önceleri, yazdıklarının başkaları tarafından okunduğu düşüncesi onu çok huzursuz ediyordu.mahremiyetine uzanan eller gibiydi yazdıklarına yönelen gözler… karnını, kollarını, yüzünü, sırtını, bacaklarınıve hatta penisini avuçlayıp sıktıklarını, incelediklerini düşünüyordu.bir orta malı…yazdıklarının üç kuruş da olsa para getirmesi, sevenlerinin oluşu, destekleyenler hoşuna gidiyordu.bireyselden yola çıkıp evrensel insanlık hallerini anlatmaya girişmesi herkese açık sitelerde epey kolaydı.çeşitli kliklerin hüküm sürdüğü edebiyat çevresine girmeyihem istiyor, hem de tiksiniyordu.yazdıklarını da beğenmiyordu. iki kalasa dayadığı,kupkuru bir heves.kenarı köşesi eprimiş yorganın altından bir eldivenden sıyrılan parmaklar gibi çıktı. sırtında onlarca kiloyla yatmıştı sanki.bıktığı sırt ağrılarıyla yeni bir güne, eskiteceği müphem bir güne daha uyanıyordu. simsiyah kirpikleri iç içe geçmişti.işaret parmağı ile başparmağının arasına aldığı kirpiklerini ayırırken, bacağına sürtünen tüy yumağının içini çizik çizik eden miyavlamasına aldırış etmeden plastik terliklerine ayağını sokmaya çalıştı.ağır ağır ayağa kalktı. kıymıklı bir tahta parçasına benzeyen elleriyle fanilasını çekiştirip, karman çorman olmuş saçlarını ellerinin arasından geçirdi.portakal kasasından yaptığı komodini örten gazetenin kıvrımlarına saklanmış romen pazarından pazarlıkla beş liraya aldığı dijital kol saatini aldı. gözlerini kısarak baktı.- üf, saat üç otuzbir! hemen yazmaya başlamam lazım. sabah da bizim kâzım’ın internet kafesine gider yollarım, diye mırıldandı.mutfağa gitti. buzdolabını açtı. iki gün önce aldığı çiğ köfteden bir ısırık aldı. yarısı içilmiş bira şişesine sımsıkı sarıldı.gözlerini sıvası dökülmüş, mavisi solmuş tavana doğru dikti. birayı da kafasına…rindâne bir isyanla bağırdı: sarışınım benim, içeceğim sana ve terk eden bütün kadınlara!gece yarısı gürleyen bir şimşek gibi döküldü sesi gıcırdayan tahtalara…yerdeki kaya yavrusu taşlarla oynamaya çalışan kedisinin ensesinden tutup ortası çökmüş yatağına bıraktı.- kes sesini! kes ki, yarın akşam akşam süte sokayım o küçük kafanı…tavşan uykusuna yatıyordu hemen hemen her gece. edison’un uykuya dalmadan önce avucunun içine iki tane demir bilye alıp yattığını, içi geçip de yere düşen bilyelerin sesiyle uyandığında da yepyeni fikirlere yelken açtığını okumuştu.o da, sokaktan aldığı taşları avucunun içine kıstırıp tavşan uykusuna yatıyordu.iki gün önce de, kendisine yazı fikri veren bir tinerciye dedesinden kalma oltu taşlı tespihini vermişti.ne yani! çehov bile hikâye fikri verenlere para vermiş zamanında…o mu vermeyecekti! içindeki tanınma, kabul görme, onaylanma tutkusu benliğini çivili denizlerde yüzdürüyordu.buzdolabının üzerine yerleştirdiği pembe dosyasından çizgili kâğıdını çekti.bir kadının ellerini okşar gibi gezdirdi derisi yer yer soyulmuş ellerini, tükenmez kaleminin kapağı üzerinde.tek ayağı sallanan derme çatma sehpasının başına çöktü. bacaklarını altına aldı. altılı yumurta kabından yaptığı küllüğünde kalmış yarım sigarasına uzandı.keyifle aldı dudaklarını arasına. kibriti kahverengi eczaya sürttü. bu ses onu daha da tahrik etti.ölümsüzlüğe çare bulan bir simyacıydı sanki. gururla gerindi.kedisine döndü. dudaklarına takılan tebessüm yalnızlığı kabullenişi miydi, terk edilmişliğe aldırmayan birinin tevekkülü mü?durdu. sehpadaki bomboş sonsuzluğa baktı. kâğıdın üzerinde gezdirdi yanağını.- boşalacağım sana kız şıllık, diye kımıldadı dudakları.öyle bir hikâye yazacağım ki, öyle bir cümle bombardımanı olacak ki bu hikâyede, okuyan defalarca soluksuz, hazdan haza mekik dokuyarak okuyacak, yarı ölüm diye tarif edilen orgazm anından çok daha yoğun fizikötesi seyahatler yaptırtacağım, yeryüzünde söylenmiş her sözü öldürüp yeniden dirilteceğim!hipnotik bir rüzgara tutulmuşcasına titreyen dudaklarındaki ihtirasın kızıllığı uzamış sakallarının dibine işliyordu.- ım lauf der zeit, gibi bir hikâye yazacağım. göreceksiniz! hepiniz köreleceksiniz! kör edeceğim hepinizi! kalbinizi…komodine uzandı. saatine baktı. odasının kırık camından içeriye hafif hafif süzülen sapsarı ışığı fark etti.ardından hoparlörün mekanik sesi duyuldu:sakın bir numara yapmaya kalkma!o tinerciyi senin öldürdüğünü biliyoruz!
