önceliklen kerametin kendisinde değil mozart’da olduğunu söylemeli fazıl say’a. ayrıca 2003 yılının 4 gününde vereceği konserle müziği bir yerlere taşıyacağını düşünüyorsa bu olaya ne kadar yüzeysel baktığının göstergesi.
röportajın tamamını okuyunca aslında müziği kendisi ve kendisi gibilerinin ne kadar uzağa götürdüğünü anlaşılıyor.
adam bu ülkede 30 milyonun konser izlemek için ne kadar fazla bir fiyat olduğunun farkında bile değil. birisi gelip söyleyince uyanıyor mevzuya. way be diyor. müziği yer yüzüne indirmeye karar veriyor promethus misali, hem de kendi sponsorluğunda. bravo fazıl bey. arada bu tip lûtuflarda bulunup bizi sevindirirseniz minnettar kalırız ulusça.
Gencebay’ıda örnek vererek bir karşılaştırma yapmış sayın Say…
Yeryüzüne inmese bile en azından yer‘in farkında olmadığı için mi Milliyet-Vatan vb.sayfalarında yer alıyor yoksa yapmış olduğu müzikal yorumların orjinalitesinden mi? Acep bunu düşünürmü sayın Say…
Kin besliyorum kendisine şahsen tanımıyorum ama kıl oluyorum.Bu tarz yazılarını konuşmalarını gördükçe / duydukça bu daha da artıyor.Sadece O’na değil tabii.
Lütfen kimseden nefret etmek falan istemiyorum , ama resmen zorluyorlar işte yaaa…
Gaziosmanpaşa gibi ilçelerde piyano çalma fikri nasıl doğdu?
İmza günüme gelen biri “Sizin bir konserinize gitmek istedik, bilet fiyatı 30 milyondu. Bu paraları veremiyoruz” dedi. Düşündüm, demek insanlar dinlemek istiyor ama parasını veremiyor.
istiyor ama veremiyor. ben, çevremdeki insanlardan yola çıkarak, klasik müziğinin ülkemizde çoğunluk tarafından dinlenmediğini görüyorum. kaldı ki çevremde konservatuvarda eğitim alan arkadaşlarımda bolca var, klasik müzik eğitimi alan bu adamlar bile dinlemiyor müziği, sadece eğitmenlerine hoş görünebilmek adına gidiyorlar ismet inönü sanat merkezine. bu müziğin çokça dinlenmediğinin bilincindeysem ben, fazıl bey daha bir bilincindedir ve bu kaygısına dayanarak, dinleyici kitlenin bu paraları (30 milyon gibi) verebildiğini ve konserlere gelebildiğini düşünmüştür. ne zamanki, parasızlıktan gelemeyenlerin olduğuna kanaat getirir o zaman düşürme çabası olur fiyatı. “nazım” projesinde, bir konserin 150-200 bin dolar’a malolması dikkatinizi çekecektir belki.
sayın umg, bugüne değin değerli yorumlarınız kaç yayın organında yer aldı merak ettim samimi olarak, ayrıca eğer açar bakarsanız bir gün, sanat dergisi adı altında satılan ve gerçekten önem arz eder yayınlarda da yer aldığını görürsünüz fazıl say gibilerinin. hiçbir şeyden nefret etmek istemiyor oluşunuz; fazıl’ın “salak proje” olarak isimlendirdiği uygulamalara, sokakta yere tükürene, rte’ye, 19 mucizelerine, türk telekom’a, küçük parantezinde emrah, ceylan, ibo… lara, benzerlerine, benzemeyenlerine ve geri kalanlara karşı, son derece sessiz kalmanıza neden oluyor sanırım (bunun için “mezar taşı” benzetmesi kullanılır ki bu çok hoşuma gider benim).
“inek değiliz ki trenlere bakalım” diyorsunuz ancak bu kaygınız, süper hızlı metrolardan uzaklaştırıyor sizi.
tamil bey, megadeth, dream theater, metallica, britney spears, madonna, michael jackson, dj erol, orhan gencebay vs. konserlerinin fiyat listesini sunarmısınız bana. sonrasında, avrupa, amerika gibi kıtalarda yer alan “gelişmiş” tabir ettiğimiz memleketlerdeki bir klasik müzik konserinin, bir opera’nın yada bale gösteriminin, bir tiyatronun izlenmesi için ödenen bedeli, galatasaray – fenerbahçe maçının bilet fiyatını, tüm bunlara bir bakar mısınız. birde, fazıl say olabilmek için ödenen bedellerin ne olduğunu inceler misiniz, günde 12 saat çalgı ile çalışmanın ne demek olduğunu düşünür müsünüz, en sonunda, “hayatımı buna adamış olsa idim, insanlarınb yararlanması için ne gibi bir bedel talep ederdim” der misiniz kendinize?
müziği değilse bile, neyi indirdiniz bugüne değin yere de, bok atmaya cürret ediyorsunuz, dünyanın “en iyi mozart yorumcusu” dediği adama? unutmadan, fazıl say’ın avrupada verdiği bir konser sonrası gelen eleştirilerden biri;
“salonu dolduran kalabalık, fazıl say’ın dehasını ayakta alkışlama şerefine erişebilecek kadar şanslı idi.” olmuştu, sizi alkışlamak şöyle dursun, size ilişkin iyi yönde yapılıpta sevinç uyandıran ne oldu bugüne değin?
olarak her konuyu kendi üzerimize almadan, herseyi siyah beyaz çizgilere ayirmadan ne zaman tartisabilecegimizi merak etmekteyim sahsen. Sanatci duyarliligi, bir enstrumana, bir müzik türüne ya da herhangi bir sanat veya meslek türüne hayatini adamis bir insanin yüceltilmesi gerektigini, yapilanlari insanlara ulastirma ve anlatma cabasinin desteklenmesi gerektigini tamamen kabul ediyorum. Ama bunlari yapan bir insana önyargili bir sekilde her yaptigi, soyledigi dogrudur diye yaklasilmasina da karsiyim kesinlikle. Hele ki bir elestriye siz ne yaptiniz ki diye karsilik verilmesi fikir tartismasi kapsamini asar bendenizce. Bir insanin bir müzik parcasini, bir kitabi elestirebilmesi için müzisyen ya da yazar olmasi gerekmez. Cüret etmekse çok ilginç bir kavramdir ve demokrasiden, özgür, düsünen ve tartisan bireylerden çok kul ve tebaa kavramlarini aklima getirir nedense. Elbetteki Fazil Say da Megadeth de Madonna da begenilecek ve elestirilecektir, ama öncelikle her iki türlü (olumlu ve olumsuz) ön yargilardan kurtulup olaylari olduklari gibi degerlendirmek gereklidir. Fazil Say’in klasik müzigi alim gücü çok düsük olan halk kesimlerine götürmeye çalismasi çok dogru ve örnek olmasi gereken bir harekettir ama ayni zamanda o ayni halk kesiminin çok sevdigi Orhan Gencebay’i bir sekilde asagilama cabasi ise yersizdir en hafif tabiriyle. En basitinden ulasmaya calistigi hedefe ters düsmektedir. Siz ulasmaya calistiginiz insanlarin deger verdigi bir seylere saldirida bulunuyorsaniz, o insanlara ulasma sansiniz çok ama çok azalacak ve söyledikleriniz arkalarinda nasil bir amaç olursa olsun amiyane tabirle “bir entelin zirvalari” olarak kalacaktir maalesef
Püh allah belamı versin, nasıl olurda eleştirebilirim ki.
Kimim ki ben; Değersiz yorumlarımın sadece benim için önemli olduğunu farkedemeyecek birisiyim herhalde.Ama bu benim suçum değil, ilkokul 5’ten sonra okutmayan ailemin suçu.(fena da olmadı aslında hiç olmaz ise elimiz ekmek tutuyor şu anda)
Ben istemezmiyim Mozart’ı dinlemeyi,anlamayı, yorumlarından zevk almayı ama ne yaparsın bizim kaderimiz daha biz doğmadan çizilmiş.
Ama isterdim ki günde 12 saatimi fiziksel güce dayanan bir iş yerine bir ensturumana(doğrumu yazdım acep)vermek.Zor olmalı, ama ne yaparsın kader, kısmetse en ufak biladeri okutup adam edeceğiz, belki o kurtarır bizi…
insan elbette eleştirmek için o işin (eleştiri getireceği) en iyisini yapmak yada ucundan tutmak zorunda değil. ancak eleştiri getireceği konuda, bir birikim ve metod sahibi değil ise, yapacağı eleştiri “bok atmak” yada “gereksiz övgü” kalıplarında kalacaktır.
megadeth, madonna, dream theater, orhan gencebay gibi isimlere gelince, bunlar, müziğini beğendiğim için ilk aklıma gelen isimler olduklarından dolayı oraya yazıldılar. diğer isimler ise popüler olduklarından. orhan gencebay, fazıl ile yapılan söyleşide aşağılanmıyor, orhan gencebay ve sezen aksu’nun, yaşar kemal ve orhan pamuk ile özdeşleştirilmesinin, yazarlara hakaret olacağı söyleniyor; nasıl ki, benim yazdığım bir öykü için “sait faik öyküleri ile bir tutulması, sait bey’e haksızlık – hakaret olur” denildiğinde benim için hakaret olmuyorsa, sezen aksu içinde hakaret olmayacaktır. aynı zamanda, sezen aksu hakkında, çok enteresan şeyler öğrenilebilir geçmişinden ve bugünkü ihtişamının ne derece hakedilmemiş olduğu gözlenebilir, bu ayrı konudur. gelgelelim, fazıl say hakkında herhangi bir dedikodu, bir magazin haberi, bir skandal duyamazsınız, buda ayrı konu.
umg, eğer ilkokul sonrası eğitim alamamış olman konusunda samimi isen, yani, varoşlarda yaşayan insanların durumuna dikkat çekmek için bir benzetme değilse bu, sana, faraday‘dan bahsedebilirim, son derece fakir olmasına ve ağır işçi olmasına karşın, dünyanın yetiştirdiği en büyük bilim adamlarındandır. bu gibi isimlerin ne çok olduğundan haberdarsınızdır herhalde. ek olarak, benimde maddi durumumun çok iyi olmamasına karşın, kişi olarak ilgileneceklerimi seçerken, mahallenin çocuğunun seçtiğine değil kendi istediğime yöneldim. belkide bu sayede fazıl say’ın tepkisindeki samimiyeti anlama hususunda sizden daha şanslıyım.
mozart’ı dinlemek için, milyarlar yada milyonlar harcamak gerekmiyor, ufak bir el radyosu alıp radyo2 dinlerseniz, mozart gibi bir çok müzisyenin eserlerine erişebilirsiniz.laço tayfa‘dan haberdarsınızdır sanırım, türkiyenin hatrı sayılır, “en” olmasa bile “çok çok” iyi (sezen aksu’dan iyi örneğin) müzisyenlerinden oluşan bir topluluk. topluluk üyelerinden, nurhat şensesli, çocukluğunda fakir, eğitimsiz, şanssız vs. idi, eline aldığı çalı süpürgesini gitar gibi tutarak kendini tatmin ederdi. bu, insanın, iyi bir müzisyen olması için milyarlar sahibi olarak doğması gerekmediğinin göstergesi. bizde milyarder değiliz ancak ablam iyi bir piyanist, bilkent gibi bir eğitim kurumuna (4 yıl boyunca burslu piyano öğrencisi almayan bir kuruma) 4/4 burslu giren bir piyanist.
umarım, kardeşiniz, sizin gibi özverili bir abi sayesinde, sizin isteyipte başaramadıklarınızı başaracak denli şanslı ve azimli olur.
psychedelic, benim bir köşe yazısı ile ilgili yorumumu merak etmişsiniz. şöyle;
500 sayfalık kitabın karşılığı müzik parçası ille de uzun mu olmalı. Yani Sezen Aksu, otuz dakikalık bir şarkı bestelese o zaman Yaşar Kemal’in muadili olacak mı?
sezen aksu, otuz dakikalık değil, otuz günlük bir beste yapsa dahi, “adı bende saklı, ada vapuru, hopaşinanay” dedikten sonra, yaşar kemal’in değilde, ahmet altan’ın karşılığı olabilir.
Bir kez romancılarla müzikçileri karşılaştırması olacak şey değil.
gayet güzel olacak bir şey, eğer açıp nietzsche okursanız, wagner’i nede çok sevidiğini, onun eşine duyduğu hayranlığı, sonradan nefretini vs. öğrenebilirsiniz.
Pop müziğini neden küçümsüyorsunuz? Birçok kişinin dinlediği, üstelik yıllarca ününü ve çalışmalarını sürdüren iki müzikçi de kendi alanlarının saygın kişileridir. İlle de senfoni yazmaları mı gerekir?
pop müziği küçümsüyoruz çünkü o pop müzik. bu saygın kişiler senfoni yazamazlar zaten, o nedenle ikinci soruya yanıt veremiyorum.
BENİM entelektüel arkadaşlarımın çoğunun ses hafızasında Zeki Müren’in, Münir Nurettin’in, Sezen Aksu’nun, Orhan Gencebay’ın şarkıları var. Şimdi onların elinden entelektüellik beratını almam mı gerekiyor?
senin entellektüel arkadaşların ve sen, entellektüelliği, “iki ayda bir bale, üç ayda bir kaç kısa film ve ayda bir kitap” ile özdeşleştirdiğinizden, ses hafızanız beni ilgilendirmiyor. üstelik örnekleri saptırmayalım, münir nurettin’e zeki müren’e bir şey söylemedik. senin entellektüel arkadaşların:
İstanbul’un entelektüel ve sosyete seyircisi, bir cep telefonu düğmesine basmasını hâlâ öğrenemedi. fazıl say.
Frank Sinatra da, bir klasik müzikçi kadar dinleniyor, satılıyor; unutmayın ki onu da sadece o tür müziği sevenler değil, klasikçiler de alıyor.
Beatles’ın müziğini bugün birçok klasik müzikçi çalıyor, artık o da modern klasikler arasında yerini almış. Beatles’ın eserlerini Berlin Filarmoni Orkestrası’nın 12 kemancısı seslendirdi. Bunda bir zevk garabeti var mı?
