nereye gitsem yalnızlığın başkenti bedenimşehrimin çukurunda demlensemiçimdeki masiva, kâinata kanarpenis-i vanilya kokulu çocuklardıkçoğumuz bir kızın eteğindeki farbalayıbalalayka ile mandolin arasındaki uçurum sandıkmüsamerelerde cumhuriyet’i çarşaftan çıkarırkençarşaf’ı fırt ile mikrop arasında konumlandırdıksüheyla’yı saymazdı cem’ah abi “iki gemiciynen” hah, hah, hasüheyla benim buse bayramımdıvallahi vaha olsun kalbim, yazdım işte aha!bıkkın bir orospu tebessümü geçti üstümdencanı sıkkın bir telaştı zaman eceli teyellerkensalaş hüznümü kim takıyor yakasına gücenmedenmelal, vefa, hadikatüssuada, bir de daüssıla…
yorumlar
alâ
öz ile söz koruyanmela eyleryer ve anahd olur yakaya takar peyman
Pek bir müstehcen olmuş bu şiir..Uygun şiir yazamadım, utandım..:)Ama, nasıl olsa yalanmış bu sözler..
kak da bir bak solundaki kim..?solun ve sağın ortasındaki gün..yakala onu, söyle; “sana meftunum..!!”işte öylece ara onu heryerde, her demde..karga çığıracak çünkü o an hışım ile,ve dinecek bu mahmurluk o gün..
Ben tam tersini anladım, ” sanma ki, şair sözü yalandır” babında, şair sözünün doğruluğuna dem vurulmak istenmiş gibi geldi..
“defolma” kararı alıp da, bir türlü defolamadığımvakitlerde uygulamaya çalıştığım bir ilkeydi yazılarıma eklenen yorumlara cevap vermemek…fuzulî’ye ait olan bu sözde, bir “paradoks” mevcut.şu meşhur paradoks gibi: bir giritli filozof, bütün giritli filozoflar yalancıdır, demiş.burada da üstat fuzulî, hiç de fuzuli olmayan bir vecizeyle okuyanı “hınk” mertebesine götürüyor.şair sözü yalan mı?iyi de, bu sözü de bir şair söylemiş!dolu tası eğri tut ama içindekini dökme, diyen ömer hayyam ustamız gibi…ah o şairler!”lanetli” bir kavmin hınzır veletleri!bi elime geçirsem içlerindeki “hayvan”ı!
Yani yalan mı:)
Paylaşmak istedim şair demişken, affınıza sığınarak..Neredesin, aşkım?O küçük bahçede misin?Seni annesini seven bebekler gibi seven çiçeklerini suladığın?Yoksa o küçük odanda mısın, bir sunakta masumiyetini büyüttüğünBenim ruhuma ve kalbime kurban etmek için?Ya da belki kitaplarının arasındasınİnsanlığın bilgeliğinin ürünlerini topluyorsunTanrıların bilgeliğinden öylesine zenginken.Neredesin, eşim, ruhum?Tapınakta benim için dualar mı okuyorsun?Yoksa çayırlarda doğaya mı sesleniyorsunArzularının ve düşlerinin cennetindeYa da belki bitkinliğin evlerindesin,Kırgın gönülleri avutuyorsunKendi tatlılığınla,Ve cömertliğinle dolduruyorsun onların ellerini.Sen her yerdesin, çünkü sen, Tanrı’nın ruhusun,Ve bütün zamanlardasın,Çünkü sen zamandan da büyüksün ve zamandan da güçlüsün.Birleşmemizin gecelerini hatırlar mısınVe bizi bir hale gibi saran ruhunun ışığını?Ve ruhun nesnelerinin şarkılarını söyleyerekÜstümüzde dönüp duran aşkın meleklerini?Büyük dalların altında oturduğumuz günleri hatırlar mısınBizi sakınıp insanların bakışlarından gizleyen,Kaburgaların kalbin kutsal sırlarını gizlemesi gibiVe parmaklarımızın birbirine dolanmışken yürüdüğümüz patikaları ve bayırlarıBaşlarımızı bir yandan diğer yana çeviripKendimize bir sığınak arar gibi kendi içimizdeVeda etmeye geldiğim saati hatırlar mısın?kucaklamıştın beni ve Meryem’in öpüşüyle öpmüştün.O zaman anlamıştım, dudaklar kucaklaştığındaDilin bilmediği kutsal sırları söylerler.Bir öpücük, bir iç çekişin başlangıcı oldu,Tanrı’nın balçığa üfleyip deİnsanı yaratması gibi.Bu iç çekiş ruhlar yöresine bizden önce gittiİkiz ruhlarımızınşanını müjdeleyerek.Ve orada kalacakBiz onunla sonsuzlukta buluşana dek.Tekrar öptün beni ve kucakladın,Şöyle dedin gözlerinden akan yaşlarla;”Aslında topraktan bedenler bilinmeyeni arzular,Ve çoğu zaman dünyevi amaçlardan ayrılır.Ve bütün ruhlar aşkın ellerinin güvenliğinde kalır,Ölüm gelipte onları Tanrı’ya götürene kadar.Git artık, sevgilim, çünkü hayat, seni kendi elçisi yaptı,Git ve boyun eğ ona.Güzel bir kadındır o, ona boyun eğenlere izin verirNeşenin berrak havuzundan kana kana içmek için.Senin aşkın bekleyen bir güvey oldu bana,Ve senin hatıran, sonsuz bir düğün.”Sakin gecede uyanık mısınGönlümün çarpıntılarını ve en gizli düşünceleriniSana doğru taşıyanBir esinti bekleyerek?Yoksa kendi genç aşkının resmine mi bakıyorsun?O resim gibisi çizilmedi bir daha.