Geldin nihayet. Kapıyı açtın anahtarınla… İçeri girdin. Aynı koridorda ilerledin ağır ağır.Hiç şaşırmadın her şeyin bu kadar aynı olmasına. İstediğin an kaldığın yerden devam edebilirdin çünkü. Onca zaman hiç geçmemiş gibi aradan, daha dün ayrılmışsın gibi açıp kapıyı girebilirdin içeri.Odanın kapısından girdin. Fasulye ayıklıyordum ben. Televizyon açık… Bir kadın feryat figan bağırıyor ekrandan. Canını acıtan biri var çünkü. Susmak bilmiyor.

Ben hiçbir şey söylemiyorum ama. “O kadar zaman nerdeydin?!” bile demiyorum. Sen kapıda dikilmiş, benden bir şeyler söylememi bekliyorsun. “Onca gün hiç yaşanmadı.” dememi… “Çocuklar her zamanki gibi kavga ettiler kahvaltıda. Okula geç kalacaklardı nerdeyse. Küçüğün ayakkabısı delinmiş. Bütün gün top koşturmaya ayakkabı mı dayanır?” Böyle şeyler söylememi istiyorsun sana. Henüz dün kapıdan çıkmışsın gibi…Ama duyduğun, sadece ekrandaki o kadının sesi… Avaz avaz bağırmayı sürdürüyor ısrarla. Sözcükler duyulmaz hale geliyor bu bağırtıda… Duygulara bırakıyor yerini.Bir kadının, kalbini söküp atan bir adama söyleyeceği ne olabilir ki zaten?! Söylenebilecek tüm kelimeler çoktan tükenmişken…Sen bir gün çıkmışsındır bu kapıdan. Başka bir kadın için kalbin çarparak… Kahvaltı sofrasında çocuklar bağrışıyordur. O sofrada onları susturacak bir baba yoktur.Onların sesi takip ediyordur seni. Merdivenlerden uçarcasına iniyorsundur. Sevdiğin kadına kavuşmak için değil yalnız… O bağrışları duymamak için, “Baba!” diyen… “İhtiyacımız var sana. Çığlıklarımızı duymana, susturmana onları… Yanımızda olmana, gölgeni hissetmeye üzerimizde… ihtiyacımız var.”Şimdi buradasın. Tek bir kelime söylememi bekliyorsun. Kalbinin çarpıntısı çoktandır dinmiş, belli. Artık başka seslere kulak verebiliyorsun.Ama çok geç kaldın bunun için… Çok daha önce gelmeliydin. Söylenebilecek tek bir kelime bile kalmadı artık çünkü.