Miles Davis’in ‘Kind of Blue’su bir yıl içinde 100.000 tane satılıyormuş. Yüzlerce kere plağa alınan Vivaldi’nin ‘Mevsimler’inin de her yeni icrası aynı şekilde alıcı buluyor.
Ayrıca her ülkenin ölçütleri, karşılaştırmalı adları birbirini tutmuyor.
Yaşar Kemal’in, Orhan Pamuk’un karşısına iki müzikçi de konulabilir. Her dördü de kendi alanlarının kalite belgeleridir.
frank sinatra, beatles, miles davis’den bahsetmedik.
aklıma frank sinatra’ya ait olduğunu anımsadığım bir anı geldi:
kendisine, “ne tarz müzik dinlersiniz?” sorusu yöneltilince, “dünyada iki tür müzik vardır; 1.si iyi müzik, 2.si kötü müzik. ben birincisini dinlerim” diyor üstad.
röpörtajın iyi yanından bahsederkende; “yaşasın kardeşlik, hepimiz kardeşiz” mesajları gelmiş, bunu mahsuz kırmızıgül yaptığında da tiksinmiştim ben.
psychedelic, keşke, bir başkasının yazısına yorum beklemek yerine, kendi fikirlerinizi kendi dağarcığınızda belirtip öyle yorum bekleseydiniz, bu sayede daha verimli olabilirdik. verim konusunda baby700 ve justine ile bir söyleşimiz olmuştu gerçi, orada da çok gerekli olmadığından bahsetmişti üstadlar verim’in ama olsun ben verimden yanayım.
Aslında itiraf etmem gerekirse ben uzun bir ahkam kesebilecek yeteneğe sahip değilim. Ama daha verimli olmak adına şunları söyleyebilirim:
Şurda da görüleceği üzere ben klasik meraklısıyımdır. Ama böyle bir listede Fazıl Say olamaz. Çünkü diğer türlerin aksine klasik müzik, yorumcusu ile değil bestecisi ile anılır. Ropörtajdan çekip aldığım tümceye dikkatinizi çekerim. Ben sadece buna takıldım. Klasik müzik nasıl sevdirilir? Özele indirgersek, Fazıl Say bunu nasıl başaracak?
Şöyle diyor Say:
Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk’un karşılığı Türkiye’de Sezen Aksu, Orhan Gencebay olabiliyor. Oysa bu yanlış. Bu, Orhan Pamuk ve Yaşar Kemal’i küçülten bir şeydir.
Orhan Pamuk hiç okumadım ama Yaşar Kemal’in tüm kitaplarını okudum. Üniversite yıllarımda ise Orhan Gencebay dinleyen belkide tek ben vardım. Bu durumda şöyle düşünüyorum:Fazıl Say bana bu müziği sevdiremez. Çünkü benim değerlerime saygı duymuyor.
Ameximes’in benim yazim icin yaptigi linke baktim da hosuma gittim. Cok iyi yazmisim canim! Yani bu kadar mi iyi yazilir bi sey… Neyse.
Fazil Say’a buyuk saygi duyarim. Kendileri son 50 yilin buyuk yorumcularindandir ve deha seviyesinin civarindadir. Bununla birlikte kendisinin hiyar ve korkak ve establishment yanlisi ve kultursuz bi budala oldugunu dusunurum. Entel bile diildir. Kendisinin yapmasi gereken piyano calmak ve agzini kapamaktir. Zaten cirkin bi heriftir.
Aslinda bu son cikisini begenmistim. Hatta acaba kafasina tas falan mi dustu diye dusundum. Hakikaten Orhan Abi seven-dinleyen birinden bi sey olmaz. Ama devaminda soyle demis: ‘Sezen ve Orhan’in karsiligi O. Pamuk ve Y. Kemal olabiliyor. Oysa bu yanlis ve onlari kuculten bi sey’
Arghhhh. Tam da oyle be kardesim. Sezen, Pamuk, Kemal, Orhan… Hepsi ayni irilikteki, yani kucuklukteki arkadaslar iste.
Dedim ya, butun agirligi kulaga verdigi icin hic bi sey goremez halde Fazil Bey. Klasik muzigi koye goturmeceler falan. Boyle turk isi sovlarla ugrasiyor. Sana ne be guzel kardesim. Sen kulak-tuse dunyasindaki vaziyetlerle ilgilen. Gerisini bizim gibi, her bi b..tan biraz anlayan, bon pour l’orient arkadaslara birak.
show dünyasına girmiş popcu bir konser piyanisti (bu konuyu ayrıca aşağıda açıklarım önce konu:). yeteneği konusunda birşey diyemem, adam gerçekten iyi piyanist. ama iyi piyanist olması ota doka yorum yapabilmesi anlamına gelmez. biraz mütevazi ol be adam. hele şu orhan gencebay ve orhan pamuk karşılaştırması tam bir saçmalık. bir bestecinin karşılığı bir edebiyatçı arıyor ve karşılaştırdığı adamlar için “bu olmaz, eğitimsizlik” diyor. walla sabah sabah gazeteyi yiyordum sinirden.
onun tezine göre orhan gencebay’ın edebiyatta karşılığı metin kaçan’dır (ağır roman) o zaman. al sana karşılık arıtorsan karşılık. lavuk ne diye kendi koyduğun bir teze kendi koyduğun karşılıkları yakıştıramayıp “eğitimsizlik” deyip çıkıyorsun. iki gün sonra kıvırır gerçi allaan popcusu! kıvırma konusunu ve popcu meselesini açıklayayım:
okulun ilk senesi pek hevesli piyanistler olarak fazıl say’ı bir ok sanıp bizim konser salonunda verdiği soyleşili konsere gittik. konser boyunca dört defa eseri yarıda kesip kameremanı azarladı. sonra piyanomuza laf etti, pedalları gıcırdıyormuş!, sonra ilk eserden sonra piyanonun üst ve ön kapaklarını söktürdü ses az çıkıyormuş!. bin tane ukalalık yani, küçümsüyor ya oradakileri. sonra bir sürü konserine rasgeldim tv’de filan, ne burunun dibinden parmaklarını çeken kameremanı azarladı ne de çaldığı yarım kuyruk steinweg’in kapaklarını açtırtmıştı! neyse;
konser sonrası (adını vermeyim kendisine ayıp olur) fazıl’ın konservatuardan arkadaşı ve bizim hocalarımızdan biri (fazıl havada katlayan bir piyanisttir bence. adını çok azınız bilir çünkü popcu değildir, derinden geliyor yakında duyarsınız) bi iki soruyla fazılı sıkıştırdı. mesela eserin birinde bir muvman’ı (eserin bir bölümü) neden çalmadığını sordu! herif bir bölümü çalmamış 8ki bu klasik bir eserde yapılacak son şeydir. bir bölüm ekleyebilirsin ama çıkaramazsın!) biz anlamadık tabi. çalmama sebebi olarak piyanoyu ve kameremanı gösterdi. bu kadar abuk bir konser görmemiştim.
başka bir arkadaşım bir eserin yorumunda caz tınıları duyduğunu ileride caz çalıp çalmayacağını sordu. hayır dedi ben caz piyanisti değilim onlar sadece modern tınılardı dedi. üç yıl sonra stravinsky albümünü sırf caz yaptı. çünkü jacoues loussier’in caz yorumları (vivaldi dört mevsim, bach vs.) ve pekinel kardeşlerin take bach albümü (caz yorumu) iyi satıyordu!.
ben, piyano çalarken bu kadar çok hareket etmesinin çalışına faydası olup olmadığını sordum, çünkü adam piyano çalarken bir tek amuda kalkmıyordu. bunları istem dışı yaptığını iddia etti. istem dışı hareket eden piyanistler gördüm ama bunun kinin show olduğu kabak gibi ortada abiler.
neyse adama gıcık olurum, yeteğine bir şey diyemem ama onun kadar yeteknekli başka adamlar tanıdığım için bu bana çok bişey ifade etmez. hele ki yaptığı bu yorumlar bana komik gelir, piyano çalaşken yaptığı hareketlere kıçımla gülerim. ama arşivimde 3 tane say albümü vardır, arada bir dinlerim. sanırım stüdyoda o salak hareketleri yapmadığı için daha iyi çalıyor! babasına (ahmet say) saygı duyarım, kendisi iyi bir müzik tarihçisidir.
bu adamın albümlerini dinleyin ama dediklerine kulak asmayın, ve herşeyi dinleyin derim.
mozart’ın müzikteki dehasının yanında yaptığı en önemli işlerden birisi klasik müzik üretimindeki koruyuculuk, himayecilik kavramına karşı çıkışıdır. bu yüzdendir ki çağdaşları veya öncelleri en azından şimdiki emekli öğretmen tadında bir yaşam sürerken kendisi 36 yaşında sefalet içinde ölmüştür. yani yaptığı müziği bir öğle çayı ya da akşam yemeği sonrası bir senyorun hazmın kolaylaştırmak için yapmamaya çalışması önemlidir müzik adına. yapmasa ne olurdu? mozart dehasından bir şey kaybeder miydi? bence hayır. ama yaptı ve müzik üretimin çehresini daha kişisel, belli bir çevre ve zümreden uzaklaşmaya başlayan bir yapıya taşıdı veya taşınmasında yardımcı oldu.
işte o yüzden kerametin mozart’ta aranması gerek diye yazdım. verilen linkteki röportajı ve tavrı okuyun lütfen bir kez daha. ben müzik elçisiyim. usame bin laden bile dinler. ne güzel demiş infosecure, usame’nin dinlemediğini veya herhangi birinin dinlemediğini nerden biliyorsun? senin konserin 30 milyon ancak bugün bulabileceğiniz en ucuz müzik cd’leri klasik müzik cd’leridir. 5 tanesi 10 milyona almayanı dövüyorlar. ee şimdi insanlar bu müziği dinlemiyorsa fazıl say’ın takdir etmeyi başaramadığım ve bok attığım yeteneği yüzünden değil demek ki. yani bir vivaldi cd’si şu an korsan orhan gencebay cd’sinden daha ucuz. müziği illa da konserde dinlemek şartı da yok. peki nerde bu devlet? oratoryoya niye destek vermiyor? bu işin oratoryaya destek vererek olmayacağını anlamak gerek sanırım. önce dinleyici kitlesi sonra müzik. yoksa “ben bir çınar altında çalarım atın 3-5 kuruş..ne demek lafımı olur…sene de 4 konser beleş size canım halkım…” dediğin zaman biraz garipleşiyor olay.
bugün ve bundan önce ve de sonra, sanat üretimi, ekonomik elastikliği oldukça yüksek olan bir alan ve bu yüzden kruatör, sponsor…vs kavramları her zaman varolacak. ama bir şey yapmayı tamamen bu hegemonyanın kollarına bırakırsan, hareket edecek bir alanın kalmaz. o yüzden yazdım ahkâmıma “sponsoru kendisi olacakmış” diye. bunu özellikle söylüyor. yani diyor ki;”ben aradım bulamadım. ben vereceğim parasını bakın da görün”. işte bana batan bu. ilk önce kendi işini kendi bildiğin gibi kendin yapmayı denesene. öyle bir noktaya geldiler ki sponsorsuz tuşa basamıyorlar.
benim bütün derdim sorunum buydu.
şimdi gelelim, ağzından alevler çıkan ameximes canavarına. cümle cümle:
tamil bey, megadeth, dream theater, metallica, britney spears, madonna, michael jackson, dj erol, orhan gencebay vs. konserlerinin fiyat listesini sunarmısınız bana.
en son bildiğim megadeth konseri 35 milyon gibi bir şeydi. yani fazıl say ile aynı para nardeyse. verdiğin örnekler özelinde söyliyelim. bu arkadaşlar ülkemize bir kez ya gelir ya gelmez. parası bu kadardır verirsin vermezsin. sana kalmış. genellersek eğer burda önemli olan benim kararım ben 30 milyonu megadeth’e mi veririm fazıl say’a mı? bu noktada, megadeth konseri ile fazıl say konseri benim için seçenek olarak aynı seviyededir. bahsini geçirdiğin bu ve benzer grupların, fazıl say gibi bir misyonları yoktur. “biz trip-hop’u sevdirelim halkımıza…” demezler. dinliyorsan gel. paran varsa gelirsin derler. işte tam bu noktada şu sorunun cevabına veya açıklamasına geliyoruz:
tüm bunlara bir bakar mısınız. birde, fazıl say olabilmek için ödenen bedellerin ne olduğunu inceler misiniz, günde 12 saat çalgı ile çalışmanın ne demek olduğunu düşünür müsünüz, en sonunda, “hayatımı buna adamış olsa idim, insanların yararlanması için ne gibi bir bedel talep ederdim” der misiniz kendinize?
böyle bir misyonu ve onun cübbesini sırtına giyip bana kahramanlık yapıyorsan, işte hendek işte deve. bunun bedelini ben değil, sen ödersin. baktın olmaz vazgeçersin. takdirini de bana bırak.