yorumlar
Okunmak ve okumak adına;Beynimin en ucra sinirlerini zorlamak istiyorum ama olmuyor herkes gibi oda tembellik sınavına girmişti belli, anlamsız cümleleri anlamlaştıran ben seni anlamlandırıyordum kendimceHerkesin anlayış ve anlamlandırması farkılık gösterebiliyor du. Bu farklılıklar renkten renge geçiş yapıyor gecenin siyahın dan günün maviliğine belki de istanbul’un gündüz gri oluşuna kim bilir mevsimlerden yaz olur biz de maviye doğru döneriz. Ama dedim ya beynimin tembellik sınavını kazanmış ve en ucra köşelirini kahveye yollayıp pis yedili oynayışını gözlemler gibiyim. Yarım kalan biralar hele sabaha karşı yarı uykulu aslın da hiç uyumamış gözlerim ve saçma sapan anlamsızlara anlam katan beynimi cimcikliyor du.Ellerine sağlık …
kedilere bırakalım mı,sırtımızda elimizin uzanamadığı,o iç gıcıklayan kaşıntıyı:)
bırakalım bakalım…
zevkle okudum baştan sona. oysa okumak bana acı verir. bir garip mazoşizm gidiyoruz işte.neyse kafama takıldı. zamanında içtiğim kadarıyla hatırladığım. bir biranın yarım bırakılamıyacağıydı. onu başarmışsın zihninde tebrik.insanların yazılarını okumasından böylesine çekinin bir karakter nasıl oldu da bir anda “onaylanma tutkusuyla” doldu. hayret ve epey zaman…
on yedi dakikada yazarsan her şey mümkün muhterem ;)al(alım) boşaa!
“17 dakika” nelere kadir allahım.al(alım) aşşaa!
hadi, bilemedin yirmi yedi dakka olsun :)yeter ki gönlümüzün kurgusu sarpasağlam olsun!dâima boşaa!
biz göz açıp kapayıncaya kadar olan olmuş,deseniz ya.
Aman allahım !!!!!!! Okuduklarımı anlayabiliyorum, sana şükürler olsun..
Üstelik ahkamları da ……
püfff
Yaw results bi günde baska bisey yaz!
Mefkud’un hayalgücüne hayran kaldım.
bestloser o zaman 2’nci boğaz köprüsüne gel ve uçurtma uçur… gerçekten hoş yoksa sen de yaptın mı ?
hayır yapmadım öyle bir şey, ne alaka?
Alakaya maydonoz işte anla dao zaman daha çok yol gideceksin ve sen bizden biz de senden bir şeyler göreceğizevetne alaka?
Benim yol gitmeye falan ihtiyacım yok, teşekkür ederim.
oyea!
Fanilasını çekiştirmeyi bıraktı, yalnızdı artık don paça ne alaka “dedi”.üç beş gelelim bir dirhem yazalım çıksın arz’a yahut arıza diyerek mırıldanmasını kesen kedi mırıltılarına bıraktı kendini…Bir boşluk doldu odaya, sanki içini bilir gibi, döndü tekrar aynı teraneye tebelleş bir kerane. Ancak anladığını varsayarak ilerleyebilirdi sanal/ölüler kervanında, öyle ya her yorum “gönder” ömründedir yazıya kıyasla…Sarmaktan bıkkın eller üstelik pek maharetsiz “keramet otta bokta değil ki ne düşüneceğim bu yaradılmışlık ile” diye düşündü o an. Boş verilmişti hep, çepeçevre boşluk, hep bir koşturmaca “O”na vakit yok düşünme fazla…Ne oldu birden, ateşe düşünce yanmalı gömlek modeli takılmak mı? Nedir sorusunun yanıtı? Oysa ki bir hüzün sadece kaplıyor içini, hangi düşün sonu dram, olsa olsa acıya meksika usulü fasulye mantığı bir sado-mazo’dram bu benim düşlerim…Yeterince hıncını almalı imişçesine kendine baktı aynada, gördüğü hoş bir surat hafif dramatik bir “Act” ile dolan epey sahici bir maske! Hadi oradan sende wasssago şu ikibin niye, bilmek asıl sormamaktır veri işte ibiş, bildiğin rastlantısal Türk film’i, hani tarihimiz diyorum birilerine göre başka birilerine göre başka başka. Şu kendimize verdiğimiz değer değil mi tarihimizin başlangıcı? Cümleye paragraftan başlamak olmaz, hadi oradan!Yazmak bile sahici değil, yaşamak gerek yazılarını Mefkud, dediğim yorumun öldüğü “An” … Ellerine ve bana düşündürdüklerine sağlık, dakika bile az gelir yaşadığım “An”a, zihin parıldaması bana belki bir karalama size göre, nereden bilebilirim. Paylaşmak küfrü bile, bu değil mi?
Buyurun buradan yakın…
Devamı olacakmış gibi bir his var içimde:)
biz bütün yazılarınızı heterodiegetik anlatımlı sanıyorduk. ne olacak şimdi?
benden de o kadar linet… bekleyelim….
beklediniz ve geldi. geldiydi.