir sentez yaparak tahsil edinmek ise sizingörevinizdir.””BANA ÖĞRET” MANTIĞIBu cümleler, bana Türk yüksek öğreniminin en önemli sorununun da neolduğunu anlatıverdi: Türk yüksek okul ve üniversite öğrencisi,öğrenim yapmak yerine kendisine öğretim yapılmasını istiyor.Bunun tabii ilk ve en önemli nedeni ailedir. Ortalama kültür düzeyi dünyadabenim bildiğim en düşük halklardan birisi olan Türklerin aile düzeniiçerisinde çocuğa herhangi bir şeyi öğrenme hevesi aşılayabilmesi çokender haller dışında mümkün değildir. Çocuğun öğrenebildiği şeyleryalnızca kendi hayvan içgüdülerinin ona verebildiği, beslenmek,çiftleşmek, toplumda egemen olabilmek gibi isteklerdir. Buna ilaveten yarımyamalak ve çoğun yanlış öğrenilebilen bir şey de dindir. Bunun nedeni degene en yaygın hayvan içgüdülerinden olan korkudur. Burada insana hasayrıcalık ölümden sonra ne olacağı korkusudur. Çocuk büyürken onuiçinde yaşadığı dünya ile tanıştırabilecek bilim merkezleri, doğatarihi müzeleri veya sanat müzeleri yoktur.Televizyon kanımca artık uygar bir toplum içinde yasaklanması gerekendüzeylere inmiştir. Çocuğun merakını uyandırabilen herhangi bir şeyolduğu takdirde, ona merakının peşinden gitme cesareti verilmemekte, tamtersine bu merak hızla törpülenmektedir. Evine kertenkele, kurbağa, kuşgetiren çocuklara “böyle pisliklerle oynamamaları” söylenerek hızlacesaretleri kırılır. Ülkemizin hiçbir yerinde bu tür merakların tatminedilebileceği yeterli doğa tarihi kulüp veya dernekleri, hayvanat veyabotanik bahçeleri yoktur.Okullar kırklı yılların sonundan beri sürekli bir çöküş içerisindeçocuğa bilgi ve merak vermenin tam tersini yapan kurumlar halinegetirilmişlerdir. Öğretmenlerin içine atıldıkları sosyal konum, bumesleğin hattâ sıradan icrasını bile imkânsız kılmaktadır.Bu durumu düzeltmek durumunda olan politikacılar ise sorunu görmekten dahiaciz olacak kadar cahildirler. Bu cehaletlerinin nedeni de gene içindeyetiştikleri toplumdur. Halkın bir miktar dünyaya açık, zengin kesimi ise(geleneksel aile yapısı ve okulların kalitesizliği nedeniyle) kısmendiğer kesiminin eksikliklerini paylaşmakta, sık yurt dışı geziler ve yurtdışı üniversite ile kendini kısmen aydınlatabilenler ise ülkeyönetiminden vebadan kaçar gibi kaçmaktadırlar. Bunun nedeni kalitesizpolitikacının kaliteliyi kovmasıdır.ÖĞRENİM Mİ DİPLOMA MI ÖNEMLİTürkiye’de üniversite yoktur (üç harp okulu hariç). Bunun nedeni, halkınüniversite eğitimine ihtiyaç duymamasıdır; istenilen, bir iş bulmadakullanılabilecek diploma adlı bir kâğıt parçasından ibarettir ki o dabol miktarda dağıtılmaktadır. Adı fakülte olan, kısmen başarılı tıpmeslek okullarımızın mevcudiyetinin nedeni bu okulların ondokuzuncuyüzyılın ilk yarısına inen sağlam askeri kökenleri ve halkın, kendisağlığı konusunda duyduğu endişedir; ancak artan cehalet bu meslekokullarının da kalitesini hızla aşağı çekmektedir.Bu şartlarda üniversite öğrencisi oluşturmak mümkün değildir.Yurtdışında belli bir başarıyla yaptığım öğretmenlik göreviminTürkiye’de niçin tam bir fiyaskoyla neticelenmiş olduğunu şimdi daha iyianlıyorum.Bu başarısızlığım nedeniyle geçen gün sayın rektörüm ve kıymetlidostum Prof. Dr. Faruk Karadoğan’ a kendisini üzeceğini bilmenin verdiğibüyük sıkıntıyla bu akademik yıl sonunda üniversiteden ayrılmayı veçalışmalarımı evimde sürdürmeyi düşündüğümü arzettim. Sayınrektör buna izin vermeyeceğini söyledi ve benden düşünmemi istedi.Şimdilik ben de düşünecek zemin ve sebep aramakla meşgulüm.