şöyle demiş ameximes canavarı
sonrasında,
avrupa, amerika gibi kıtalarda yer alan “gelişmiş” tabir ettiğimiz memleketlerdeki bir klasik müzik konserinin, bir opera’nın yada bale gösteriminin, bir tiyatronun izlenmesi için ödenen bedeli, galatasaray – fenerbahçe maçının bilet fiyatını (söyler misin?)
peki sen bana bu ülkelerde kişi başına düşen milli geliri söyler misin? (çok klasik bir cevap oldu ama kendisi kaşındı)
aslında burda yazıyı kesecektim ancak niye bu kadar uzun yazdığımı düşününce, söylemememin saçma olacağını düşündüm. çok sinirlendim ameximes’in benimle ilgili yazdığı yazıya. özellikle şu kısma:
müziği değilse bile, neyi indirdiniz bugüne değin yere de, bok atmaya cürret ediyorsunuz, dünyanın “en iyi mozart yorumcusu” dediği adama? unutmadan, fazıl say’ın avrupada verdiği bir konser sonrası gelen eleştirilerden biri;
“salonu dolduran kalabalık, fazıl say’ın dehasını ayakta alkışlama şerefine erişebilecek kadar şanslı idi.” olmuştu, sizi alkışlamak şöyle dursun, size ilişkin iyi yönde yapılıpta sevinç uyandıran ne oldu bugüne değin?
beni, onu, bunu, şunu tanımadan abuk subuk konuşma cüretini ve cüret kelimesini kullanma cesaretini kullanabilmesi, sinirli, antipatik ve burnu büyük aristokrat havaları son derece sinir bozucu. ameximes’in “sen kimsin ki konuşuyorsun tavrı”, her eleştiriyi bok atmak veya karalamak sayan ve “eleştiri yıkıcı değil yapıcı olmalıdır…” teranesi ile başlayan cümleleri sıkça sarfeden yenik takım futbolcusu ağzına benzemektedir. basit, düşünülmemiş ve aşağılayıcı. bu sebeple ve yukarıda da ayrıntılı bir şekilde anlattığımı da varsayarak bok atma deyimini kendisine iade ediyorum. ister alır ister almaz, almazsa da zaten ben ona atarım.
ortaklığını su yüzüne çıkartmış bulunuyorsunuz, tebrikler.
entel, dantel, her şeyden biraz anlayan, burnu büyük aristokrat, antipatik, sinirli, cürret paradoxiniyeri, abuk ve subuk bir kişi olarak;
Psychedelic: okul anılarınızdan, yaşar kemal ile orhan gencebay’ı birleştiren acizane bir klasik müzik sever olduğunuzu öğrendik, bu sayede verim tavana vurdu evet. demekki neymiş? hepsi birbirinin karşılığı oluyormuş.
tamilgerillası: vivaldi cd’leri çok ucuz ve alınmıyor ise, sebep ne olabilir sence? klasik müzik “ders çalışırken dinlenmelidir iyi gelir” midir yoksa “hülya avşar’ın çocuğuna beethoven’ın son albümünü dinletmesi” midir? nedir? neden sevilmez türkiye’de bu müzik, ek olarak ben sevilsin diye uğraşan bir manyak mıyım? hayır, sadece kitlelerin seveceğini düşündüğüm ama sunulmadığını bildiğim klasik müzik ile ilgili bir futbolcu eleştirisinin bu derece yadırganmasını (üstelik her fırsatta “ben klasik müzii severim, bir sürü cd’im var, of of mis pırıl” diyen abiler tarafından) hazmedememekteyim ecevit abi gibi. sponsor olmadan adım atamayanların neden atamadığını düşündünüzmü acaba? beethoven bey’in 9. senfonisini bir sponsor yardımıyla sunduğundan haberdar mıydınız? fazıl, “30 milyon konser, paran varsa gel” dedi diyeceğine, üstüne “parası olmayan ama gelmek isteyenlerin sayısından haberdar oldum, o yüzden şimdide ucuza gel” dedi, yanılıyor muyum? günde 12 saat çalışmaya başladığı sıralarda bir misyon üstlenmemişti fazıl, o zaman piyano çalmayı öğreniyordu, şimdi ise, hakkını vererek piyano çalıyor, tüm bok mancınıklarının kabul ve ifade ettiği üzere ve diyor ki “en iyi oldum, en iyiyi istiyorsan 30 milyon rica edeyim”. kişi başına düşen milli gelir burada açıklanmış,
buradan şunu anlayabiliriz, maddi durumu pek iyi olmayan bu kimseler, iki milyon’a aldıkları izmir senfoni kıvamındaki kayıtlar yerine (çok daha iyi orkestra ve şeflerin icra ettiği eserlerin korsan kopyalarıda satılıyor piyasada ucuza evet) fazıl say’ı bir şekilde ülkesini temsil etmeye aday bu adamı canlı dinlemek için, bir aylık ulaşım bedelini vermiyorda, bir – iki milyon veriyor ve bunu sağlayan dahiye mancınıklar işliyor. yazınızı orada kesmenizi engelleyen uzun yazmış olduğunuzu düşünmüşlüğünüze gelince; söyediklerinize cevaben yazdıklarımın içinde, “bugüne değin bir bok indirmemiş olmanın verdiği rahatlık ile sağa sola indiren bir kişi sezmiş olmamdan kaynaklı bir rahatsızlığın yazınsal yankıları görülmektedir taraflarınıza”. “eleştiri yapıcı olmalıdır”dan çok, “eleştiri yapıcı olur” savını yakın buluyorum, şöyleki; canavarlığımdan bu denli rahatsız olan şahısların varlığını, onların ifade tarzlarını, “ne” diyerek “nasıl” anlaşıldığımı sayenizde daha bir öğreniyorum. boku değil ama yenikliği iade etmekten yanayım, yeniklikten çok, kulaktan dolma hazımsızlık denmeli sizinkine. bana bok atacağınızdan zaten eminim, atmışlığınız yok değil, görüyorumki ellerinizde, 250 ve 500 gr lık paketler halinde hazır boklar var ve anlayamadığınız mevzuulara doğru fırlatıyorsunuz onları (cephane sıkıntısı yaşamıyor oluşunuz ayrı bir hız katıyor size) kolunuzun gücünün yetişmediği menziller için ahkam mancınığını gayet iyi kullanıyorsunuz. ancak unutmayınız, bir duvara fırlatacağınız bok, yeterince sıkı olmadığı taktirde çarpma anında dağılarak üzerinize bulaşabilir. ayrıntılı bir şekilde açıklayışınız yanlış ayrıntılara girdiğinizi düşündüğümden terslendi, elbette iyi niyetleriniz olabilir, kim bilir belkide sizde verim sevdalısının birisinizdir ben gibi, geçer bunlar, hepsi geçer.
babyüstad: tarafınızdan ileri sürülen fazıl say modeli ne yazıkki eldeki koşullar ile gerçekleştirilemiyor. fazıl’ın paganinni bey’in çirkinliğini taşımasından ileri gelen rahatsızlığınızı gayet hoş karşılıyorum bir bayan olmanızdan dolayı, ancak unutmamalıki, zamanında datelli külotlar ve g-stringler olmasada (ve belkide olmadığından kim bilir), kendini sahneye fırlatan bayanların arasında eserlerini icra edebilmek adına, ağzını açmak suretiyle bayan savmak zorunda kalırdı paganinni. tüm bu nedenlerle, fazıl’ı olduğu gibi sevelim, sayalım derim ben. ne olur yani, türk işi gösteriler yapsa yavrucak? unutmadan, site dahilinde “baby700” girdisini aratınca karşımıza hep bir şaheser çıkıyor zaten, o nedenle hoşunuza gidebilmeyi amaçladığınızda, yanlış saymadıysam 7 karakterden oluşan takma isminizi aratmanız yeterli olacaktır. eee, ne diyelim, siz her albümü dinleyip laflara kulak asmamaya devam edin, çarpıcı bir çıkış yapmayı elbette isterdim yazıma ama utanıyorum, verimli ama kısa yazan arkadaşların yanında.
ameximes’in yazisinin link verdigi yere kadar olan kismi ne benim yazdiklarima cevap olabilecek ne de ameximes’in yazdiklari ile bagdasir nitelikte. bir grup soruyu bundan önceki yazisina göre daha büyük bir sinirle kaleme almis. bir takim nereye ulasmaya çalistigi belli olmayan soruyu sorup bana bir de link göndermis sagolsun. zaten o kismi ve altini okuyunca benim verdigim “2 milyonluk klasik müzik cd’si” örnegine çok fena takildigini ve orda kilitlendigini anliyorsunuz. bu da aslinda kendisinin satranç tabiriyle açmazda kaldigi yer oluyor. yani düsünmeyi atladigi sey. söylemek istedigim, müzik dinlemek için illa da paraya ihtiyaç olmadigiyidi. yani insanlar parasi olmayip fazil say’in konserine gidemedikleri için degil paralarini buraya harca(ya)madiklari ve kafalarini bu islere yor(a)madiklari için dinlemiyorlar. işte bu durumda küçük dağları da ben yarattım tavrı ile gidip, polonezköy’de (?) konser vermek bu insanların paralarını buraya harcamalarına yetmez. sadece kendisinin popülaritesine katkı ve milliyet’teki köşesine newyork’tan başka bir şeyler yazabilme şansını sağlar. ucuz müzik her zaman ama her zaman vardir. eskiden kayit kasetler vardi simdi ucuz cd’ler var. mp3 var. var oglu var. yani müzik birisi için tutkuysa onu arayip bulur. burada ve disarida bir sürü insan biliyorum nerdeyse her seylerini sevdikleri müzige harcayan. o sebeple önce dinleyici kitlesi sonra müzik dedim. yani kötü kayıt ile canlı şahane performans ayrımını yapmadan önce bazı genel geçer değerlere sahip olmak gerek. klişe bir tabirle “balık tutumasını öğretmek” bu işin temeli. (her işin olduğu gibi)
yine link’e dönmek gerekirse eger, fazil say’in tavri, söyledikleri, müzik ile ilgili bakisidir bana ters gelen. “yüksek müzik” kavramini insanlarin beynine sokmaya çalismasidir. yasar kemal’in karsiliginin senfoni olmasi gerekliligi aptalcadir. müzigi yazinla bir akim dahilinde bagdastirabilirsiniz. ancak müzikle edebiyati paralele koyup geometrik bir benzerlik kuramazsiniz. kaldı ki say’in söyledigi goethe-mozart benzetmesini zaten goethe yapmıştır ve goethe bu ilişkiyi mozart ile shakespeare arasında kurmuştur. (bakınız)
ameximes’in baştan beri anlamadığı şey, benim fazıl say’ın yeteneğine ve 12 saat çalışmasına ve virtüözlüğüne karşı bir garezimin olmayışıdır. kendisinin bir takım kalıplar dahilinde “birileri gibi” yeterli derecede düşünmeden konuşmasıdır asıl sorunum. konserini versin bedavaya ya da 1-2 milyona, ben vermesin demedim. ancak bize çinar altındayken bile olimpos havası yapmasın. aslında ne kadar insana ait olduğundan bahsetsin müziğin.
ameximes ile ilgili yaptığım “ağzından alev çıkan canavar benzetmesi” ağzından çıkanın ne olduğunun farkında olmaması ile ilgiliydi. bu sebeple zaten “düşünülmemiş” tabirini kullandım. yazdığı yazıda beni ve benim gibileri bir şeyler yapmamış olmakla suçlarken, ben de ona “peki sen ne yaptın da yapmayanları yapmamakla suçluyorsun?” deme hakkına sahiptim. insanı bir şeyler yapmaya iten bir tavır gibi gözükse de aslında kamplaşmalara, bölünmelere sürükleyen bir tabir. “yapanlar yapmayanlara bok atar. yapmayanların söylediği hiç bir şey doğru olamaz. çünkü yapanlar bilir. ama yapanların yanlış da yapamaz. çünkü onlar yapmışlardır.çünkü onlar 12 saat çalışmışlardır.” hastalıklı bir çıkarım maalesef. bunu ucu ta ya sev ya terket‘e kadar gidiyor.
yazı yazarken kimseyi karalamayı planlamıyorum. amacım doğru bildiğimi söylemek. ama bok atmak deniyorsa, insanların fikirlerini değiştirme şansım olmadığı için, sadece doğrumda ısrar ederim. birisini kirlettiysem eğer (ya da öyle düşünülüyorsa) bu kirdir, pistir, yalandır ve temizlenir. ancak ameximes’in yaptığı gibi ağzınızdan zehir saçarsanız, temizlenme şansınız yoktur, ölürsünüz. ne ironiktir ki zehirlerin panzehirleri, hep zehiri üretendedir. ve umarım bu söylediklerim ameximes için birşeyler ifade eder.
Hehehheheh. Cok eglenceli bi hal oldu yine; konusulan konunun disina cikildi; baska yerlere gelindi. Bu sitenin en begendigim ozelligi bu zaten. Hemen kisilerle ilgili hallere geciliyor. Benim onerim su: Hic o konu bu konu diye yorulmayalim, bahanelerle vakit kaybetmeyelim ve direkt birbirimizle ilgili yazalim. En sevdigim sey. Bayilirim. Hemen Tamil kardesimizin ahkamindan devamla soyleyeyim: Ben yazi yazarken karsimdakini nasil daha iyi karalarim diye dusunurum. Bu durum hem adrenalini arttirir hem ifadeyi patlatir. Ahkamci arkadaslara tavsiye ederim. ..k atmak da gayet hos bi tutumdur. Ama incelikleri vardir. Karsi tarafin ne dusunebilecegini onceden kestirmek ve ihtimalleri degerlendirmek gerekir. Bu degerlendirilen ihtimallere gore ifademizi, tonumuzu ayarlariz ve kelime taslarini gediklere yerlestiririz. Cok zevklidir. Zaten bunu bi oyun gibi telakki etmezsek iyi yazmamiz mumkun olmaz.
Gelelim Ameximes’e… Yani efenim o kadar net ve anlasilir bi ifadeniz, o kadar nefis cumle kurgulariniz var ki, insan altust oluyor; kendini toparlayamiyor. Yani, oluyor cumleler devrik; siralamasi çok kelimelerin karisiyor; anlasilamiyor geldigi anlama neyin ne; boyle lazim ozel bir yetenek kici basi cumleler olmayan icin kurmak…
Demek bayan oldugumu dusundunuz. Ustelik diger yazdigim seylere de bakmissiniz. Ben de yikildim aslinda; zira ben de sizi bagyan saniyodum. Hani belki Tamil ve Psyche’ye karsi sizi tutarsam, ilerde belki aramizda bisey olabilir diye bile aklimdan gecmisti. Onlarin zaten baya bi ekuri vaziyeti var; belki biz de sizinle kaynasip ayni ahirin samanligi falan diye dusunmustum. Heyhat oldu dogrusu. Ben soyle baska ahkam gruplarinda yardima ihtiyaci olan bi kisrak var mi diye bakiniyim en iyisi…
Hangi grup daha cok iskaliyor olan bitenin ozunu, bilmiyorum…
Klasik muzikten, klasik muzik dinleme veya yorumlama hazzinin disinda bir paye arayanlar var, ne kadar salakca. Ukalaca. Mide bulandirici.
