bildirgec.org

neceff

11 yıl önce üye olmuş, 45 yazı yazmış. 197 yorum yazmış.

pornografik düşler

neceff | 01 November 2008 16:19

Deliriyor olmalıyım…Saçlarının çıplaklığıma değdiği gün başladı ölüm. Apar topar sevişmeliyim bu gece, her şeyi ağırdan alalım; hayatı, sevgiyi, ölümü, aşkı da…Yatağın üzerinde çarmıha ger bedenini, avuçlarında bir kadının bekareti boşalsın, korkmadan, usanmadan yaratalım bedenlerimizi…

Bir et parçasını çöpe atacak kadar acımasız, bir erkeği yaracak kadar kahraman olmalıyım…Ölüm bedenimden doğdu; İsa’ nın acısı kadar derin, kitaplara sığmayacak kadar kutsal. Sandalyenin üzerinde öylece oturmuş, beni izliyordun. Seni en çok sandalyede seviyorum. En çok tahta bir beşikte açılıyor bacaklarım ve içime akanlar damlıyor bacaklarımdan. İçime en az aktığında, en çok kadın hissediyorum kendimi. Sen beşiğinde uykuya dal bana aldırmadan; sessizce, sinsice işlesin ninniler karmaşana…

şizoid dünyalar

neceff | 30 October 2008 15:47

Evimde rahatsızım. Dağınıklıktan aradıklarımı bulamıyorum. Kalemlerim çalınmış, neden acaba? Yazamayayım diye mi? Benim rahatsızlığım, rakip benliklerle karşılaştığım zaman kendimi pasifize ederek yok etmek. Şöyle anlatayım; bu eve giren kişiyle ben karşılaşmadım ama kalemlerimi çalarak benim yazma yeteneğime sahip olacağını sanan, fala büyüye inanan birisi. Defterin içinden beşinci kitabımın taslağını da cildi kopararak almış. Bu arada giysilerimde azalıyor. Hangisinin kaybolduğunu, çok giysim olduğu için anlamıyorum.

Kabe’de Hubel adındaki putu Hz. Muhammed kırdırtıyor. Tanrının adlarından biri Hu’dur. Kıble kelimesi de bence Kibelede’den geliyor. Hubel de Kibele’nin ta kendisi. Bence Kibele gerçekten tuhaf biri. Büyük ihtimalle gerçekten ölümsüz ve bir takım kerametler gösteriyor ama çok mutsuz. Bir erkeği yok. Hz. Muhammed’e ölemediğini, tanrıça olduğu için çok mutsuz olduğunu anlatıyor. Onu yaratan biri olması gerektiğini, bir annes, bir babası olmasını istediğini, yalnızlktan ve tanrıçalıktan bıktığını…

Alegori

neceff | 29 October 2008 10:20

Bir fasıla dilersiniz bazen aranızdaki “savaşa”. Mesafesini önceden koyduğunu söyler yukarıdan bakışlarla. Fark etmişseniz,- ki, bu sonraki geçişlerinizide olanıklı kılar- “görüyorum” dersiniz. Elinizde olmadan adımlarınız o sokağa doğru sürükler her defasında, seyrüsefer edersiniz…Sayrılı davetlerdir bunlar. Sokaktan her geçiş, dile vurulan darbe gibidir. Kelimeleriniz seyrelir, kendinizden başka kimseye anlatamazsınız gördüklerinizi, izin vermez…Bu yaşadıklarınız müntehir merağınızı sizden uzaklaştırır. O’nun yaşamına muvazi bir yaşamın içinde bulursunuz kendinizi. Bakışlarınız anlam kazanmaya; yaşadıklarınızın ve hislerinizin aynasına dönüşmeye başlar. Daha az sözcük…Yaşam incelir.