Bence,adam haklı.Öğreten insan,karşısında verdiği bilgiyi işleyecek,değerlendirecek ,eleştirecek(gerçi,üniversitede hocalar,verdikleri bilginin sorgulanmasından pek hoşlanmazlar)birilerini arar..Doyum alınmayan bir işi sürdürmek tamamen maddi sebeplerden kaynaklanır.O da bir tür işkenceye dönüşür..İşin ironik tarafı, bu kadar bol diploma ve bu diplomalara eşlik eden,işsizlik.Bir de, son zamanlarda açılan üniversitelerdeki sayı artışı,cabası.Bu konuda söylenecek o kadar çok şey var ki..
hocalığının önem teşkil etmediğini iddia etmedim, çalışmalarına da söz etmedim.prof. şengör önemli çalışmaları olan biri olmasına rağmen tavırlarını sorunlu buluyorum. hocası olduğu bölüm malesef öğrencilerin ilk tercihleri olan bölümler arasında da değil, öğrencilerim kötü olduğu için emekli oluyorum demek de çok anlamlı bir tavır gibi gelmiyor bana. haberde “öğrencilerimi boğmamak için kendimi zor tutuyorum” mealinde bir sözü de geçiyordu, öğrencilerini boğmayı düşünüyorsa muhterem hocanın herhangi bişi yapmadan acilen doktora gitmesi gerektiğini söyleyebilirim. doktora gitmek yerine öğrencilerim kötü emekli oluyorum ben de, demek, küstüm oynamıyorum demeyi çağrıştırdı bana.
öğrencilerin kalitesizliği ortada ancak bir de üniversite yönetimlerinin yaptığı saçma sapan işler var. bakıyorsunuz üniversiteler özgür tartışma platformu olması gerekirken bahar şenliklerinde rock’n coke festivaline dönüyor. alkollü içecek üreten firmaların istilasına uğrayan eğitim kurumları gece kulübü veya meyhane hüviyetine bürünüyor. üniversitelerde bir sürü kulüp var bu kulüpler nedense hep popüler isimleri çağırıp konuşturuyorlar. konuştururken de spor fanatikleri gibi çığlık atıyorlar. (geçen yıl kurtlar vadisi oyuncuları büün üniversitelere çağrılmadı mı?)şengör hoca haklı az bile söylemiş. bu arada şuraya da bir bakın magazin embesili üniversite öğrencileri
şengör hocam, “Hani sık sık ‘Gölcük depreminden ders aldık mı?’ diye soruyorsunuz ya, biz hiçbir şeyden ders almayız. Depremle ilgili herkesin anlayabileceği çok basit bir kitap yazdım. Bu kitabı benim insanım alıp okumadı.”bu benim hoşuma gitmeyen bir yorum. Dikkat edilirse şengör hocanın akademik kariyeri, yapıtları, makaleleri ile ilintili bir yorumum söz konusu değil.İlgi alanım da değil jeoloji bu bağlamda yorum yapsam da pek değerli olmayacak.Ama öğrencinin tamamen suçlu olduğuna dair bir görüşü kabul etmem imkansız.Öğrenci hocasına bağımlıdır, bu doktorasına başlayana kadar böyledir.”Türkiye’de üniversite yoktur (üç harp okulu hariç)” bu ne demek şimdi, türkiyedeki onca okulu hiçe saymak değil midir?Sokalım kafamızı kuma o halde, ağlayalım halimize. Bu durumu değiştirme yetisine sahip birinin çıkıp da bu söz ü demesi daha da üzücü kanımca. Üniversiteleri “iyi” yapan hocalarıdır. Neyse kafam başka işlere sıkılmış durumda o yüzden daha fazla yorum yapmayacağım.baby700 bu arada teşekkür ediyorum sana da, şengör hocanın tüm yazısını buraya aktardığın için.
Öğrenci”Öğret bana hadi ne duruyorsun”Hoca”Öğren benden hadi ne duruyorsun”Kim haklı. Burada haklı olan taraf içinde yaşanılan kültüre göre değişir. İngiltere’de hoca haklıdır. Bizde öğrenci. Bizim öğrenci yetiştirme politikamız biberonla beslemek şeklindedir. Üniversite de bu durum değişmez pek. Habere ve yoruma konu olan olay “nereye gidiyoruz?” sorusunu gözümüze sokan bir başka sıradan örnek o kadar.
Celal Şengör İTÜ’den bezmiş, gerisini hayal etmeye çalışın! Kendisine sonuna kadar katılıyorum. Öğrencilerin hali içler acısı, inanın ilköğretime dönseler, sınıfta kalırlar.