Soyle dusununuz: Istatistiksel olarak Mozart’in muzik zekasina yakin zekali insanlarin merhumdan once veya sonra yeryuzumuzu sereflendirmemis olmasi imkansizdir. Bu dahi insanlarin bir kismi da illa ki muzikle istigal etmislerdir. Ve bu kisinin, salt sectigi tur nedeniyle tiksindiginiz bir popcu veya bilgisayar basinda elektronik muzik yapan bir “zibidi” olmasi pekala mumkundur.
Tersine cevirirsek: Bay Mozart bugun gokten iniverseydi ne tur muzik yapardi? Klasik muzik yapar miydi, yapmaz miydi? Kestirmesi zor.
Kesin olan bir sey var ki kendisi bugun bizim Klasik Muzik dedigimiz muzigin hakim oldugu devirde dogdugu icin klasik muzik icra etmistir, zeka seviyesi klasik muzige uygun oldugu icin degil.
Dolayisiyla klasik muzigi (birkac yuzyil oncesinin populer -pop- muzigini) bugun tartismasiz iyi (cok iyi, nefis, mukemmel, artik her neyse) yorumlayan, takdire layik yetenegini daha da takdire layik calismasiyla harmanlayan Fazil Say’in, muzik alanindaki basarilari, kendisine metalinden teknosuna, arabeskinden popuna hicbir muzigi KATEGORIK olarak asagilama hakkini vermez.
Bu kustahligi ve korlugu (cahilligi de denebilir) kendisini ilgilendiren bir karakter zayifligidir.
Sirf klasik muzik dinleyicisi oldugu icin bu kustahligi savunanlara ve alkis tutanlara ne demeli, orasini bilemiyorum…
“pop müziği küçümsüyoruz çünkü o pop müzik. bu saygın kişiler senfoni yazamazlar zaten…” diye bir cumle kurmayi kendine yedirebilen bir zihin, yazili-sesli butun kutuphaneleri yutsa da guduk bir beyin olmanin otesine gecemez. Laftan baska bir sey de uretemez.
Herkes klasik müzik dinleseydi nasıl olurdu acaba. Ama böyle birşey hiçbir zaman olmayacak. Dünyanın neresine giderseniz gidin bu tarz müzik hep birilerinin desteğiyle yapılır, belli bir kitleye sunulur. Sanat eseri kompleks bir yapıya ulaştığında kitlesi de daralır. Türkiye’de çağdaşlığın simgesi olarak görülüp insanlara zorla klasik müziği, operayı, baleyi sevdirmeye çalışanlar önce bu zihniyetlerinden vazgeçmeliler. İlgilenen insan nerde olsa buluyor bir şekilde.
Sanat konuşulduğunda işler karmaşıklaşıyor. Ben bu konudaki kişisel görüşümü söylerim siz de hayır öyle değil diyemezsiniz. Orada Yaşar Kemal ile Orhan Pamuk’u yanyana koymuş. Bence hiç yanyana gelmemesi gereken isimler. Her sene bir kitap yazmak Orhan Pamuk’u büyük yazar mı yapar. Ama bundan 10 sene önce Orhan Gencebay’a laf atan adamlar şimdi adamı yerlere göklere sığdıramıyorlar. Ortada bi samimiyetsizlik var. Bu adamlar ya tümden kopuyorlar toplumdan ya da bokunu çıkartıyor şekilden şekile giriyorlar. Sonra entel-dantel diye dalga geçerler tabi.
Hepsi aynı yere çıkıyor. Defalarca burada da konuşuldu. Tipik sanatçı geyiği. Bu milleti bennn adam edecem!! Ben, ben, ben…
Bir arkadaşım anlatmıştı. Rengim Gökmen (orkestra şefi) ile röportaj yapacak. Onunla ilgili bilgi topluyor, neler yapmış, kimlerle çalışmış diye. Röportajda klasik bunları kullanacak. Adam daha ilk dakikada benden bahsedeceksek hiç yapmayalım bu röportajı deyip kestirip atıyor. Tavır budur. Anlayana da büyük derstir.
Dinleyin abi, müzik dinleyin beyniniz açılsın. Arada Hande Yener’de dinle ama iyi olanı da kaçırma. MERAKLI OL! sevmen gerekmez ama utanma da Müslüm Gürses dinlediğin için. Kimi ilgilendirir ki?
Bu adam kitlenin karşısına kendisini “piyanist” diye tanıtmayı seçmiş mi? Evet. Gerisi bizi ilgilendirsin mi (ilgilendirmeli mi)? Bence hayır. Fazıl Bey: “Ben eleştirmenin kralıyım aga şimdi atacam tutacam hepiniz titreyin bakayım şöle bir!” dememiş ki? Hepimiz salvo ateş ettik birbirimize, neden? Çünkü herkesin fikrini söylemeye hakkı var diyoruz. Doğrudur. Vardır. Bırakın o da söylesin. Aklı varsa fikri de olacaktır. Ben adamın çalışını severim, gerisine de karışmam; değil mi ki karşıma cd ile çıkmayı seçmiş? Yoksa gider bir gazetede köşe yazısı yazardı, o zamanda kıyasıya eleştirilmek eşyanın doğası olurdu. Kimsenin mükemmel olmadığını biliyorum. O da değil. “Tekrar çal Sam”.
burada Fazıl Say’ın sanatı ve yorumculuğu tartışılmıyor. O’nun klasik müzikle ilgili bir yorumunu tartışıyoruz. Daha doğrusu tartışmaya çalışıyoruz. Bunu yaparken de üyeler arasında zaman zaman atışmaların ve polemiklerin olması olağan. Ortak bir noktada buluşmaya çalışmanın ise bir anlamı yok.
Bir konuda otorite olmayıp yalnızca sever düzeyde olmak susmayı gerektiriyorsa susarım. A, şu kişi bana eküri diyerek at yerine koymuş diye bir komplekse de kapılmam. Eğer bilgi eksikliğim varsa yukarda da yaptığım gibi ahkam kesmenizi isteyebilirim. A, bu lavuk nasılsa yer diye düşünüyorsanız bu sizin kişiliğinizi belgeler. Tartışmaların biçimiyle ilgili son sözümü söyleyerek noktalıyorum…
Şimdi Aristo mantığını ve yapmaya çalıştığım şeyin yararını bir yana bırakarak; örneğin,
klasik müzik-roman-bilim alanlarında
V.A. Mozart-Yaşar Kemal-Albert Einstein
desek,
klasik müzikte Mozart ne ise romanda Yaşar Kemal ve bilimde Einstein tümcesini kurabilirim.
(İsimler yalnızca örnektir. Siz başka isimler koyarak yeni tümceler kurabilirsiniz.)
Kuşkucu ve meraklı bir yaklaşımla bana sorulması gereken soru şu olmalı:KRİTERİN NE?
İşte yanıtını bulmaya çalıştığım da bu. Fazıl Say neyi baz alarak böyle bir karşılaştırma yapmış olabilir?
Klasik müziği sevdirme konusuna gelince;
genel olarak müzik bir toplumun kültürünün bir parçası ise klasik müzik toplumumuzun bir parçası değil demektir. Eğer yabancı kaynaklı bir müziği seviyorsanız kaynağın kültürünü ya tanıyor olmalısınız ya da benzer bir kültürünüz olmalı. Örneğin ben Pink Floyd seviyorsam İngiliz anarşistlerini de tanıyor olmalıyımdır; diye düşünürüm. Yanlış mı düşünürüm?
Fazıl halkdır. Konuyu çarpıtmaya gerek yok. Usame yada mozart diyip asıl konu olan bir haltada yaramayn pop müzik olayına bakınız. Fazıl yılların emekçisi, bir dünya sanatçısı ama doğru söyleyince sanki bu televole polemik tufanına katılmış gibi görünüyor. Fazıl burda mankenler gibi ün yapmak için depreşmiyor, öyle gösteriliyor röportajda. Yoksa mozart-fazıl yada fazıl-gencebay olayı değil. Hem arabeske bakın. Nasıl birşeydir ? Tamamen müslüman toplumları ilahilerden pop müziğe taşıma çabası. Baksanızı eski arabeskçiler disko müziğine başladı…
“yahu tamil bize bu yazdıkların ile ilgili örnek verir misin?” dese herhalde kahnweiler’i verirdim. yani istesem de böyle güzel ifade edemezdim. bütün ahkamlarımda ve hemen üstte psychedelic’in de söylediği gibi burada fazıl say’ın yaptığı yorum ve koyduğu tavır tartışılmaktadır. yani en azından bir kısmımız bunu için uğraşıyoruz. kendini daha üstte kurgulayan ve bu yönde sözler sarfeden bir zihniyetin yapmayı amaçladığının tam tersine neden olması, sorunu yaratmaktadır. hadi ordan siz ne bileceksiniz. yani sanatçı-ile toplumunu yabancılaşması. bu yabancılaşma aslında belli bir noktada üretimin (verim de denebilir mesela) başlangıç noktasıdır. ancak bu soyutlama, küçümseme noktasına geldiğinde toplum-sanatçı gerginliğini ortaya çıkarıyor. tıpkı yukarıdaki örnekte olduğu gibi.
genel bir bakışla hem kahnweiler’in hem de ameximes’in çıkış noktaları aynıdır. “harcanılan emeğe niye saygı göstermiyorsun?” ve “eleştiriyorsun ama sen ne yaptın? hem sen ne anlarsın”. öncelikle bunlar benim “eleştiri” onların “bok atmak” dediğine bir karşılık olmamaktadır ve hiç bir bağlantısı da bulunmamaktadır.
önce ilkine bakalım. burada söylenen, benim fazıl say’ın yeteneğine, yoğun çalışmasına, başarısına saygı göstermiyor olmam tezine dayanmaktadır. ancak hiç bir ahkamımda kendisinin çalışmasına saygısızlık edecek bir tabirim yoktur. karşı tarafa yüklenmek için ilk omuz darbesidir. bu tartışmanın selameti açısından çok da umursamadığım bir davranış değildir.
ikincisi aslında çok çok mühimdir. bununla sizi açıkça bu konu ile ilgili konuşma yetisine sahip olamama ve bilgi yetersizliği ile suçlamaktadır. burada kişilerin karşısındakine (üstelik bu durum özelinde karşısındakini tanımadan) bunu söyleyebilecek önyargıya sahip olması son derece rahatsız edicidir. işin tutarlı ve komik yanı ise hadi ordan sen ne anlarsın tavrı‘nın, baştan beri yazıya konu olan tavrın ta kendisi oluşudur. bu da benim eleştirdiğim durumu onların niye kabullendiklerini bir kere daha çok net göstermektedir. bu tutum içerisinde bulunanların yapacakları hiç bir şeyin sürekliliği, başarısı ve kabul edilebilirliği olmayacağını düşndüğüm için ilk blogu yazdım. aha ta buralara kadar geldi.
Öncelikle kukuletacığım; Mozart’ın yaşadığı zamanın pop müziği “klasik müzik” değildi. Ama zaman ve mekan dersen olur. Tek başına bir piyano bile her zaman için faslasıyla pahalı bir enstrüman olmuştur. Bu müziğin icra edilmesi için gereken salonları ve orkestrayı düşünürsen; bunun her zaman için, elit kesim’e (hakim sınıf) yönelik bir müzik olduğu anlaşılır. Ama üst sınıfa ait olması, üstün bir müzik olduğunun kanıtı değildir.
Burdan yola çıkarak Fazıl’a sorulur; Goethe okunması ve Beethoven dinlenmesi, bir türlü ulaşamadığımız Avrupa toplumunda o kadar da yaygın mıdır? Avrupada da birşeylerin peşine giden büyük(kocaman, en doğrusu; ezici çoğunlukta) bir kitle var mıdır? (nasıl? iyi dedim di mi?)
O paragraf, ileri geri yazılmış birşey. Bir değer içerdiğini düşünmek gerçekten yanlış olur. Fazıl Say’ın bu hareketi, popülist bir yaklaşımdır ve klasik müziğin beğenilmesine ya da yayılmasına hiçbir katkı içermesi olanaklı değildir. Konuda derin bilgisi olan “fish”de bunu ayrıntılarıyla açıklıyor.
Fakat, gelmek istediğim nokta; hep birlikte gelmek istediğim nokta; sanat’ın ne olduğudur. Bunu yukarıda birileri sormuş, ama açıklama yerine ‘çalışın gelin’ demiştir.
Klasik müzik bir güzel sanattır. Pop müzik de çirkin sanattır. Bu kadar bilgi birikimiyle bu yazılıyor ancak.
Fakat soruya geri döndüğümüzde, sanat kavramına ve sanatçının işine Kurt Vonnegut’tan bir alıntıyla gireyim;
“Bir sanat eseri, insanın yaşamaktan biraz daha fazla keyif alabilmesini sağlamalıdır”
Buna katılıyorum ve estetiği olan her türlü müziğin küçümsenmesini kınıyorum.
Fakat; etrafımızda bu kadar sıkışıklık varken, sanatçının söyleyecek birşeyleri olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sanat, duyguları harekete geçirir. Bu sayede, anlatılmak istenen şey, fikirler ve duygularla birleşeceğinden, çok daha etkili ve anlaşılır olur.
Fazıl’ın diyecek birşeyleri olduğuna inanmıyorum. Kendi müziğinde fazla derine dalmış ve klasik müziği varoşlara götürmenin, onları daha üstün bir yaşama(ekonomiyi karıştırmıyorum bile, ruhsal olarak) yükselteceğini mi düşünüyor?
Şu anda bana öyle geliyor ki, her notası birer birer işaretlenmiş klasik müziği, en iyi çalmış adamların bulunabileceği CD’si(yanlışım var mı burada) yerine, konserde dinlemek; müzik sevgisinden çok gövde gösterisi, entellektüellik kanıtıdır sanki. Bunu salonda dinlemenin artılarını bana gösterebilecek birileri varsa sevinirim.
Ne söyleyecek birşeyi var, ne de dans ediliyor?? Yatağıma uzanır, kulaklığımı takarım daha iyi olmaz mı? olmazsa biri bana açıklasın bunu lütfen.
