Çin'in Parlayan Yıldızı Şangay (Shanghai)
Çin’in Parlayan Yıldızı Şangay (Shanghai)

ŞANGAY’DA (SHANGHAI) ÇAY SAATİ, MÜZİK VE YAĞMURÇin’i ilk kez bundan 14 yıl önce görmüştüm. Hong Kong’tan iki saatlik bir tren yolculuğuyla geçmiştik Çin’e. O zamanlar öğrenciydim ve benim için Çin’e gitmek çok faklı bir deneyimdi. Guangzhou’da bir gece kaldık ve tekrar Hong Kong’a döndük. O sıralar Çince öğrenmem gerektiğini anlamıştım fakat bu konuda harekete geçmem zaman aldı.14 yıl sonra Hong Kong’a gittiğimde pek fazla şeyin değişmediğini gördüm. Ama Çin artık çok farklıydı. Bundan böyle parlayan yıldız Hong Kong değildi. Çin’in yeni parlayan yıldızı, iş dünyasının buluştuğu ve devletin büyük yatırımlar yaptığı Şangay’dı.Yabancı ülkelerde yazmayı çok severim. Bir rüyada yazıyormuşum gibi gelir bana. Yurt dışı gezilerimiz on gün bile sürse, aslında toplantılarda geçen zamanımız toplam olarak bir günü geçmez, dolaşmak ve yazmak için çok zamanım olur.Özellikle sakin ve ora halkının geldiği kafeleri tercih ederim. Çin’de turistlere karşı çok olumlu bir ortam vardır. Bu, devlet politikasıdır ve mesaj şudur: “Ne yaparsan yap, turistler ve yabancıları üzme!” Gecenin geç saatlerinde elimizde çantanızla sokaklarda korkusuzca dolaşabilirsiniz.Şangay rüya gibiydi. Bir keresinde hava yağmurluydu. Otelden çıkmamıştım. Lobideki kafede oturdum ve yazmaya başladım. Çay söyledim kendime. Çay tepsisi, porselen demlikle süslenmiş olarak, bütün lobiyi dolduran piyano sesi eşliğinde ve zarif bir kızın ellerinde geldi. Siyahlar içinde bir kadın, siyah bir piyanoda rengârenk ve içe işleyen bir melodi dokuyordu. Oturduğumuz yer, otelin arkasındaki bahçeye bakıyordu. Yerden, tavana kadar uzanan camdan-pencereden, yağmurun yeryüzüyle buluşmasını seyretmek mümkündü. Yeşil ağaçlar yağmurda ıslanırken, piyanodan gelen müziği dalıyordum. Sonra çaydan bir yudum ve sonrasında tekrar yazmak… eğer çayın yanında kurabiye geldiğini hâlâ unutmamışsanız, onun da tadına bakarsınız. Bir rüya gördüğümü ve rüyayı duyumsamam gerektiğini biliyordum.Sanırım o sıralar bir şiir yazıyordum. Şiir yazarken, piyanonun, yağmurun ve porselen demlikte gelen çayın size eşlik etmesi nasıl bir şeydir, bunu şairlere sorun.Sonra o şiir yazıldı ve adrese teslim edildi.
Şairlerin her şey için ve hiçbir şey beklemeksizin şiir yazabileceklerini herkes bilmez. Şiirin, her zaman bir davet veya beklenti anlatmadığını farkına varsın diye bu şiiri muhatabına, biz otelden ayrılmadan az önce verdim.Şiirimin alıcısı o zarif Nippon, belki bu şiirin ayaküstü sohbetlerden fazlası için bir davet olduğunu düşünerek, son dört gündür olduğu gibi ertesi gün de benimle kapıda rastlaşmayı umuyordu. Ama ben orada değildim. Otelden ayrıldığımızı öğrendi ve belki de sonra işlerine daldı. Fakat bir yandan da, bir yabancıda ülkesine karşı ilgi ve sempati uyandırmanın keyfini yaşadı. Kim bilir, belki de şiiri okudu ve sonra unuttu. Beni hatırlamasını istemiyordum ama kendisinin verdiği ilhamla yazılan bir şiire karşı bu kadar zalim olabilir miydi? Bilmiyorum.O gün de Şangay’da çay, büyük ihtimalle yine porselen demlikte, müziğin içinden geçerek ve zarif bir kızın ellerinde geldi, belki o gün yine yağmur yağdı. Ama ben orada yoktum. Uçağın penceresinden bulutları seyredip, tatlı bir uykuyu karşılarken, başka bir ülkede yazacağım yazıları düşünüyordum.www.radyocu.com