hocanın ne demek istediğini çok iyi anlıyorum. üniversite öğrenimini avusturya’da aldım ve ilkokuldan beri biberon ile beslenmeye alışmış bir öğrenci olarak fena halde bocaladım. sistemi algılayınca hayatım kolaylaştı, her şey yürümeye başladı. okuduğum okulda derse girme mecburiyeti yoktu, sınav tarihini öğrenci kendisi saptardı, okulu kaç yılda bitireceğini de. her şey ama öğrencinin elinde idi, “bu okuldan çıkınca bir akademisyen olarak sorunları olan insanlara çözüm üreteceksin ve bunu, kendi sorunlarını çözerek öğrenmeye başlarsan iyi olur” mantığına dayalı bir okuldu, tıpkı avrupa’daki pek çok okul gibi. hatta öğrenci kullanacağı kaynakları dahi kendisi seçerdi, bu şekilde doğru düzgün kaynak neye benzer onu öğrendim. özellikle türk ve arap öğrenciler, bu sisteme itiraz ettiklerinde “johann kepler ve karl terzaghi’nin hocalık yaptıkları, 1 nobel ödülü, 2 nobel ödülü adaylığına sahip bir okulda okumak kolay olmamalı” denirdi. bunu algılayamayan sadece ortadoğu kültüründen gelenlerdi ve aralarında bende vardım. sonunda yanlış olan tarafta olduğumu farkettim. itü’den master yapmaya gelen arkadaşlar anlayamadılar ve hepsi kös kös türkiye’ye geri döndüler, hiç bir başarı elde edemeden. celal hocanın bahsettiği ve aradığı düzen türkiye’de yoktur, belki ileride olur. hocanın isteği gerçekçi değil. bu arada öğrencilerinde, 60 dakikada 65 net yapmanın aslında hiç bir şey ifade etmediğini anlamaları, idrak etmeleri gerekir. uluslararası piyasada at koşturmak isteniyorsa bir an evvel öğrenmeyi öğrenmek gerekir. kütüphane kullanmayı bilmeden üniversiteden mezun olanlar aynaya bir baksınlar, 3 ayda bitirme tezi vermek, tezin bir boş küme elemanı olduğunu gösterir, başka bir şey değil. toplum olarak işimiz zor. meraklısına da yazayım; celal hocanın savunduğu sistemde okumuş olmak bana çok ama çok şey kazandırdı, 32 yaşında türkiye’de 2 büyük holdingin hidroelektrik danışmanlığını yapar oldum, 1 ay sonra bunlara 1 belediye, 1 holding daha eklenebilir. parasız ve uzun süren öğrenciliğin meyvelerini yemeye başladım. bunu, benim okuduğum sistemde okumuş olan herkes yapabilir, tıpkı 33 yaşında nepal’de danışmanlık yapan norveçliler veya 38 yaşında türkiye’ye akıl satan ekonomistler gibi. daha güzel sonuçlar için herkes bir adım atmalı, hem hocalar hem de öğrenciler. yoksa daha çok yorum eklenir ve biz bir türlü dönüşüm geçiremeyip, ağlayan bir toplum olarak yaşar dururuz. unutmadan; pardus’u yaratanlar, tam da celal hocanın görmek istediği tiplerdir, yerel bir örnek olsun diye veriyorum. onlara bakarakta kendinizi ölçebilirsiniz. bitirmeden bir daha detay vereyim; öğrenciler itü’ye test çözerek alınıyorlar, bir araştırma çalışması değerlendirmesi ile değil. ben uludağ üniversitesini zor kazanmıştım ama 10 – 16 yaş aralığında basit bir mikroskopum vardı. itü mezunu birisi vardı, bitirme tezinde türkiye’nin ilk sanayi robotunu yapmıştı, hakikaten ne oldu ona ?
Bakın bugün ülkenin ekonomisi kötüye gidiyorsa, ekonomi bakanı sorumlu.İlk okulda bir infial oluyorsa müdür sorumlu.Şirkette bir eleman çalışmıyorsa, onun müdürü sorumlu.E hocam, bize öğrencilerinizi şikayet ediyorsunuz. Allah aşkına bunun sorumlusu kim?
Uzun süredir hem hocaların hem öğrencilerin kalitesiz ve kepaze hale geldiği bir sistemdeyiz. Bu sistem hırsızlık, kopyacılık ve kayırmacılık üzerinde yürüyor.Celal Şengör ve az sayıda yolunu şaşırmış düzgün hoca var zaten. Yani, üniversiteye “düşmüş” bunlar. Bu insanlar, bütün bu b..tanlığa rağmen, bilgilerini, görgülerini yaymak için; adam yetiştirmek için debeleniyorlar. Hele Celal Şengör. Ulan, pardon ama, bu adamın emekliliğe, şuna buna ihtiyacı mı var? Adam herhalde Türkiye’nin ilk 100 olmasa bile, ilk 200 zengininden biri aileden. Dönmüş ülkesine, üniversitede çalışıyor. Alanının uluslararası referans kabul edilen uzmanlarından bu adam (rahmetli Aykut Barka’yla beraber)Takdir beklemiyor, ilgi bekliyor. Diyor ki, “ulan zibidiler, gelin bana, yararlanın benden.”Bu adam idareci değil, YÖK değil, üniversiter sistemin karar vericisi değil, sorumlusu değil.Ulan, özür dilerim ama, burada bir üniversite öğrencisi de çıkıp, “hakikaten durumumuz berbat, bi b.. yapmıyoruz” demiyor.Yahu bulmuşsun böyle bir adamı veya Celal Hoca gradosunda bir başka hocayı; insan kul-köle olur be. Her dakika bir şey öğrenmeye çalışır; ders dışında ilişki kurar, kapısını aşındırır, fazladan bir şey öğrenmek için yırtınır.Yok. Onun yerine böyle şeyler yapıyorlar.