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
önceliklen kerametin kendisinde değil mozart’da olduğunu söylemeli fazıl say’a. ayrıca 2003 yılının 4 gününde vereceği konserle müziği bir yerlere taşıyacağını düşünüyorsa bu olaya ne kadar yüzeysel baktığının göstergesi.
röportajın tamamını okuyunca aslında müziği kendisi ve kendisi gibilerinin ne kadar uzağa götürdüğünü anlaşılıyor.
adam bu ülkede 30 milyonun konser izlemek için ne kadar fazla bir fiyat olduğunun farkında bile değil. birisi gelip söyleyince uyanıyor mevzuya. way be diyor. müziği yer yüzüne indirmeye karar veriyor promethus misali, hem de kendi sponsorluğunda. bravo fazıl bey. arada bu tip lûtuflarda bulunup bizi sevindirirseniz minnettar kalırız ulusça.
mozarti sevmiyo muymus ?
Gencebay’ıda örnek vererek bir karşılaştırma yapmış sayın Say…
Yeryüzüne inmese bile en azından yer‘in farkında olmadığı için mi Milliyet-Vatan vb.sayfalarında yer alıyor yoksa yapmış olduğu müzikal yorumların orjinalitesinden mi? Acep bunu düşünürmü sayın Say…
Kin besliyorum kendisine şahsen tanımıyorum ama kıl oluyorum.Bu tarz yazılarını konuşmalarını gördükçe / duydukça bu daha da artıyor.Sadece O’na değil tabii.
Lütfen kimseden nefret etmek falan istemiyorum , ama resmen zorluyorlar işte yaaa…
Gaziosmanpaşa gibi ilçelerde piyano çalma fikri nasıl doğdu?
İmza günüme gelen biri “Sizin bir konserinize gitmek istedik, bilet fiyatı 30 milyondu. Bu paraları veremiyoruz” dedi. Düşündüm, demek insanlar dinlemek istiyor ama parasını veremiyor.
istiyor ama veremiyor. ben, çevremdeki insanlardan yola çıkarak, klasik müziğinin ülkemizde çoğunluk tarafından dinlenmediğini görüyorum. kaldı ki çevremde konservatuvarda eğitim alan arkadaşlarımda bolca var, klasik müzik eğitimi alan bu adamlar bile dinlemiyor müziği, sadece eğitmenlerine hoş görünebilmek adına gidiyorlar ismet inönü sanat merkezine. bu müziğin çokça dinlenmediğinin bilincindeysem ben, fazıl bey daha bir bilincindedir ve bu kaygısına dayanarak, dinleyici kitlenin bu paraları (30 milyon gibi) verebildiğini ve konserlere gelebildiğini düşünmüştür. ne zamanki, parasızlıktan gelemeyenlerin olduğuna kanaat getirir o zaman düşürme çabası olur fiyatı. “nazım” projesinde, bir konserin 150-200 bin dolar’a malolması dikkatinizi çekecektir belki.
sayın umg, bugüne değin değerli yorumlarınız kaç yayın organında yer aldı merak ettim samimi olarak, ayrıca eğer açar bakarsanız bir gün, sanat dergisi adı altında satılan ve gerçekten önem arz eder yayınlarda da yer aldığını görürsünüz fazıl say gibilerinin. hiçbir şeyden nefret etmek istemiyor oluşunuz; fazıl’ın “salak proje” olarak isimlendirdiği uygulamalara, sokakta yere tükürene, rte’ye, 19 mucizelerine, türk telekom’a, küçük parantezinde emrah, ceylan, ibo… lara, benzerlerine, benzemeyenlerine ve geri kalanlara karşı, son derece sessiz kalmanıza neden oluyor sanırım (bunun için “mezar taşı” benzetmesi kullanılır ki bu çok hoşuma gider benim).
“inek değiliz ki trenlere bakalım” diyorsunuz ancak bu kaygınız, süper hızlı metrolardan uzaklaştırıyor sizi.
tamil bey, megadeth, dream theater, metallica, britney spears, madonna, michael jackson, dj erol, orhan gencebay vs. konserlerinin fiyat listesini sunarmısınız bana. sonrasında, avrupa, amerika gibi kıtalarda yer alan “gelişmiş” tabir ettiğimiz memleketlerdeki bir klasik müzik konserinin, bir opera’nın yada bale gösteriminin, bir tiyatronun izlenmesi için ödenen bedeli, galatasaray – fenerbahçe maçının bilet fiyatını, tüm bunlara bir bakar mısınız. birde, fazıl say olabilmek için ödenen bedellerin ne olduğunu inceler misiniz, günde 12 saat çalgı ile çalışmanın ne demek olduğunu düşünür müsünüz, en sonunda, “hayatımı buna adamış olsa idim, insanlarınb yararlanması için ne gibi bir bedel talep ederdim” der misiniz kendinize?
müziği değilse bile, neyi indirdiniz bugüne değin yere de, bok atmaya cürret ediyorsunuz, dünyanın “en iyi mozart yorumcusu” dediği adama? unutmadan, fazıl say’ın avrupada verdiği bir konser sonrası gelen eleştirilerden biri;
“salonu dolduran kalabalık, fazıl say’ın dehasını ayakta alkışlama şerefine erişebilecek kadar şanslı idi.” olmuştu, sizi alkışlamak şöyle dursun, size ilişkin iyi yönde yapılıpta sevinç uyandıran ne oldu bugüne değin?
klasik müzik sever olarak ameximes’in şu yazıyla ilgili yorumunu da merak etmekteyim.
olarak her konuyu kendi üzerimize almadan, herseyi siyah beyaz çizgilere ayirmadan ne zaman tartisabilecegimizi merak etmekteyim sahsen. Sanatci duyarliligi, bir enstrumana, bir müzik türüne ya da herhangi bir sanat veya meslek türüne hayatini adamis bir insanin yüceltilmesi gerektigini, yapilanlari insanlara ulastirma ve anlatma cabasinin desteklenmesi gerektigini tamamen kabul ediyorum. Ama bunlari yapan bir insana önyargili bir sekilde her yaptigi, soyledigi dogrudur diye yaklasilmasina da karsiyim kesinlikle. Hele ki bir elestriye siz ne yaptiniz ki diye karsilik verilmesi fikir tartismasi kapsamini asar bendenizce. Bir insanin bir müzik parcasini, bir kitabi elestirebilmesi için müzisyen ya da yazar olmasi gerekmez. Cüret etmekse çok ilginç bir kavramdir ve demokrasiden, özgür, düsünen ve tartisan bireylerden çok kul ve tebaa kavramlarini aklima getirir nedense. Elbetteki Fazil Say da Megadeth de Madonna da begenilecek ve elestirilecektir, ama öncelikle her iki türlü (olumlu ve olumsuz) ön yargilardan kurtulup olaylari olduklari gibi degerlendirmek gereklidir. Fazil Say’in klasik müzigi alim gücü çok düsük olan halk kesimlerine götürmeye çalismasi çok dogru ve örnek olmasi gereken bir harekettir ama ayni zamanda o ayni halk kesiminin çok sevdigi Orhan Gencebay’i bir sekilde asagilama cabasi ise yersizdir en hafif tabiriyle. En basitinden ulasmaya calistigi hedefe ters düsmektedir. Siz ulasmaya calistiginiz insanlarin deger verdigi bir seylere saldirida bulunuyorsaniz, o insanlara ulasma sansiniz çok ama çok azalacak ve söyledikleriniz arkalarinda nasil bir amaç olursa olsun amiyane tabirle “bir entelin zirvalari” olarak kalacaktir maalesef
Püh allah belamı versin, nasıl olurda eleştirebilirim ki.
Kimim ki ben; Değersiz yorumlarımın sadece benim için önemli olduğunu farkedemeyecek birisiyim herhalde.Ama bu benim suçum değil, ilkokul 5’ten sonra okutmayan ailemin suçu.(fena da olmadı aslında hiç olmaz ise elimiz ekmek tutuyor şu anda)
Ben istemezmiyim Mozart’ı dinlemeyi,anlamayı, yorumlarından zevk almayı ama ne yaparsın bizim kaderimiz daha biz doğmadan çizilmiş.
Ama isterdim ki günde 12 saatimi fiziksel güce dayanan bir iş yerine bir ensturumana(doğrumu yazdım acep)vermek.Zor olmalı, ama ne yaparsın kader, kısmetse en ufak biladeri okutup adam edeceğiz, belki o kurtarır bizi…
insan elbette eleştirmek için o işin (eleştiri getireceği) en iyisini yapmak yada ucundan tutmak zorunda değil. ancak eleştiri getireceği konuda, bir birikim ve metod sahibi değil ise, yapacağı eleştiri “bok atmak” yada “gereksiz övgü” kalıplarında kalacaktır.
megadeth, madonna, dream theater, orhan gencebay gibi isimlere gelince, bunlar, müziğini beğendiğim için ilk aklıma gelen isimler olduklarından dolayı oraya yazıldılar. diğer isimler ise popüler olduklarından. orhan gencebay, fazıl ile yapılan söyleşide aşağılanmıyor, orhan gencebay ve sezen aksu’nun, yaşar kemal ve orhan pamuk ile özdeşleştirilmesinin, yazarlara hakaret olacağı söyleniyor; nasıl ki, benim yazdığım bir öykü için “sait faik öyküleri ile bir tutulması, sait bey’e haksızlık – hakaret olur” denildiğinde benim için hakaret olmuyorsa, sezen aksu içinde hakaret olmayacaktır. aynı zamanda, sezen aksu hakkında, çok enteresan şeyler öğrenilebilir geçmişinden ve bugünkü ihtişamının ne derece hakedilmemiş olduğu gözlenebilir, bu ayrı konudur. gelgelelim, fazıl say hakkında herhangi bir dedikodu, bir magazin haberi, bir skandal duyamazsınız, buda ayrı konu.
umg, eğer ilkokul sonrası eğitim alamamış olman konusunda samimi isen, yani, varoşlarda yaşayan insanların durumuna dikkat çekmek için bir benzetme değilse bu, sana, faraday‘dan bahsedebilirim, son derece fakir olmasına ve ağır işçi olmasına karşın, dünyanın yetiştirdiği en büyük bilim adamlarındandır. bu gibi isimlerin ne çok olduğundan haberdarsınızdır herhalde. ek olarak, benimde maddi durumumun çok iyi olmamasına karşın, kişi olarak ilgileneceklerimi seçerken, mahallenin çocuğunun seçtiğine değil kendi istediğime yöneldim. belkide bu sayede fazıl say’ın tepkisindeki samimiyeti anlama hususunda sizden daha şanslıyım.
mozart’ı dinlemek için, milyarlar yada milyonlar harcamak gerekmiyor, ufak bir el radyosu alıp radyo2 dinlerseniz, mozart gibi bir çok müzisyenin eserlerine erişebilirsiniz.laço tayfa‘dan haberdarsınızdır sanırım, türkiyenin hatrı sayılır, “en” olmasa bile “çok çok” iyi (sezen aksu’dan iyi örneğin) müzisyenlerinden oluşan bir topluluk. topluluk üyelerinden, nurhat şensesli, çocukluğunda fakir, eğitimsiz, şanssız vs. idi, eline aldığı çalı süpürgesini gitar gibi tutarak kendini tatmin ederdi. bu, insanın, iyi bir müzisyen olması için milyarlar sahibi olarak doğması gerekmediğinin göstergesi. bizde milyarder değiliz ancak ablam iyi bir piyanist, bilkent gibi bir eğitim kurumuna (4 yıl boyunca burslu piyano öğrencisi almayan bir kuruma) 4/4 burslu giren bir piyanist.
umarım, kardeşiniz, sizin gibi özverili bir abi sayesinde, sizin isteyipte başaramadıklarınızı başaracak denli şanslı ve azimli olur.
psychedelic, benim bir köşe yazısı ile ilgili yorumumu merak etmişsiniz. şöyle;
500 sayfalık kitabın karşılığı müzik parçası ille de uzun mu olmalı. Yani Sezen Aksu, otuz dakikalık bir şarkı bestelese o zaman Yaşar Kemal’in muadili olacak mı?
sezen aksu, otuz dakikalık değil, otuz günlük bir beste yapsa dahi, “adı bende saklı, ada vapuru, hopaşinanay” dedikten sonra, yaşar kemal’in değilde, ahmet altan’ın karşılığı olabilir.
Bir kez romancılarla müzikçileri karşılaştırması olacak şey değil.
gayet güzel olacak bir şey, eğer açıp nietzsche okursanız, wagner’i nede çok sevidiğini, onun eşine duyduğu hayranlığı, sonradan nefretini vs. öğrenebilirsiniz.
Pop müziğini neden küçümsüyorsunuz? Birçok kişinin dinlediği, üstelik yıllarca ününü ve çalışmalarını sürdüren iki müzikçi de kendi alanlarının saygın kişileridir. İlle de senfoni yazmaları mı gerekir?
pop müziği küçümsüyoruz çünkü o pop müzik. bu saygın kişiler senfoni yazamazlar zaten, o nedenle ikinci soruya yanıt veremiyorum.
BENİM entelektüel arkadaşlarımın çoğunun ses hafızasında Zeki Müren’in, Münir Nurettin’in, Sezen Aksu’nun, Orhan Gencebay’ın şarkıları var. Şimdi onların elinden entelektüellik beratını almam mı gerekiyor?
senin entellektüel arkadaşların ve sen, entellektüelliği, “iki ayda bir bale, üç ayda bir kaç kısa film ve ayda bir kitap” ile özdeşleştirdiğinizden, ses hafızanız beni ilgilendirmiyor. üstelik örnekleri saptırmayalım, münir nurettin’e zeki müren’e bir şey söylemedik. senin entellektüel arkadaşların:
İstanbul’un entelektüel ve sosyete seyircisi, bir cep telefonu düğmesine basmasını hâlâ öğrenemedi. fazıl say.
Frank Sinatra da, bir klasik müzikçi kadar dinleniyor, satılıyor; unutmayın ki onu da sadece o tür müziği sevenler değil, klasikçiler de alıyor.
Beatles’ın müziğini bugün birçok klasik müzikçi çalıyor, artık o da modern klasikler arasında yerini almış. Beatles’ın eserlerini Berlin Filarmoni Orkestrası’nın 12 kemancısı seslendirdi. Bunda bir zevk garabeti var mı?