Çünkü senin varlığınla sevindiren dünün yüzündeHüzün taşıdı onun gölgesiniVe senin güzelliğinin gözlerinden akan yaşlarla kutsandı.Neredesin, sevdiğim?Okyanusun ötesinden çağrımı ve inlemelerimi duyuyor musun?Güçsüzlüğümü ve kırılan gururumu görüyormusun?Ve sabrımı ve dayanmamı anlıyor musun?Hiç bir şey yok mu ruhların boşluğundaÖlen birinin son nefesini taşıyacak?Gizli kıyıların ruhları arasında birisi yok muHasta bir aşığın yakarmalarını duyacak?Neredesin, sevdiğim?Beni karanlık sardıVe zafer kazandı yas.Gülümse havaya ki, tekrar canlanayım;Solu ki ruhuma, yaşayayım…Neredesin sevgili, nerede…?Ah! Aşk ne kadar büyükVe ne kadar küçülttü beni!Halil Cibran
mefkud;hani her çağın, dönemin bir ozanı, söyleyeni vardır ya…Özellikle bu yazında o meşhur gündem (!) ile ilgili ne güzel söyleyen olmuşsun,çağdaşların new york, londra, paris salon salomonje kokteyllerde, resim sergilerinde, belki hak ederek kim bilir belki vicdanları da biraz sızlayarak şampanya-karides kokteyl eşliğinde edebiyatı kurtarırıken (!) ,sen burada bu gönlü kelimeye susayan, anlamlar arayan edebiyat meraklısı, kimi gündem decoderi aday adayı hafif ahalisine kelime anlatmaya çalışadur:)sen gidemezsin,gidersen ancak o edebi (!) tebaâ’ da edebiyat, şiir çekişmelerine son nokta koymak için gidersin,öyle bir gidiş de gitsen geri dönersin,bırakamazsın bizi,kelimelerini özleyenleri…
yok bu şehr içre… ve ….olası tanrılar ve şerefe ey millet canım içmek istedi…
Party time..with…
An Düşmesibüyük yavanlığın zamankazandığı susuz gezegenlerinarazisi! tarifsiz lanetlenişlerinkuvvetli masumiyetiyle alayeden merhale! talanedilmiş yalnızlıkların tersyüzçevrilerek bekletilmesiyle anlamlanmışsahte mukaddes, sahte susayış, sahtesabrediş izi!toprak ve tüllerin kralı! zehrin bilgisi!sen rüzgara uzat kalbinin mimarını veçöz suyu deryadan, kat mermere,acıt yeryüzünü!Küçük İskender
selam bebek!ruhumu ele verircesinesalınıp musmul bir ritimleöyle bir bel kıvırdımsonsuz a derdimle…(“dansöz” maya misali)hem içten gelmişken – “in the mood” şeklindeşirince köyünün tadlıkaradut şirinceşarabı eşliğinde(…..ten katkılar vesile)…
Bir katkı da benden öyleyse..Terk-i diyar eylesin bizi hüzün,Hep gülelim, neşe ile pürSadece mürüvvetini görelim, saf i siraz bedenlerin..Boşver kederlerini sen ellerin..
nereye gitsem yalnızlığın başkenti bedenimşehrimin çukurunda demlensemiçimdeki masiva, kâinata kanarpenis-i vanilya kokulu çocuklardıkçoğumuz bir kızın eteğindeki farbalayıbalalayka ile mandolin arasındaki uçurum sandıkmüsamerelerde cumhuriyet’i çarşaftan çıkarırkençarşaf’ı fırt ile mikrop arasında konumlandırdıksüheyla’yı saymazdı cem’ah abi “iki gemiciynen” hah, hah, hasüheyla benim buse bayramımdıvallahi vaha olsun kalbim, yazdım işte aha!bıkkın bir orospu tebessümü geçti üstümdencanı sıkkın bir telaştı zaman eceli teyellerkensalaş hüznümü kim takıyor yakasına gücenmedenmelal, vefa, hadikatüssuada, bir de daüssıla…
Kopya çektin ama neyse..Gidilen, görülen, sevilen her yer başkent..Gönlümde, gözümde, sözümde..Var bir hikmet, senin de şiir yazan özündeGörüyorum mezeyi, patlıcan ın közünde..
“koop” için teşekkürler…bedy belle çağrışımlı solistin sesini beğendim.sabah mahmurluğunu demlemek için birebir…alın işte, yine dalgalandım…duruldum mu?hep bir med, hep bir cezir!kahpe hayat, kaçırdım yine, atlas getir!diyorum ki bazı bazı; ulan hayat, her türlü pisliğine rağmen yine de yaşanılası yahu!yaşanılası kılan esasen şiir ve müzik!sağ kolum şiirse, sol kolum müzik!
Önüm arkam sağım solum, sobeBilir misin bu oyunu sen de..Sonra da oynayalım körebeSen kör, ben ebeKevkebe, debdebe..de deBütün şairler yalancıdır deme..Rica ederim..
sadece müzik ve şiir mi? Yaşanılası kılan şeyler, yıldızlara bakmak, güneşin renklerini izlemek, yeni açmış bir tomurcuğu görmek, yeni tadlar keşfetmek, bir bebeği koklamak, hiç ummadığın bir anda aldığın mesaj….Daha sayayım mı?:)Şiirlerinizi büyük bir zevkle okuyoruz efendim, devam lütfen…
kıymetli katkınız için samimi teşekkürlerimi kabul edin efendim, siz de okumaya devam edin lütfen…beni değil 😉
tuttumm