İTÜ insanı ne yaparBurada yüksek lisans sırasında başıma geleni yazmıştım. Kısaca aldığım dersler database den “uçuverdi” ve bu konuda hiç bir şey yapılamıyacağını, projeleri teslim etmiş, derslere girmiş, ödevleri hazırlamış olmamın önemli olmadığı söylendi bana. Adamı yermek yerine bunca yıl dayandığına şükretmek lazım..
Celal Hoca’yı tanımıyorum dersine de girmedim ama herhangi birinin bir problem olduğunu bildiği bir yerden çözüm üretmek yerine kaçmayı tercih etmesi savunulacak bir şey değil.
Vay hocam vay, ortaya koyduklarin anlatmak istediklerini amma da guzel desteklemis. Cocugunun tercihini Universite’lerin kalitesizligine yormus, Hulya Avsar dinlemek isteyenleri kalitesizlikle suclamis, ve kendi kitabini almayanlarin bilgi duzeyini sorgulamaya baslamis.Gercekten ciddi bir mantikci bu konusmadaki fallacia‘lari saysa 10-15 farkli ornek bulur eminim.Universiteler kalitesizlesiyor, dogru. Ancak neden herkes hocalar, ya da ogrencileri suclu buluyorlar ki? Sorun basli basina sistem sorunu ve bu sorundan sikayetci olan birisinin cozumu sistemi duzeltmek uzerine yogunlasarak bulmaya calismasi gerekiyor. Ancak o sistemden faydalanip da o sisteme bk atmak da bambaska bir safsata.En basitinden cocugunu Alman Lisesi’ne yolluyor olmasi bu sistemi cok da guzel sindirdiginin ifadesi.Pek tabi bu hocanin yaptigi hatalar soylediklerini yanlis yapmaz. Fakat kendi konumu da insanlarin kalitelierini olcmek konumu degildir.Uzerinde pek de yorum yapmak gereksiz aslinda, ancak en azindan kendisine Prof. unvanini layik gormus universitelere, bilimsellikten uzak gibi yakistirmalarini da terbiyesiz ve yemek yedigi kaba iser buluyorum. Keske bir bilim adami olarak neden rezil oldugu meslektasina 4, Hulya Avsar’a 600 kisinin gittigini de dogru duzgun ifade edebilseydi.
Konu açıldıkça söylerim. Üniversite belirlenen bir konuda uzmanlaşmak istendiği zaman başvurılan bir müessese. Bu haliyle uzmanlaşmak konuyu derinlemesine öğrenmek aşkıyla gelen adama gördüğü dersleri çekici hale getirmek gibi bir önerge abese iştigal eder.Sorun üniversiteye giriş sisteminin angutluğunda mı, ÖSS sınavında anlamsız tercihler yapan öğrencide mi bilemiyorum. İnsan doktor olmak isterken mühendis, mühendis olmak isterken kimyager olabilir mi? Oluyor.Zaten nerdeyse tanıdığım herkes üniversiteye aile baskısıyla gidiyor. Amaç sadece üniversiteli olmak olunca okunacak bölüme karar vermek koyu koyu sınava hazırlanılan 2, 3 senenin son haftasına bırakılıyor. O da kurs veya okul rehber öğretmenlerinin tavsiyesine göre şekilleniyor. En idealist biçimi ilerde kimin torpilinden yararlanabilinecekse ona göre seçim yapmak. kişinin gerçekte ne istediğine karar vermesi, büyük ihtimalle ailesinin yakasını mezun olduğu için bırakmasından sonra gerçekleşiyor.velhasılı yukarıda bahsedilen sorun birey olmakla hayatta bir gayesi olmakla yakından alakalı.Örnek vermek gerekirse;yurtdışında Türk öğrencilerin mezuniyetleri sonrası enterasan bir durum yaşanıyor. Aslanlar gibi masterını yapmış bazı kardeşlerimiz master yapmayanlara kıyasla iş bulmakta sıkıntı çekiyor. Zira işverenler özellikle hiçbir tecrübeye sahip olmayan ama bir konuda uzmanlaşmış adamı işe almayı ziyan olarak görüyor. Kişi cevabını kendisinin bile bilmediği “Neden bu konuda master yaptın?” sorusuna ne şekilde cevap verirse versin işvereni tatmin edemiyor. Başka bir deyişle sırf master yaptığı için kaybediyor.Bilmem anlatabildim mi?