Miles Davis’in ‘Kind of Blue’su bir yıl içinde 100.000 tane satılıyormuş. Yüzlerce kere plağa alınan Vivaldi’nin ‘Mevsimler’inin de her yeni icrası aynı şekilde alıcı buluyor.
Ayrıca her ülkenin ölçütleri, karşılaştırmalı adları birbirini tutmuyor.
Yaşar Kemal’in, Orhan Pamuk’un karşısına iki müzikçi de konulabilir. Her dördü de kendi alanlarının kalite belgeleridir.
frank sinatra, beatles, miles davis’den bahsetmedik.
aklıma frank sinatra’ya ait olduğunu anımsadığım bir anı geldi:
kendisine, “ne tarz müzik dinlersiniz?” sorusu yöneltilince, “dünyada iki tür müzik vardır; 1.si iyi müzik, 2.si kötü müzik. ben birincisini dinlerim” diyor üstad.
röpörtajın iyi yanından bahsederkende; “yaşasın kardeşlik, hepimiz kardeşiz” mesajları gelmiş, bunu mahsuz kırmızıgül yaptığında da tiksinmiştim ben.
psychedelic, keşke, bir başkasının yazısına yorum beklemek yerine, kendi fikirlerinizi kendi dağarcığınızda belirtip öyle yorum bekleseydiniz, bu sayede daha verimli olabilirdik. verim konusunda baby700 ve justine ile bir söyleşimiz olmuştu gerçi, orada da çok gerekli olmadığından bahsetmişti üstadlar verim’in ama olsun ben verimden yanayım.
Aslında itiraf etmem gerekirse ben uzun bir ahkam kesebilecek yeteneğe sahip değilim. Ama daha verimli olmak adına şunları söyleyebilirim:
Şurda da görüleceği üzere ben klasik meraklısıyımdır. Ama böyle bir listede Fazıl Say olamaz. Çünkü diğer türlerin aksine klasik müzik, yorumcusu ile değil bestecisi ile anılır. Ropörtajdan çekip aldığım tümceye dikkatinizi çekerim. Ben sadece buna takıldım. Klasik müzik nasıl sevdirilir? Özele indirgersek, Fazıl Say bunu nasıl başaracak?
Şöyle diyor Say:
Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk’un karşılığı Türkiye’de Sezen Aksu, Orhan Gencebay olabiliyor. Oysa bu yanlış. Bu, Orhan Pamuk ve Yaşar Kemal’i küçülten bir şeydir.
Orhan Pamuk hiç okumadım ama Yaşar Kemal’in tüm kitaplarını okudum. Üniversite yıllarımda ise Orhan Gencebay dinleyen belkide tek ben vardım. Bu durumda şöyle düşünüyorum:Fazıl Say bana bu müziği sevdiremez. Çünkü benim değerlerime saygı duymuyor.
Umarım yanılıyor veya yanlış algılamışımdır.
Ameximes’in benim yazim icin yaptigi linke baktim da hosuma gittim. Cok iyi yazmisim canim! Yani bu kadar mi iyi yazilir bi sey… Neyse.
Fazil Say’a buyuk saygi duyarim. Kendileri son 50 yilin buyuk yorumcularindandir ve deha seviyesinin civarindadir. Bununla birlikte kendisinin hiyar ve korkak ve establishment yanlisi ve kultursuz bi budala oldugunu dusunurum. Entel bile diildir. Kendisinin yapmasi gereken piyano calmak ve agzini kapamaktir. Zaten cirkin bi heriftir.
Aslinda bu son cikisini begenmistim. Hatta acaba kafasina tas falan mi dustu diye dusundum. Hakikaten Orhan Abi seven-dinleyen birinden bi sey olmaz. Ama devaminda soyle demis: ‘Sezen ve Orhan’in karsiligi O. Pamuk ve Y. Kemal olabiliyor. Oysa bu yanlis ve onlari kuculten bi sey’
Arghhhh. Tam da oyle be kardesim. Sezen, Pamuk, Kemal, Orhan… Hepsi ayni irilikteki, yani kucuklukteki arkadaslar iste.
Dedim ya, butun agirligi kulaga verdigi icin hic bi sey goremez halde Fazil Bey. Klasik muzigi koye goturmeceler falan. Boyle turk isi sovlarla ugrasiyor. Sana ne be guzel kardesim. Sen kulak-tuse dunyasindaki vaziyetlerle ilgilen. Gerisini bizim gibi, her bi b..tan biraz anlayan, bon pour l’orient arkadaslara birak.
show dünyasına girmiş popcu bir konser piyanisti (bu konuyu ayrıca aşağıda açıklarım önce konu:). yeteneği konusunda birşey diyemem, adam gerçekten iyi piyanist. ama iyi piyanist olması ota doka yorum yapabilmesi anlamına gelmez. biraz mütevazi ol be adam. hele şu orhan gencebay ve orhan pamuk karşılaştırması tam bir saçmalık. bir bestecinin karşılığı bir edebiyatçı arıyor ve karşılaştırdığı adamlar için “bu olmaz, eğitimsizlik” diyor. walla sabah sabah gazeteyi yiyordum sinirden.
onun tezine göre orhan gencebay’ın edebiyatta karşılığı metin kaçan’dır (ağır roman) o zaman. al sana karşılık arıtorsan karşılık. lavuk ne diye kendi koyduğun bir teze kendi koyduğun karşılıkları yakıştıramayıp “eğitimsizlik” deyip çıkıyorsun. iki gün sonra kıvırır gerçi allaan popcusu! kıvırma konusunu ve popcu meselesini açıklayayım:
okulun ilk senesi pek hevesli piyanistler olarak fazıl say’ı bir ok sanıp bizim konser salonunda verdiği soyleşili konsere gittik. konser boyunca dört defa eseri yarıda kesip kameremanı azarladı. sonra piyanomuza laf etti, pedalları gıcırdıyormuş!, sonra ilk eserden sonra piyanonun üst ve ön kapaklarını söktürdü ses az çıkıyormuş!. bin tane ukalalık yani, küçümsüyor ya oradakileri. sonra bir sürü konserine rasgeldim tv’de filan, ne burunun dibinden parmaklarını çeken kameremanı azarladı ne de çaldığı yarım kuyruk steinweg’in kapaklarını açtırtmıştı! neyse;
konser sonrası (adını vermeyim kendisine ayıp olur) fazıl’ın konservatuardan arkadaşı ve bizim hocalarımızdan biri (fazıl havada katlayan bir piyanisttir bence. adını çok azınız bilir çünkü popcu değildir, derinden geliyor yakında duyarsınız) bi iki soruyla fazılı sıkıştırdı. mesela eserin birinde bir muvman’ı (eserin bir bölümü) neden çalmadığını sordu! herif bir bölümü çalmamış 8ki bu klasik bir eserde yapılacak son şeydir. bir bölüm ekleyebilirsin ama çıkaramazsın!) biz anlamadık tabi. çalmama sebebi olarak piyanoyu ve kameremanı gösterdi. bu kadar abuk bir konser görmemiştim.
başka bir arkadaşım bir eserin yorumunda caz tınıları duyduğunu ileride caz çalıp çalmayacağını sordu. hayır dedi ben caz piyanisti değilim onlar sadece modern tınılardı dedi. üç yıl sonra stravinsky albümünü sırf caz yaptı. çünkü jacoues loussier’in caz yorumları (vivaldi dört mevsim, bach vs.) ve pekinel kardeşlerin take bach albümü (caz yorumu) iyi satıyordu!.
ben, piyano çalarken bu kadar çok hareket etmesinin çalışına faydası olup olmadığını sordum, çünkü adam piyano çalarken bir tek amuda kalkmıyordu. bunları istem dışı yaptığını iddia etti. istem dışı hareket eden piyanistler gördüm ama bunun kinin show olduğu kabak gibi ortada abiler.
neyse adama gıcık olurum, yeteğine bir şey diyemem ama onun kadar yeteknekli başka adamlar tanıdığım için bu bana çok bişey ifade etmez. hele ki yaptığı bu yorumlar bana komik gelir, piyano çalaşken yaptığı hareketlere kıçımla gülerim. ama arşivimde 3 tane say albümü vardır, arada bir dinlerim. sanırım stüdyoda o salak hareketleri yapmadığı için daha iyi çalıyor! babasına (ahmet say) saygı duyarım, kendisi iyi bir müzik tarihçisidir.
bu adamın albümlerini dinleyin ama dediklerine kulak asmayın, ve herşeyi dinleyin derim.
saygılarımla…
mozart’ın müzikteki dehasının yanında yaptığı en önemli işlerden birisi klasik müzik üretimindeki koruyuculuk, himayecilik kavramına karşı çıkışıdır. bu yüzdendir ki çağdaşları veya öncelleri en azından şimdiki emekli öğretmen tadında bir yaşam sürerken kendisi 36 yaşında sefalet içinde ölmüştür. yani yaptığı müziği bir öğle çayı ya da akşam yemeği sonrası bir senyorun hazmın kolaylaştırmak için yapmamaya çalışması önemlidir müzik adına. yapmasa ne olurdu? mozart dehasından bir şey kaybeder miydi? bence hayır. ama yaptı ve müzik üretimin çehresini daha kişisel, belli bir çevre ve zümreden uzaklaşmaya başlayan bir yapıya taşıdı veya taşınmasında yardımcı oldu.
işte o yüzden kerametin mozart’ta aranması gerek diye yazdım. verilen linkteki röportajı ve tavrı okuyun lütfen bir kez daha. ben müzik elçisiyim. usame bin laden bile dinler. ne güzel demiş infosecure, usame’nin dinlemediğini veya herhangi birinin dinlemediğini nerden biliyorsun? senin konserin 30 milyon ancak bugün bulabileceğiniz en ucuz müzik cd’leri klasik müzik cd’leridir. 5 tanesi 10 milyona almayanı dövüyorlar. ee şimdi insanlar bu müziği dinlemiyorsa fazıl say’ın takdir etmeyi başaramadığım ve bok attığım yeteneği yüzünden değil demek ki. yani bir vivaldi cd’si şu an korsan orhan gencebay cd’sinden daha ucuz. müziği illa da konserde dinlemek şartı da yok. peki nerde bu devlet? oratoryoya niye destek vermiyor? bu işin oratoryaya destek vererek olmayacağını anlamak gerek sanırım. önce dinleyici kitlesi sonra müzik. yoksa “ben bir çınar altında çalarım atın 3-5 kuruş..ne demek lafımı olur…sene de 4 konser beleş size canım halkım…” dediğin zaman biraz garipleşiyor olay.
bugün ve bundan önce ve de sonra, sanat üretimi, ekonomik elastikliği oldukça yüksek olan bir alan ve bu yüzden kruatör, sponsor…vs kavramları her zaman varolacak. ama bir şey yapmayı tamamen bu hegemonyanın kollarına bırakırsan, hareket edecek bir alanın kalmaz. o yüzden yazdım ahkâmıma “sponsoru kendisi olacakmış” diye. bunu özellikle söylüyor. yani diyor ki;”ben aradım bulamadım. ben vereceğim parasını bakın da görün”. işte bana batan bu. ilk önce kendi işini kendi bildiğin gibi kendin yapmayı denesene. öyle bir noktaya geldiler ki sponsorsuz tuşa basamıyorlar.
benim bütün derdim sorunum buydu.
şimdi gelelim, ağzından alevler çıkan ameximes canavarına. cümle cümle:
tamil bey, megadeth, dream theater, metallica, britney spears, madonna, michael jackson, dj erol, orhan gencebay vs. konserlerinin fiyat listesini sunarmısınız bana.
en son bildiğim megadeth konseri 35 milyon gibi bir şeydi. yani fazıl say ile aynı para nardeyse. verdiğin örnekler özelinde söyliyelim. bu arkadaşlar ülkemize bir kez ya gelir ya gelmez. parası bu kadardır verirsin vermezsin. sana kalmış. genellersek eğer burda önemli olan benim kararım ben 30 milyonu megadeth’e mi veririm fazıl say’a mı? bu noktada, megadeth konseri ile fazıl say konseri benim için seçenek olarak aynı seviyededir. bahsini geçirdiğin bu ve benzer grupların, fazıl say gibi bir misyonları yoktur. “biz trip-hop’u sevdirelim halkımıza…” demezler. dinliyorsan gel. paran varsa gelirsin derler. işte tam bu noktada şu sorunun cevabına veya açıklamasına geliyoruz:
tüm bunlara bir bakar mısınız. birde, fazıl say olabilmek için ödenen bedellerin ne olduğunu inceler misiniz, günde 12 saat çalgı ile çalışmanın ne demek olduğunu düşünür müsünüz, en sonunda, “hayatımı buna adamış olsa idim, insanların yararlanması için ne gibi bir bedel talep ederdim” der misiniz kendinize?
böyle bir misyonu ve onun cübbesini sırtına giyip bana kahramanlık yapıyorsan, işte hendek işte deve. bunun bedelini ben değil, sen ödersin. baktın olmaz vazgeçersin. takdirini de bana bırak.
