fax, taxi & sex
fax, taxi & sex “espassız sayıklamalar”

Evet doğru bildiniz! Size bir kitap tanıtmak istiyorum bugün!Öncelikle belirtmem gerekiyor: Dipnot sevmeyen bir kitap bu.Eğer siz de dipnot sevmeyenlerdenseniz bir yerlerden tanışıyor olabiliriz! Dipnot yerine kaynaklar, vitamin hapı kıvamında satır aralarına bırakılmış. Farkında olmadan, okurken alıyorsunuz besini. Bugünün işini yarına bırakmıyorsunuz. Kitabın işlevselliği ilginç: Mesela sol tarafına yatıp kitap okumayı seven bir insan için iyi bir tasarımı var. Aç, yanında dursun. Kolun havada kalmadan, yorulmadan oku. Zaten kollardan çok zihni meşgul etmeye odaklanmış. Neden mi? Çünkü gördüklerini sineye çekmeyen bir tarzı var bu kitabın. Dobra dobra anlatıyor, eleştiriyor, çözüm önerisinde bulunuyor.Bir defa reklamcılıkta dilin etkisiz eleman haline getirildiğinden yakınıyor bu kitap. Sözcüklerin ürün pazarlamasındaki sihirli etkisinden ve bundan yoksun kalınmaması gerektiğinden dem vuruyor. İnsanlara kitlesel kanallardan ulaşan mesajlar içinde yer alan asal hataları tek tek cımbızla çekip, masaya seriyor, inceliyor. Bunları düzeltmekten bıkmıyor. Dilin yapısına mütecaviz konumda bulunan bilgisayar ve cep telefonları aracılığı ile ortaya çıkan haberleşme sayesinde bugün Türkçenin fazlasıyla yara aldığı uyarısını da yapmadan edemiyor. Yani düzeltirken bir yandan hataların tekrarlanmaması, çoğaltılmaması için birtakım önlem paketleri de sunuyor.Fransızların ana dillerine nasıl da fransız kalmadıklarını hatırlatıyor, bir ara. Bir uçak için verilecek isim yüzünden İngilizler ile ortak yürüttükleri bir projeyi nasıl da askıya aldıkları örneğini veriyor. Şaşırtıyor. Bu arada çaktırmadan reklamcılık sektörünün mutfağına alıyor bizi. Orada pişenleri, kimin, neyi, ne amaçla, neye nasıl kattığını ya da katmayı unuttuğunu görüyoruz. Bu mutfaktan çıkan ürünlerin müşteriye nasıl sunulduğunu anlıyoruz. Kişisel kaygılar, nasıl da adı çoktan toplam kalite standartları kitapçığında unutulmuş “takım ruhu”na çelme takıp öne geçmiş, buna şahit oluyoruz. “Türkilizce(!)” görünümlü, egolarını şişirmeye yeten kartvizitlerinin arkasından bakan bireyler, evet sorsanız takım ruhu taşıyorlar, ama bir rozeti taşır gibi ceketlerinin üzerlerinde sadece… Ya yürekleri? Orada ne taşıyorlar? Size bir kartımı vereyim ben. Bu da unvanımı okuyamazsanız, açıklamalı el kitabı.Ürün kalitesinin yabancı isimli etiket verilmek yahut tabelaya yerleştirilmek yöntemi ile artacağına inanan kafalara balyoz gibi inecek bir kitap bu. Pazarlama süreçlerinde pek de gözden kaçırılan bir olgu aslında. Fakat birilerinin bu konuyu gündeme taşıması icabediyorsa, bu kitap üzerine düşeni layığı ile yerine getiriyor.Öte yandan kullandığımız kelimelerin anlamlarında nasıl da bilmeden etmeden hatalar yaptığımızı gösteriyor bize kitap. Kelimelerin etimolojik köklerine iniyor. Hayretler içinde bırakıyor. Fakat dilde toptan bir temizlik yanlısı değil. Yanlış anlaşılma olmasın: Vurdumduymazca yapılan hataların düzeltilmeye gayret edilmesini, dile yeni misafir gelen kelimelerin mevcut karşılıklarının bir kez gözden geçirilmesini salık veren, virütik saldırılara karşı bünyeyi koruma gerekliliğini hatırlatan ifadeler kuruyor. Fanatik bir ruhu yok, çok şükür.Türklerin bazı şeyler için kıllarını kıpırdatma konusunda pek bir umursamaz olduklarını ve ekseriyetle geç kaldıklarını anlıyoruz sonra: Çünkü Türkçe’ye sinsice yerleşen “&” işaretini gözümüze sokuyor bu kitap! Dünyanın hiçbir memleketi bu kadar müsamahakar değildir herhalde! Kelime terbiyecilerinin kalplerine inen birer hançer bu boş bulunmalar! En çok onlar görüyorlar ve ikaz ediyorlar bu yabancı işaretlerin sakil duruşlarını. Ya biz? Yazılı ve görsel basında her gün karşımıza çıkan bu Türkçe katliamını çoktan kanıksadık mı? Yoksa farkında değil miyiz olan bitenin?Mesela “kısa bir maç özeti“ dinlerken en çok redaktörlerin tüyleri diken diken oluyor galiba. Çünkü bu kitap diyor ki; “Özetin kısası uzunu olmaz. Özet özettir!” Sonra tabelacılar! Ah lütfen, iyi referans verilmiş bir sözlüğü okuyup bitirmeden ruhsat filan almasınlar! İnternet dünyası onların sayesinde yeni bir mizah türü takip eder oldu. Yurdum İnsanı! Gülüyoruz ağlanacak halimize.Ayrıca kitabın kapağında da görüldüğü gibi adamın ağzına yapıştırılmış bantların oluşturduğu X harfi! Ne çok kullanılıyor değil mi? Ayağını her yerde sürte sürte dolaşıyor bu turist kılıklı harf! Dilimizin K ve S harflerine tekme atıyor, çelme takıyor her fırsatta, fakat buna müsaade ediyoruz biz! K ve S harflerini bir arada yazmaya üşenmekle başlıyoruz bu hataya! Bir tür halvet içerisinde zaten konuşmanın manası yoktur. Hala konuşmaya ya da yazmaya çabalıyorsa insan, e o zaman da bu kadar kendinden geçmemeli değil mi? İnsan karşısındakiyle birbirini anlamadan neyi tartışabilir ki? Tartışmak için seçeceği araç nedir? Dilini adam gibi konuşamadığı insanlarla, ne dediğini anlamadığı bireylerle ortak paydaya ne koyabilir? “Ne diyorsun sen yahu, anlamıyorum?” diye diye bir tür stres patlaması yaşanır olur, problemler artar, çözüm önerileri işlevselliğini kaybeder. Anlaşılmaz çünkü sözler bir tür ses kalabalığına dönüşürlerse. Aynı dili konuşamıyorsan feci şeyler olabilir. Önlerinde nutuk atılan, sınırları değiştirilerek çizilmiş haritalar peydah olabilir… Pirincin taşını ayıklamak zorlaşır. Yemek geç pişer. Nesil geç büyür.Dil bir milletin bir arada kalmasını sağlayan en önemli unsurdur. Bu kadar yabancı otu tarlaya rastgele ekerse insan, bir gün doğru dürüst verim alamayacak duruma gelir o tarladan. Sonra o kapaktaki adam gibi sus pus kalıverir! Bu gerçeği es geçiyoruz. Kitap es geçmiyor. Bu tip yanılgılara pas vermiyor. Hatırlatıyor. Türkçenin es geçilmemesi gerektiğini her satırında anlatıyor! Bir kelimenin dile kabul edilmesinin temel öneminin kullanılabilirliğinde yattığını ifade ediyor. Eğer zaten mevcut kullanımda bir karşılığı varsa artık o kelimenin sözlüğe girişinin bir manası yoktur. Fakat eğer dil o kelimenin yerine mevcut durumda başka bir kelime koyamıyorsa ve toplumda bu kabul görüyorsa sözlüğe memnuniyetle kabul de edilmelidir.Bir üniversitemizin İletişim Fakültesi’nde okuyan öğrencilere Reklam Analizi ve Yaratıcı Yazarlık konusunda ders anlatılırken de tanıtılmış bir kitap bu. Söylemesek ayıp olur. Fakat bu kitabın içinde sadece reklam sektörü irdelenmiyor tabii ki. İçinde daha birçok sektöre gönderme var. Siz kendi sektörünüzde at koştururken size es(kaza bir)pas atarsa hiç şaşırmayın. Çünkü, bir redaktör birçok alanda kullanılan yüzlerce teknik terimi öğrenmek zorunda. Okudukça anlıyorsunuz bunun nasıl da meşakkatli bir iş olduğunu. Bir mobilyacıya diline pelesenk olmuş MDF’yi soruyor mesela. Mobilyacı cevap verebilmiş mi? diye sorarsanız yanıtı kitapta. O kadar da kopya vermeyeyim. Okurken sıkılmayacaksınız, bazen edebi, bazen asabi, bazen teknik, bazen alaycı, bazense kahvaltı tadında sohbet kıvamında anlatıyor. Soyadındaki Y harflerinden birini bir iddiayı kaybetmesi sonucu mahkeme kararıyla kaldırtan Cemal Süreya’ya selam olsun. Ne derdi? “Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem / Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” – Sevda Sözleri’nden.Kitabın aralarda verdiği referanslar bir hayli tempolu. Yani kasıp saymaya kalksanız “Ölmeden önce okunması, dinlenmesi, görülmesi gereken 1001 eser” çıkartabilirsiniz rahatlıkla! Ben böylesine bir referans zenginliğine bir de Tepetaklak’ı okurken şahit olmuştum.Sözü fazla uzatmıyorum. Evet bayanlar, baylar şimdi sizi bu sitede bir zamanlar klavye tıkırdatmış bir yazarın; Mefkud’un, kitabıyla baş başa bırakıyorum.bu bir pilli patisözüdür!Page copy protected against web site content infringement by Copyscape