Yüksek lisansın, üniversiteden mezun olur olmaz yapılması gerektiği düşüncesi bir tek bizim millette mi var bilemiyorum ama oldukça gereksiz bir çaba. Üniversiteden mezun olan kişi bir konuda zaten uzmanlaşmış olmalı -normal şartlar altında tabii-, bu alanda bir süre çalışıp, birikim ve tecrübe edindindikten sonra hangi alanda gelişmesi gerektiğine karar verip yüksek lisansa yönlenmeli. Ancak bizim memlekette işler böyle yürümüyor. İlköğretimden sonra lise gelir, liseden sonra üniversite, sonra gelsin master, doktora. İş bulamamak mı bu acelenin sebebi bilemiyorum ama bana saçma geliyor bu koşturmaca.Gelen yorumların bir kısmı hala inatla Celal Şengör’ü suçlar edada. Doğruyu söyleyen, dokuz köyden kovulurmuş. Üniversitede okumayı tercih eden öğrenci bu bilinci edinmelidir. Onlara bu bilinci vermek de üniversite hocalarının görevi değil. Üstelik baby700’ün aktardığı yazıda bu içler acısı durumun nedenlerinden de bahsetmiş Celal hoca.Evet, maalesef üniversitelerimiz bilimsellikten uzak. Salla kafayı, al maaşı. Isıt ısıt ye, yedir.İçim karardı yine.
@plumprune: acikcasi ben adinin basina prof unvanini layik goren birisinin fikirlerini daha duzgun gerekcelerle ifade etmesini beklerdim. Kaliteden ariyorsak eger kalite bunu gerektirir, yoksa kitabim satmiyor, okula getirdigim arkadasimin konusmasina dort kisi geldi ya da oglum bile x,y,z universitelerini begenmiyor gibi laflarla eger ifade ediyorsa derdini birak da elestirelim. Hele ki bilim sadece orduda yapiliyor gibi bir laf etmis ki sasakaldim.Kalitesizlik, ya da universite hatta ortaogretim problemleri bir ulkenin genel sistem sorunlarindan kaynaklaniyor ve tekrar belirmek istiyorum, burada ogrencileri suclamak, aileleri suclamak yanlis. Evet bunlari; bu sistemi degistirmek icin caba gostermedikleri icin suclayabiliriz, orasi da bambaska bir mesele. Fakat her sey de ozellikle 70 milyon nufusun ustunde bir ulkede pat diye olmuyor. Bu ne ABD’de ne de Avrupa’da bir gunde olmadi, her ikisi de yuzyillarca bugun bulunduklari noktaya yakistiramadigimiz sorunlari (orn. irkcilik, sosyal ayrimcilik, laiklik vs.) yasamislardir.Bana kalirsa bizim egitim konusunda yasadigimiz sorunlarin basinda sosyal guvenlik sorunlari geliyordu ve ben bu konuda cok buyuk bir adim atildigini dusunuyorum. Pek tabi yeterli degildir. Oyle bir noktaya gelmemiz gerekiyor ki bu ulkenin herbir vatandasi okusa da okumasa da, is bulsa da bulamasa da insan gibi yasayabileceginin farkinda olmali, ac kalmayacagini, saglik sorunlarinda caresiz olmayacagini bilmeli. Ancak bu sayede, insanlar gecim kaygisi olmadan idealist kararlar alabilirler. Eger insanlardan simdiye kadr yasadigimiz kosullarda idealist olma -riskini- ustlenmelerini beklersek cok buyuk bir erdem beklemis oluruz. Pek tabi ortalama insan oyunun kurallari ne ise ona uyacaktir, universite’de okumak, hatta mezun oldugunda iyi maas alabilecegi bir bolume girmek icin gunde x soru cozup, n saat calismak da bu oyunun kurallari arasinda. Oncelikle hayatta kalmak icin para kazanmak kaygisinda olanlarin da yaptiklari kalitesizlik degil, realist davranmaktir. Boyle bakinca o okula giren mezun oldugunda Hulya Avsar gibi Hummer’a binmeyi tercih edecek 600 kisiye karsi, kohne bir evde oturup hakemli bir dergide makalesini okumak hazzina erismek isteyecek dort kisi cikmasi normaldir. Secimi oyle ya da boyle biz yaptik ve kapitalist bir “dunya”da yasiyoruz ve bu boyle olmak zorunda. Devlet dedigimiz seyin bunu duzenlemesi gerekiyor ancak devlet-halk giderek butunlestikce bunun idrakina da yavas yavas varacagimizi dusunuyorum.Avrupa’da ya da ABD’de gordugumuz refahin esas kaynagi bu idraka varmis olmalaridir. Bugun Ingiltere’de insanlar universitede okumayi istemiyorlarsa geleceklerinin garanti altinda oldugunu bilmelerindendir. Topluma katma deger katmayi dusunenler de kendi ideallerine gore egitimini alip hedeflerini gerceklestiriyorlar. Ozetle, istedikleri icin mecbur kaldiklari icin okuyorlar. Bu refaha, rahatliga erismek icin kac milyon kisiye zulmettiklerini konusmak da gerekir ama bugune baktigimiz zaman durum budur.Eger universite sorununa ayrica bakmamiz gerekirse ogrencilerden baslamamiz gerekli belki. Fakat bir tarafdan da var olan ogrenci enflasyonunu ve malulen emekli olmayi bekleyen akademisyenleri de konusmak gerekiyor. Yani cok sey konusmak gerekiyor.Celal hocayi elestirmekdeki asil neden de bu iste. Sorunu anlatma bicimi, ve ifade edisindeki mantiksal “safsata”lar. Sayet dogru duzgun savlarla herkesin bildigi bir gercegi dile getirmis olsaydi daha fazla kiymeti hakederdi bu noktada. Ha o zaman laflarini birisi dikkate alip yazar biz de yorumda bulunurmuyduk, orasini bilmiyorum.