şöyle demiş ameximes canavarı
sonrasında,
avrupa, amerika gibi kıtalarda yer alan “gelişmiş” tabir ettiğimiz memleketlerdeki bir klasik müzik konserinin, bir opera’nın yada bale gösteriminin, bir tiyatronun izlenmesi için ödenen bedeli, galatasaray – fenerbahçe maçının bilet fiyatını (söyler misin?)
peki sen bana bu ülkelerde kişi başına düşen milli geliri söyler misin? (çok klasik bir cevap oldu ama kendisi kaşındı)
aslında burda yazıyı kesecektim ancak niye bu kadar uzun yazdığımı düşününce, söylemememin saçma olacağını düşündüm. çok sinirlendim ameximes’in benimle ilgili yazdığı yazıya. özellikle şu kısma:
müziği değilse bile, neyi indirdiniz bugüne değin yere de, bok atmaya cürret ediyorsunuz, dünyanın “en iyi mozart yorumcusu” dediği adama? unutmadan, fazıl say’ın avrupada verdiği bir konser sonrası gelen eleştirilerden biri;
“salonu dolduran kalabalık, fazıl say’ın dehasını ayakta alkışlama şerefine erişebilecek kadar şanslı idi.” olmuştu, sizi alkışlamak şöyle dursun, size ilişkin iyi yönde yapılıpta sevinç uyandıran ne oldu bugüne değin?
beni, onu, bunu, şunu tanımadan abuk subuk konuşma cüretini ve cüret kelimesini kullanma cesaretini kullanabilmesi, sinirli, antipatik ve burnu büyük aristokrat havaları son derece sinir bozucu. ameximes’in “sen kimsin ki konuşuyorsun tavrı”, her eleştiriyi bok atmak veya karalamak sayan ve “eleştiri yıkıcı değil yapıcı olmalıdır…” teranesi ile başlayan cümleleri sıkça sarfeden yenik takım futbolcusu ağzına benzemektedir. basit, düşünülmemiş ve aşağılayıcı. bu sebeple ve yukarıda da ayrıntılı bir şekilde anlattığımı da varsayarak bok atma deyimini kendisine iade ediyorum. ister alır ister almaz, almazsa da zaten ben ona atarım.
ortaklığını su yüzüne çıkartmış bulunuyorsunuz, tebrikler.
entel, dantel, her şeyden biraz anlayan, burnu büyük aristokrat, antipatik, sinirli, cürret paradoxiniyeri, abuk ve subuk bir kişi olarak;
Psychedelic: okul anılarınızdan, yaşar kemal ile orhan gencebay’ı birleştiren acizane bir klasik müzik sever olduğunuzu öğrendik, bu sayede verim tavana vurdu evet. demekki neymiş? hepsi birbirinin karşılığı oluyormuş.
tamilgerillası: vivaldi cd’leri çok ucuz ve alınmıyor ise, sebep ne olabilir sence? klasik müzik “ders çalışırken dinlenmelidir iyi gelir” midir yoksa “hülya avşar’ın çocuğuna beethoven’ın son albümünü dinletmesi” midir? nedir? neden sevilmez türkiye’de bu müzik, ek olarak ben sevilsin diye uğraşan bir manyak mıyım? hayır, sadece kitlelerin seveceğini düşündüğüm ama sunulmadığını bildiğim klasik müzik ile ilgili bir futbolcu eleştirisinin bu derece yadırganmasını (üstelik her fırsatta “ben klasik müzii severim, bir sürü cd’im var, of of mis pırıl” diyen abiler tarafından) hazmedememekteyim ecevit abi gibi. sponsor olmadan adım atamayanların neden atamadığını düşündünüzmü acaba? beethoven bey’in 9. senfonisini bir sponsor yardımıyla sunduğundan haberdar mıydınız? fazıl, “30 milyon konser, paran varsa gel” dedi diyeceğine, üstüne “parası olmayan ama gelmek isteyenlerin sayısından haberdar oldum, o yüzden şimdide ucuza gel” dedi, yanılıyor muyum? günde 12 saat çalışmaya başladığı sıralarda bir misyon üstlenmemişti fazıl, o zaman piyano çalmayı öğreniyordu, şimdi ise, hakkını vererek piyano çalıyor, tüm bok mancınıklarının kabul ve ifade ettiği üzere ve diyor ki “en iyi oldum, en iyiyi istiyorsan 30 milyon rica edeyim”. kişi başına düşen milli gelir burada açıklanmış,
buradan şunu anlayabiliriz, maddi durumu pek iyi olmayan bu kimseler, iki milyon’a aldıkları izmir senfoni kıvamındaki kayıtlar yerine (çok daha iyi orkestra ve şeflerin icra ettiği eserlerin korsan kopyalarıda satılıyor piyasada ucuza evet) fazıl say’ı bir şekilde ülkesini temsil etmeye aday bu adamı canlı dinlemek için, bir aylık ulaşım bedelini vermiyorda, bir – iki milyon veriyor ve bunu sağlayan dahiye mancınıklar işliyor. yazınızı orada kesmenizi engelleyen uzun yazmış olduğunuzu düşünmüşlüğünüze gelince; söyediklerinize cevaben yazdıklarımın içinde, “bugüne değin bir bok indirmemiş olmanın verdiği rahatlık ile sağa sola indiren bir kişi sezmiş olmamdan kaynaklı bir rahatsızlığın yazınsal yankıları görülmektedir taraflarınıza”. “eleştiri yapıcı olmalıdır”dan çok, “eleştiri yapıcı olur” savını yakın buluyorum, şöyleki; canavarlığımdan bu denli rahatsız olan şahısların varlığını, onların ifade tarzlarını, “ne” diyerek “nasıl” anlaşıldığımı sayenizde daha bir öğreniyorum. boku değil ama yenikliği iade etmekten yanayım, yeniklikten çok, kulaktan dolma hazımsızlık denmeli sizinkine. bana bok atacağınızdan zaten eminim, atmışlığınız yok değil, görüyorumki ellerinizde, 250 ve 500 gr lık paketler halinde hazır boklar var ve anlayamadığınız mevzuulara doğru fırlatıyorsunuz onları (cephane sıkıntısı yaşamıyor oluşunuz ayrı bir hız katıyor size) kolunuzun gücünün yetişmediği menziller için ahkam mancınığını gayet iyi kullanıyorsunuz. ancak unutmayınız, bir duvara fırlatacağınız bok, yeterince sıkı olmadığı taktirde çarpma anında dağılarak üzerinize bulaşabilir. ayrıntılı bir şekilde açıklayışınız yanlış ayrıntılara girdiğinizi düşündüğümden terslendi, elbette iyi niyetleriniz olabilir, kim bilir belkide sizde verim sevdalısının birisinizdir ben gibi, geçer bunlar, hepsi geçer.
babyüstad: tarafınızdan ileri sürülen fazıl say modeli ne yazıkki eldeki koşullar ile gerçekleştirilemiyor. fazıl’ın paganinni bey’in çirkinliğini taşımasından ileri gelen rahatsızlığınızı gayet hoş karşılıyorum bir bayan olmanızdan dolayı, ancak unutmamalıki, zamanında datelli külotlar ve g-stringler olmasada (ve belkide olmadığından kim bilir), kendini sahneye fırlatan bayanların arasında eserlerini icra edebilmek adına, ağzını açmak suretiyle bayan savmak zorunda kalırdı paganinni. tüm bu nedenlerle, fazıl’ı olduğu gibi sevelim, sayalım derim ben. ne olur yani, türk işi gösteriler yapsa yavrucak? unutmadan, site dahilinde “baby700” girdisini aratınca karşımıza hep bir şaheser çıkıyor zaten, o nedenle hoşunuza gidebilmeyi amaçladığınızda, yanlış saymadıysam 7 karakterden oluşan takma isminizi aratmanız yeterli olacaktır. eee, ne diyelim, siz her albümü dinleyip laflara kulak asmamaya devam edin, çarpıcı bir çıkış yapmayı elbette isterdim yazıma ama utanıyorum, verimli ama kısa yazan arkadaşların yanında.
ameximes’in yazisinin link verdigi yere kadar olan kismi ne benim yazdiklarima cevap olabilecek ne de ameximes’in yazdiklari ile bagdasir nitelikte. bir grup soruyu bundan önceki yazisina göre daha büyük bir sinirle kaleme almis. bir takim nereye ulasmaya çalistigi belli olmayan soruyu sorup bana bir de link göndermis sagolsun. zaten o kismi ve altini okuyunca benim verdigim “2 milyonluk klasik müzik cd’si” örnegine çok fena takildigini ve orda kilitlendigini anliyorsunuz. bu da aslinda kendisinin satranç tabiriyle açmazda kaldigi yer oluyor. yani düsünmeyi atladigi sey. söylemek istedigim, müzik dinlemek için illa da paraya ihtiyaç olmadigiyidi. yani insanlar parasi olmayip fazil say’in konserine gidemedikleri için degil paralarini buraya harca(ya)madiklari ve kafalarini bu islere yor(a)madiklari için dinlemiyorlar. işte bu durumda küçük dağları da ben yarattım tavrı ile gidip, polonezköy’de (?) konser vermek bu insanların paralarını buraya harcamalarına yetmez. sadece kendisinin popülaritesine katkı ve milliyet’teki köşesine newyork’tan başka bir şeyler yazabilme şansını sağlar. ucuz müzik her zaman ama her zaman vardir. eskiden kayit kasetler vardi simdi ucuz cd’ler var. mp3 var. var oglu var. yani müzik birisi için tutkuysa onu arayip bulur. burada ve disarida bir sürü insan biliyorum nerdeyse her seylerini sevdikleri müzige harcayan. o sebeple önce dinleyici kitlesi sonra müzik dedim. yani kötü kayıt ile canlı şahane performans ayrımını yapmadan önce bazı genel geçer değerlere sahip olmak gerek. klişe bir tabirle “balık tutumasını öğretmek” bu işin temeli. (her işin olduğu gibi)
yine link’e dönmek gerekirse eger, fazil say’in tavri, söyledikleri, müzik ile ilgili bakisidir bana ters gelen. “yüksek müzik” kavramini insanlarin beynine sokmaya çalismasidir. yasar kemal’in karsiliginin senfoni olmasi gerekliligi aptalcadir. müzigi yazinla bir akim dahilinde bagdastirabilirsiniz. ancak müzikle edebiyati paralele koyup geometrik bir benzerlik kuramazsiniz. kaldı ki say’in söyledigi goethe-mozart benzetmesini zaten goethe yapmıştır ve goethe bu ilişkiyi mozart ile shakespeare arasında kurmuştur. (bakınız)
ameximes’in baştan beri anlamadığı şey, benim fazıl say’ın yeteneğine ve 12 saat çalışmasına ve virtüözlüğüne karşı bir garezimin olmayışıdır. kendisinin bir takım kalıplar dahilinde “birileri gibi” yeterli derecede düşünmeden konuşmasıdır asıl sorunum. konserini versin bedavaya ya da 1-2 milyona, ben vermesin demedim. ancak bize çinar altındayken bile olimpos havası yapmasın. aslında ne kadar insana ait olduğundan bahsetsin müziğin.
ameximes ile ilgili yaptığım “ağzından alev çıkan canavar benzetmesi” ağzından çıkanın ne olduğunun farkında olmaması ile ilgiliydi. bu sebeple zaten “düşünülmemiş” tabirini kullandım. yazdığı yazıda beni ve benim gibileri bir şeyler yapmamış olmakla suçlarken, ben de ona “peki sen ne yaptın da yapmayanları yapmamakla suçluyorsun?” deme hakkına sahiptim. insanı bir şeyler yapmaya iten bir tavır gibi gözükse de aslında kamplaşmalara, bölünmelere sürükleyen bir tabir. “yapanlar yapmayanlara bok atar. yapmayanların söylediği hiç bir şey doğru olamaz. çünkü yapanlar bilir. ama yapanların yanlış da yapamaz. çünkü onlar yapmışlardır.çünkü onlar 12 saat çalışmışlardır.” hastalıklı bir çıkarım maalesef. bunu ucu ta ya sev ya terket‘e kadar gidiyor.
yazı yazarken kimseyi karalamayı planlamıyorum. amacım doğru bildiğimi söylemek. ama bok atmak deniyorsa, insanların fikirlerini değiştirme şansım olmadığı için, sadece doğrumda ısrar ederim. birisini kirlettiysem eğer (ya da öyle düşünülüyorsa) bu kirdir, pistir, yalandır ve temizlenir. ancak ameximes’in yaptığı gibi ağzınızdan zehir saçarsanız, temizlenme şansınız yoktur, ölürsünüz. ne ironiktir ki zehirlerin panzehirleri, hep zehiri üretendedir. ve umarım bu söylediklerim ameximes için birşeyler ifade eder.
Hehehheheh. Cok eglenceli bi hal oldu yine; konusulan konunun disina cikildi; baska yerlere gelindi. Bu sitenin en begendigim ozelligi bu zaten. Hemen kisilerle ilgili hallere geciliyor. Benim onerim su: Hic o konu bu konu diye yorulmayalim, bahanelerle vakit kaybetmeyelim ve direkt birbirimizle ilgili yazalim. En sevdigim sey. Bayilirim. Hemen Tamil kardesimizin ahkamindan devamla soyleyeyim: Ben yazi yazarken karsimdakini nasil daha iyi karalarim diye dusunurum. Bu durum hem adrenalini arttirir hem ifadeyi patlatir. Ahkamci arkadaslara tavsiye ederim. ..k atmak da gayet hos bi tutumdur. Ama incelikleri vardir. Karsi tarafin ne dusunebilecegini onceden kestirmek ve ihtimalleri degerlendirmek gerekir. Bu degerlendirilen ihtimallere gore ifademizi, tonumuzu ayarlariz ve kelime taslarini gediklere yerlestiririz. Cok zevklidir. Zaten bunu bi oyun gibi telakki etmezsek iyi yazmamiz mumkun olmaz.
Gelelim Ameximes’e… Yani efenim o kadar net ve anlasilir bi ifadeniz, o kadar nefis cumle kurgulariniz var ki, insan altust oluyor; kendini toparlayamiyor. Yani, oluyor cumleler devrik; siralamasi çok kelimelerin karisiyor; anlasilamiyor geldigi anlama neyin ne; boyle lazim ozel bir yetenek kici basi cumleler olmayan icin kurmak…
Demek bayan oldugumu dusundunuz. Ustelik diger yazdigim seylere de bakmissiniz. Ben de yikildim aslinda; zira ben de sizi bagyan saniyodum. Hani belki Tamil ve Psyche’ye karsi sizi tutarsam, ilerde belki aramizda bisey olabilir diye bile aklimdan gecmisti. Onlarin zaten baya bi ekuri vaziyeti var; belki biz de sizinle kaynasip ayni ahirin samanligi falan diye dusunmustum. Heyhat oldu dogrusu. Ben soyle baska ahkam gruplarinda yardima ihtiyaci olan bi kisrak var mi diye bakiniyim en iyisi…
Hangi grup daha cok iskaliyor olan bitenin ozunu, bilmiyorum…
Klasik muzikten, klasik muzik dinleme veya yorumlama hazzinin disinda bir paye arayanlar var, ne kadar salakca. Ukalaca. Mide bulandirici.