‘Safsata’ya takmış kardeşim, acaba kendi yazısında herhangi bir fikir olmadığını ve tamamen şişirme, beylik önermeleri bir öyle bir böyle döndürerek yazdığının farkında mı?Yani “bu bir sistem sorunudur”, “tabii insanlar realist davranmak zorundalar” tarzı süper mantıksal tesbitler, huzur bulmanıza yardımcı oluyorsa diyeceğim yok.Ama Celal Şengör’ü eleştirmek için “sorunu anlatma biçimi”ni öne çıkarmak, safsatadan da ötedir, söyleyeyim.Duruma bakalım. Bu adam, alanında dünya çapında bir uzman. Alanında dünya çapında uzman kaç Türk var; bakıyoruz. Benim bildiğim kadarıyla 10 yoktur. Ve bu adam, kendi kıymeti içerisinde köşesine çekilmiş olmadığı gibi; trilyonları olmasına rağmen üniversitede üçbuçuk çocuğa bir şey öğretmeyi deniyor.Yahu adam, s..tir falan da diyebilirdi, bence çok hafif konuşmuş. Ulan yapışacaksın bu adama artık, ötesi yok. Böyle bir hoca bulmuşsun; maksimum yararlanacaksın. Yok. Durduğumuz yerden “ama hocam nasıl öyle dersiniz, biz sizden hiç ummazdık” diye ahkam keseceğiz.Ayrıca ayıp olan bir şey varsa, o da “yemek yediği kaba işemiş” gibi ucuz politikacı laflarını dizelemektir. Kendisini öğrenci değil de, müşteri gören kardeşlerin; mönüde bilgi yerine sidik bulmaları bu taktirde kaçınılmaz olur.
baby700 birşey demeyeyim diyorum ama iyice abarttın artık.Ne demek türkiyede dünya çapında 10 tane bile uzman yoktur. Sırf benim bölümünde 10 tane dünya çapında uzman var be. Senin dünya çapında uzman kriterin ne ki anlamam mümkün değil. makaleyse makale, patentse patent.yapıcı yorum getirmeyeceksen lütfen hiç konuşma. Burası insanlara hakaret etme, ayar vermeye çabalama yeri değil.Yok az demişmiş yok s..tir dese yeriymiş.Şengör hocanın hava harp okuluna gitmeyi tercih eden “oğlu” olduğunu düşünmeye başladım. Tamam bir fikir benimsenmiş olabilir ama gözü kapalı bir şekilde karşı tarafın argümanlarını hiç dinlemeden yorum yapıyor olmak, kesinlikle rasyonel değil. Tartışma üslubu hiç ama hiç değil.Hayatta tamamen beyaz ya da tamamen siyah diye birşey yoktur. Sen burda “şengör hoca tamamen beyazdır aksini iddia etmek imkansızdır” dersen, istediğin kadar güzel edebiyat yaparsan yap, hata yaparsın.
dünyalar çapında uzman ile dünya çapında uzmanı ayırmak lazım.Dünya çapında uzman olmanın, uluslararası bilimsel yayınlarda bilmem kaç tane makalesi çıkmış olmakla, çıkan makalelerine bilmem kaç tane atıfta bulunulmasıyla, bunun sürekliliğiyle, meselenin adamı olunmasıyla ilgisi var. Demek senin bölümündeki hocalardan bütün dünya faydalanıyor ama size bir faydası yok. Türkiye baskılarında makaleleri resimlerle karikatürle zenginleştirmelerini tavsiye ederim. Yoksa satmaz bu meret. Ayrıca hoca dediğin çıkış yapacak, canlı yayında kaşar diyecek, ilgiyi her daim üzerinde tutacak. Mesela daha açıklanmasına daha seneler varken nobel adayıyım diyeceksin. Gönüllerin nobeline bir değil iki sefer aday olacaksın.Zaten bir de kalfaların dediği gibi be bilgiler nazari. Uygulamaya gelince fiyasko. Kırk yılın formeninden iyisini mi bileceksin? Profesör oradan ötüyor kalfa yapıyor. Hikaye diyorsa hikayedir. Profesörün en çalımlısının verebilecekleri çalımının ölçüsünde nazari olacağından yapışıp sömürmeye, zaman harcamaya değmez. Onun yerine hayatın içinde pişmiş, yolunu bilen kalfalara yakın durmak ve mümkünse bir kalfa olmak yeğdir. Hocamız bunu anlayamamış.Farazisin hocam farazii. Keçi sakallar, pipolar, rüya aleminde yaşıyorsunuz. Ayağınız biraz yere bassın. Kaç profesör çıkartırız cebimizden haberin yok. 10 tane sendorm’da var sekiz tane de bende.