Soyle dusununuz: Istatistiksel olarak Mozart’in muzik zekasina yakin zekali insanlarin merhumdan once veya sonra yeryuzumuzu sereflendirmemis olmasi imkansizdir. Bu dahi insanlarin bir kismi da illa ki muzikle istigal etmislerdir. Ve bu kisinin, salt sectigi tur nedeniyle tiksindiginiz bir popcu veya bilgisayar basinda elektronik muzik yapan bir “zibidi” olmasi pekala mumkundur.
Tersine cevirirsek: Bay Mozart bugun gokten iniverseydi ne tur muzik yapardi? Klasik muzik yapar miydi, yapmaz miydi? Kestirmesi zor.
Kesin olan bir sey var ki kendisi bugun bizim Klasik Muzik dedigimiz muzigin hakim oldugu devirde dogdugu icin klasik muzik icra etmistir, zeka seviyesi klasik muzige uygun oldugu icin degil.
Dolayisiyla klasik muzigi (birkac yuzyil oncesinin populer -pop- muzigini) bugun tartismasiz iyi (cok iyi, nefis, mukemmel, artik her neyse) yorumlayan, takdire layik yetenegini daha da takdire layik calismasiyla harmanlayan Fazil Say’in, muzik alanindaki basarilari, kendisine metalinden teknosuna, arabeskinden popuna hicbir muzigi KATEGORIK olarak asagilama hakkini vermez.
Bu kustahligi ve korlugu (cahilligi de denebilir) kendisini ilgilendiren bir karakter zayifligidir.
Sirf klasik muzik dinleyicisi oldugu icin bu kustahligi savunanlara ve alkis tutanlara ne demeli, orasini bilemiyorum…
“pop müziği küçümsüyoruz çünkü o pop müzik. bu saygın kişiler senfoni yazamazlar zaten…” diye bir cumle kurmayi kendine yedirebilen bir zihin, yazili-sesli butun kutuphaneleri yutsa da guduk bir beyin olmanin otesine gecemez. Laftan baska bir sey de uretemez.
bu mevzuyu ,takım tutar gibi ,tartısmak gerekli fazla kibarsınız.
Herkes klasik müzik dinleseydi nasıl olurdu acaba. Ama böyle birşey hiçbir zaman olmayacak. Dünyanın neresine giderseniz gidin bu tarz müzik hep birilerinin desteğiyle yapılır, belli bir kitleye sunulur. Sanat eseri kompleks bir yapıya ulaştığında kitlesi de daralır. Türkiye’de çağdaşlığın simgesi olarak görülüp insanlara zorla klasik müziği, operayı, baleyi sevdirmeye çalışanlar önce bu zihniyetlerinden vazgeçmeliler. İlgilenen insan nerde olsa buluyor bir şekilde.
Sanat konuşulduğunda işler karmaşıklaşıyor. Ben bu konudaki kişisel görüşümü söylerim siz de hayır öyle değil diyemezsiniz. Orada Yaşar Kemal ile Orhan Pamuk’u yanyana koymuş. Bence hiç yanyana gelmemesi gereken isimler. Her sene bir kitap yazmak Orhan Pamuk’u büyük yazar mı yapar. Ama bundan 10 sene önce Orhan Gencebay’a laf atan adamlar şimdi adamı yerlere göklere sığdıramıyorlar. Ortada bi samimiyetsizlik var. Bu adamlar ya tümden kopuyorlar toplumdan ya da bokunu çıkartıyor şekilden şekile giriyorlar. Sonra entel-dantel diye dalga geçerler tabi.
Hepsi aynı yere çıkıyor. Defalarca burada da konuşuldu. Tipik sanatçı geyiği. Bu milleti bennn adam edecem!! Ben, ben, ben…
Bir arkadaşım anlatmıştı. Rengim Gökmen (orkestra şefi) ile röportaj yapacak. Onunla ilgili bilgi topluyor, neler yapmış, kimlerle çalışmış diye. Röportajda klasik bunları kullanacak. Adam daha ilk dakikada benden bahsedeceksek hiç yapmayalım bu röportajı deyip kestirip atıyor. Tavır budur. Anlayana da büyük derstir.
Dinleyin abi, müzik dinleyin beyniniz açılsın. Arada Hande Yener’de dinle ama iyi olanı da kaçırma. MERAKLI OL! sevmen gerekmez ama utanma da Müslüm Gürses dinlediğin için. Kimi ilgilendirir ki?
Bu adam kitlenin karşısına kendisini “piyanist” diye tanıtmayı seçmiş mi? Evet. Gerisi bizi ilgilendirsin mi (ilgilendirmeli mi)? Bence hayır. Fazıl Bey: “Ben eleştirmenin kralıyım aga şimdi atacam tutacam hepiniz titreyin bakayım şöle bir!” dememiş ki? Hepimiz salvo ateş ettik birbirimize, neden? Çünkü herkesin fikrini söylemeye hakkı var diyoruz. Doğrudur. Vardır. Bırakın o da söylesin. Aklı varsa fikri de olacaktır. Ben adamın çalışını severim, gerisine de karışmam; değil mi ki karşıma cd ile çıkmayı seçmiş? Yoksa gider bir gazetede köşe yazısı yazardı, o zamanda kıyasıya eleştirilmek eşyanın doğası olurdu. Kimsenin mükemmel olmadığını biliyorum. O da değil. “Tekrar çal Sam”.
burada Fazıl Say’ın sanatı ve yorumculuğu tartışılmıyor. O’nun klasik müzikle ilgili bir yorumunu tartışıyoruz. Daha doğrusu tartışmaya çalışıyoruz. Bunu yaparken de üyeler arasında zaman zaman atışmaların ve polemiklerin olması olağan. Ortak bir noktada buluşmaya çalışmanın ise bir anlamı yok.
Bir konuda otorite olmayıp yalnızca sever düzeyde olmak susmayı gerektiriyorsa susarım. A, şu kişi bana eküri diyerek at yerine koymuş diye bir komplekse de kapılmam. Eğer bilgi eksikliğim varsa yukarda da yaptığım gibi ahkam kesmenizi isteyebilirim. A, bu lavuk nasılsa yer diye düşünüyorsanız bu sizin kişiliğinizi belgeler. Tartışmaların biçimiyle ilgili son sözümü söyleyerek noktalıyorum…
Şimdi Aristo mantığını ve yapmaya çalıştığım şeyin yararını bir yana bırakarak; örneğin,
klasik müzik-roman-bilim alanlarında
V.A. Mozart-Yaşar Kemal-Albert Einstein
desek,
klasik müzikte Mozart ne ise romanda Yaşar Kemal ve bilimde Einstein tümcesini kurabilirim.
(İsimler yalnızca örnektir. Siz başka isimler koyarak yeni tümceler kurabilirsiniz.)
Kuşkucu ve meraklı bir yaklaşımla bana sorulması gereken soru şu olmalı:KRİTERİN NE?
İşte yanıtını bulmaya çalıştığım da bu. Fazıl Say neyi baz alarak böyle bir karşılaştırma yapmış olabilir?
Klasik müziği sevdirme konusuna gelince;
genel olarak müzik bir toplumun kültürünün bir parçası ise klasik müzik toplumumuzun bir parçası değil demektir. Eğer yabancı kaynaklı bir müziği seviyorsanız kaynağın kültürünü ya tanıyor olmalısınız ya da benzer bir kültürünüz olmalı. Örneğin ben Pink Floyd seviyorsam İngiliz anarşistlerini de tanıyor olmalıyımdır; diye düşünürüm. Yanlış mı düşünürüm?
Ve tabi bir de böyle otoriteler! var.
Fazıl halkdır. Konuyu çarpıtmaya gerek yok. Usame yada mozart diyip asıl konu olan bir haltada yaramayn pop müzik olayına bakınız. Fazıl yılların emekçisi, bir dünya sanatçısı ama doğru söyleyince sanki bu televole polemik tufanına katılmış gibi görünüyor. Fazıl burda mankenler gibi ün yapmak için depreşmiyor, öyle gösteriliyor röportajda. Yoksa mozart-fazıl yada fazıl-gencebay olayı değil. Hem arabeske bakın. Nasıl birşeydir ? Tamamen müslüman toplumları ilahilerden pop müziğe taşıma çabası. Baksanızı eski arabeskçiler disko müziğine başladı…
“yahu tamil bize bu yazdıkların ile ilgili örnek verir misin?” dese herhalde kahnweiler’i verirdim. yani istesem de böyle güzel ifade edemezdim. bütün ahkamlarımda ve hemen üstte psychedelic’in de söylediği gibi burada fazıl say’ın yaptığı yorum ve koyduğu tavır tartışılmaktadır. yani en azından bir kısmımız bunu için uğraşıyoruz. kendini daha üstte kurgulayan ve bu yönde sözler sarfeden bir zihniyetin yapmayı amaçladığının tam tersine neden olması, sorunu yaratmaktadır. hadi ordan siz ne bileceksiniz. yani sanatçı-ile toplumunu yabancılaşması. bu yabancılaşma aslında belli bir noktada üretimin (verim de denebilir mesela) başlangıç noktasıdır. ancak bu soyutlama, küçümseme noktasına geldiğinde toplum-sanatçı gerginliğini ortaya çıkarıyor. tıpkı yukarıdaki örnekte olduğu gibi.
genel bir bakışla hem kahnweiler’in hem de ameximes’in çıkış noktaları aynıdır. “harcanılan emeğe niye saygı göstermiyorsun?” ve “eleştiriyorsun ama sen ne yaptın? hem sen ne anlarsın”. öncelikle bunlar benim “eleştiri” onların “bok atmak” dediğine bir karşılık olmamaktadır ve hiç bir bağlantısı da bulunmamaktadır.
önce ilkine bakalım. burada söylenen, benim fazıl say’ın yeteneğine, yoğun çalışmasına, başarısına saygı göstermiyor olmam tezine dayanmaktadır. ancak hiç bir ahkamımda kendisinin çalışmasına saygısızlık edecek bir tabirim yoktur. karşı tarafa yüklenmek için ilk omuz darbesidir. bu tartışmanın selameti açısından çok da umursamadığım bir davranış değildir.
ikincisi aslında çok çok mühimdir. bununla sizi açıkça bu konu ile ilgili konuşma yetisine sahip olamama ve bilgi yetersizliği ile suçlamaktadır. burada kişilerin karşısındakine (üstelik bu durum özelinde karşısındakini tanımadan) bunu söyleyebilecek önyargıya sahip olması son derece rahatsız edicidir. işin tutarlı ve komik yanı ise hadi ordan sen ne anlarsın tavrı‘nın, baştan beri yazıya konu olan tavrın ta kendisi oluşudur. bu da benim eleştirdiğim durumu onların niye kabullendiklerini bir kere daha çok net göstermektedir. bu tutum içerisinde bulunanların yapacakları hiç bir şeyin sürekliliği, başarısı ve kabul edilebilirliği olmayacağını düşndüğüm için ilk blogu yazdım. aha ta buralara kadar geldi.
Öncelikle kukuletacığım; Mozart’ın yaşadığı zamanın pop müziği “klasik müzik” değildi. Ama zaman ve mekan dersen olur. Tek başına bir piyano bile her zaman için faslasıyla pahalı bir enstrüman olmuştur. Bu müziğin icra edilmesi için gereken salonları ve orkestrayı düşünürsen; bunun her zaman için, elit kesim’e (hakim sınıf) yönelik bir müzik olduğu anlaşılır. Ama üst sınıfa ait olması, üstün bir müzik olduğunun kanıtı değildir.
Burdan yola çıkarak Fazıl’a sorulur; Goethe okunması ve Beethoven dinlenmesi, bir türlü ulaşamadığımız Avrupa toplumunda o kadar da yaygın mıdır? Avrupada da birşeylerin peşine giden büyük(kocaman, en doğrusu; ezici çoğunlukta) bir kitle var mıdır? (nasıl? iyi dedim di mi?)
O paragraf, ileri geri yazılmış birşey. Bir değer içerdiğini düşünmek gerçekten yanlış olur. Fazıl Say’ın bu hareketi, popülist bir yaklaşımdır ve klasik müziğin beğenilmesine ya da yayılmasına hiçbir katkı içermesi olanaklı değildir. Konuda derin bilgisi olan “fish”de bunu ayrıntılarıyla açıklıyor.
Fakat, gelmek istediğim nokta; hep birlikte gelmek istediğim nokta; sanat’ın ne olduğudur. Bunu yukarıda birileri sormuş, ama açıklama yerine ‘çalışın gelin’ demiştir.
Klasik müzik bir güzel sanattır. Pop müzik de çirkin sanattır. Bu kadar bilgi birikimiyle bu yazılıyor ancak.
Fakat soruya geri döndüğümüzde, sanat kavramına ve sanatçının işine Kurt Vonnegut’tan bir alıntıyla gireyim;
“Bir sanat eseri, insanın yaşamaktan biraz daha fazla keyif alabilmesini sağlamalıdır”
Buna katılıyorum ve estetiği olan her türlü müziğin küçümsenmesini kınıyorum.
Fakat; etrafımızda bu kadar sıkışıklık varken, sanatçının söyleyecek birşeyleri olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sanat, duyguları harekete geçirir. Bu sayede, anlatılmak istenen şey, fikirler ve duygularla birleşeceğinden, çok daha etkili ve anlaşılır olur.
Fazıl’ın diyecek birşeyleri olduğuna inanmıyorum. Kendi müziğinde fazla derine dalmış ve klasik müziği varoşlara götürmenin, onları daha üstün bir yaşama(ekonomiyi karıştırmıyorum bile, ruhsal olarak) yükselteceğini mi düşünüyor?
Şu anda bana öyle geliyor ki, her notası birer birer işaretlenmiş klasik müziği, en iyi çalmış adamların bulunabileceği CD’si(yanlışım var mı burada) yerine, konserde dinlemek; müzik sevgisinden çok gövde gösterisi, entellektüellik kanıtıdır sanki. Bunu salonda dinlemenin artılarını bana gösterebilecek birileri varsa sevinirim.
Ne söyleyecek birşeyi var, ne de dans ediliyor?? Yatağıma uzanır, kulaklığımı takarım daha iyi olmaz mı? olmazsa biri bana açıklasın bunu lütfen.