3.sınıfa gelmiş bir öğrenci olarak, eteklerimin tutuştuğunu söyleyebilirim. Zira elimde avucumda ilim namına çokta bir şey olduğu söylenemez.( her türlü tavsiyeye açığımdır)Vakti zamanında arkadaşlar arasında sohbet ederken, eğitim süresinin uzunluğundan yakınmış ve burada bir kıyıma gidilmesini önermiştim.Tabi gülünüp geçilmişti.Liseye geçtiğimde okuma yazmayı “susam sokağında” öğrenmiş olmakla birlikte çarpım tablosunu biliyordum.Matematiğin belkide en basit konularından biri olan “rasyonel sayıları” diğerlerinden daha güç öğrenmiştim.Çünkü bilmiyordum.Sağolsun hocalar bütün konulara sıfırdan başlıyordu.Bende temel olmadığı için bunun çok faydasını gördüm.Ondalıklı sayılarda toplama, çıkarıma vs.yi bilmezken arkadaşın biri ondalıklı sayıları rasyonele çevirmeyi göstermişti.Ben de ondalıklı sayıları rasyonele çevirip işlem yapıyordum.Sonuçta zorlandım ama oldu.Büyütülme şeklim gereği çekingenimdir.Öğrenmeye karşı içimde büyük bir aşk olmasına karşın bunu pek dışa vuramam.Bu yüzden beybi beyin “yapışın” şeklindeki tavsiyesini pek uygulayamıyorum.Gerçektende öğrenciler işin hep kolay tarafına kaçıyorlar.Hoca ödev verir.Gir internetten kopyala- yapıştır.Veya onu bile yapmaya üşeniyorsan bir arkadaşına yaman.Hiç mi hiç morallerinide bozmazlar bu duruma.Zira amaç; en kısa zamanda diplomayı alıp,torpille veya bilgisine güvenen kendi çabalarıyla ,bir yerlere girip tecrübe sahibi olmaktır.Tecrübe sahibi olmayan kişi kıymetli değildir.Kıymetli olan sayın contra’nında dediği gibi “hayatın içinde pişmek,ağzı laf yapabilmek ve kalfalara, ustalara yakın durmaktır.”Ben hala idda ediyorum; bu şekilde bu kadar sene boşuna okuyoruz.Yani bu sürenin kısaltılması lazım.Şengör hocaya gelince.Belli ki bıkmış, yılgınlık gelmiş artık.Bu adamlardan bi b.k olmaz deyip köşesine çekilmeye karar vermiş.Evinde daha faydalı olacağını düşünmüş.Saygı duymak lazım.Akıllı adam zaten gider evinde de bulur bu adamı.ah bir kurtulabilsek şu tembellikten..
bizim bölümde de dünya çapında hocalar vardı, referanslarıyla ivy leagudeki okulların çoğuna öğrenciler gönderdiler, doktora tezleri hala atıf almakta. ama hiç birinden bölümdeki öğrenciler çok kötü olduğu için emekli oluyorum sözünü duymadık.hatta bazısının emeklilik dönemleri için van, diyarbakır, çorum gibi eğitimin ve öğrencilerin gerçekten çok kötü olduğu yerlere gitmek gibi planları vardı. üstelik onların ekonomik durumları prof şengör ile kıyaslanabilir durumda da değil.ayrıca da öğrencilerinden memnun değilse bunu öğrencileriyle halletmesi gerekir, o öğrencilerle çalışmak istemiyorsa dersine almayabilir, önümüzdeki yıllarda o dersi açmayabilir vs yapabileceği bir çok şey var. gazetelere çıkıp öğrencilerimi boğmak istiyorum demek nasıl bir davranıştır, nasıl bir durumdur anlayabilmiş değilim.öğrencilerin hocanın olmalarını istedikleri gibi olmadığı kesin ve bu noktada baby700’e katılmamak elde değil, benim itirazım hocanın davranış biçimine yalnızca.
üniversiteler belli bir bilinç seviyesine erişmiş (olması gereken!) insanların adım attığı kurumlardır zaten.buraya meslek öğrenmek için gidilir.birileri seni eğitsin,bilgilendirsin diye değil..zira üniversite çağına gelmiş bir genç,içinde böyle bir öğrenme tutkusu varsa kimsenin önünde diz çöküp yalvarmaz bilgi ver diye.ve bence üniversite hocaları da böyle bir misyon yüklenmiş değillerdir.doğru olan da budur..demek istediğim Celal Şengör’ün okuldan ayrılması ve buna neden olarak öğrencilerdeki yozlaşmayı göstermesi bana göre gerçekten onurlu bir davranıştır..keşke herkeste bu duyarlılıktan birazcık bulunsa..bu,uzun zamandır gördüğüm en iyi toplumsal ve kültürel tepkiydi sanırım..
Üniversitelerimizdeki sorunu sadece hocalara, öğrencilere veya sisteme yüklemek yanlış. Çorbada hepsinin de tuzu var. Her kesim diğerini suçluyor gayet pişkince ama öğrenciler şöyle, hocalar böyle demeden kendimize sormamız gereken soru şu “Ben öğrenci/hoca/vs olarak kendime düşen görevi en iyi şekilde yaptım mı?”. Dersten kaçıp hocaları sıkıcı olmakla suçlamak, dersi angarya görüp geçiştirirken sıkılan öğrencileri suçlamak kolay.
@cümlealemyazıyı tekrar okuyunca, prof şengör’ün yazısındaki “boğma” sözcüğünü yanlış anladığımı farkettim, yanlış anlama ve yanlış yorumlar için özürlerimi kabül buyurunuz.bu yanlış anlamada hafifletici bir neden olarak şu var, hocanın kendisiyle bir kaç kez karşılaştık ve sanki gerçekten de boğarmış gibi bir izlenimim olmuştu, o yüzden hocanın söz sanatını gözardı etmişim.
genç beyinler suçlu olamaz’lar nedenleri oluşturan olay veya duruşlar’a hakim olan pek insangeçmedi bu topraklardan(burda dünya demek istedim)NE ÜNİVERSİTESİ hadi be sokrates de dün şöle demişti haa pardon öleli 2000 küsür sene oldu üstüne bişey koyamamışız Hangi Dünya Çapı sorarım???
bide üzerine geyik yapılmış … adam haklı ……yakında milletçe abidemiz dikilecek … kültürsüzler .. görgüsüzler .. bilgisizler ülkesi diye ..ve bu ve benzeri listeler in top ten inde number one olacağız ….
Eğitimcilik deniz yıldızlarını kurtarmaya benzer, tutkuyla yapılır. Deniz yıldızları belki kurtarılamayacak kadar çoktur ama eğitimcinin kurtardıkları için hayat değişmiştir.Eğitimcilik o kadar önemlidir ki, gerçekten en iyi ve en tutkulu öğretim görevlileri eğitimci olmalı, değilse, üniversitede ya da dışarıda, ne iş yaparsa yapmalı ama eğitimci olmamalıdır.Tutkulu bir eğitimcinin Türkiye’nin öğrencilerine küsme lüksü yoktur. Üniversite öğrencilerimizin kalitesi düşüyor olabilir. Genel olarak memleketimiz insanlarının kalitesi de düşüyor olabilir. Nasıl memleketini seven insanlar, çevresindeki şartlar ne kadar kötüye giderse gitsin ülkesi için mikro mücadelesini yine aynı topraklarda sürdürmeye devam ediyorsa, eğitimci de tutkusunu yitirmediği sürece mücadelesini sürdürmelidir.Ben, Prof. Dr. Celal Şengör’ün bir eğitimci olarak tutkusunu yitirmiş olabileceğini düşünüyorum. Eğer böyleyse, kararını takdirle karşılamak gerekir. Çünkü devam etseydi belki, bir eğitimci olarak eskisi kadar yararlı olamayacaktı. Buna karşın bir bilim adamı olarak yeni eserler üretmeyi sürdüreceğine inanıyorum.Üniversite öğrencilerimizin kalitesi konusunda yorumda bulunabilecek durumda değilim. Ancak eğer doğru ise bunun bir çırpıda değişmesini beklemek hayal olur. Bu değişim muhtemelen onlarca yıla yayılacak bir iyileşme olacaktır.Bir öğrencinin çalışkanlığı veya tembelliği yıllara göre değişebilir, fakat araştırmacı öğrenci kimliği büyük ölçüde ilkokul yıllarında oluşur.Ezberci eğitim sistemimiz, meraklılığı, katılımcılığı ve yaratıcılığı özendirecek şekilde değişmediği sürece öğrenci kalitesinde bir iyileşme beklemek zordur.
egitim istendik davranis degisikligidir.ogretim bunun programli sekilde yapilmasidir.ogrenim ise zati muhterem ogrencinin kendi cabalari ile egitimini surdurmesidir.yani universitelerde egitim verilmez. hocamizda bir egitimci degil, bilimadamıdır.universite lisenin uzantisi gibi dusunulmemelidir ama bizde oyle o ayri.turkiyenin kendine has siyasi yapisida her turlu universiteleri etkiliyor zaten. o kadar cok sey karmasa icinde ki birini yerinden oynatinca ortalik karisiyor.iletisim kopuklugu bir yana kavram kargasi alip basini yurumus turkiyemde.hocamizi hakli veya degil diye elestirmek “bence” yanlış. kendisi bir tercih yapmıştır. saygi duymak gerek.bence hakli.
http://www.bildirgec.org/yazi/genc-bakis