at kadehi elinden yoksa ateş ederim

neceff | 28 October 2008 16:21

Kapı açıldıkça girenlerin sayısı artıyordu. Ters bir bakışla karşıladığım insanların üzerinde, olması gerektiği gibi o kadifemsi elbiselerden vardı. Kadınların çoğunlukta olduğu gezegenlere has bir parfüm keşmekeşliği yaşanıyordu trafikte. Akşama evde erken olurum diyenlerin oluşturduğu bir ligde küme düşmemek için mücadele ediyordum. Günlük bir sinema dergisi çıkarma hazırlığının son aşamasına gelmiştim o sıralar. Günün soundtrack’ini in the mood for love olarak belirlemiştim. Yaylı çalgılara karşı beslediğim bu sempati hakkında bilgi vermek için okyanusa çağrılmıştım geçen hafta. Sessizce gider gibi yaptım. Her şey kontrolüm altındayken bir anda altına aldı beni bu bıyıklı adamlar. Bir elektrik direğini andıran hareketlerimden dolayı üç gün boyunca sualtında tutuldum. Sonra serbest bırakıldım derken gözlerimi çöle benzeyen bir kumsalda açtım. Bütün vücudumun kumun altındayken neler hissetiğimi az çok tahmin edersiniz. Sonra uzunca bir süre dilsizlik oldu aramızda. Kimse ne olduğu konusunda bir bilgi veremedi yakınlarıma. Yaklaşık 4256 metre boyunca süren testlerden sonra ortaya çıkan sonuç ilginçti. Ben bir kireç çözücüydüm ya da nohutlu pilav veya trambolin ya da buna benzer bir şey. Bütün rüyalarım ütülenmiş bir iç çamaşırı kadar anlamsızlaşmıştı bir anda. Kalabalığa dönüp haykırmak istedim. Ama yeterli çoğunluk sağlanamadığından dolayı sessiz kalmanın daha iyi olacağını düşündüm. Ve en sonunda anladım ki şöförle konuşmak gerçekten yasaktı ve müsait bir yer bulmak sanıldığı kadar kolay değildi. Kemal sanki benim sevgilim gibiydi.

Meredith Monk İnlemeleri

neceff | 26 October 2008 12:46

Trompetler çalıyor odamın beyaz duvarlarında
Mor perdelere çarpıyorlar, oradan kurumuş gırtlağıma
Göz çukurlarımda tınılar yükseliyor
Dökülüyorlar kayarak ses dalgaları arasından; yastığıma

( 1 )Juliete ya da ( 2 )Alifie olmak isterdim
Ya da nihilist bir orospu
Tek çizgiyi sahip bir ( 3 )Matisse kadını
Ya da ( 4 )Coleman soyadında bir bozguncu

Takılıyor aklıma sabahın kör vakti, teknoloji ve ( 5 )doğa
Yamyamlık ve sinir sistemleri
Haşlanmış ıstakozlar ve balık ağları
tanklar
Politika bizim icadımız, ( 6 )intihar da, katliam da bizim
İlkel olmasını isterdim sokağımın, vahşiliğimize aldırmamak
için!

Sevişme Sanatı

neceff | 26 October 2008 11:35

cinsellik
sahip olduğun her şeyin bir anda 180 derece değişmesine neden olan en ince en kuvvetli saçmalık. bir anda alttasın ve bir anda aşağılanmanın en devasa hazzına kapılarak 180′ den geriye saymanın uzun süreceğni bilmenin rahatlığıyla, bukalemun ruhunun ellerine bırakıyorsun kendini: 179, 178, 177..
sıfırda yine ona cehennemdeki sana dönüşeceksin. en yukarda, en ateşli en zavallı olana..oysa bu kimsenin umurunda değil..

sevişmek
karasularıma ineceğim yeniden. benimle beraber yol alma! şu küçük hayatında sevişmek harici bi bok bilmezdi diyeceksin; o konuda haklı sayılırsın belki. ama söyleşmek ya da sözleşmek gibi kavramlar beraberinde bunu gerektirir çoğu zaman…içgüdünün hormonlarla süslenerek dünyayı altüst edebilecek duruma gelmesinin güncel olaylarla pek ilgisi olmaz.
nedir ulaşmak istediğin? iç çamaşırımın üzerine boşalıp da, “aslında çok iyi bir insan olduğunu biliyorum,” dercesine bakmak mı? külotumu indirmesine müsade etseydim; bu da olmazdı herhalde.
hayal kurarak sevişme benimle, yalvarırım. gireceksen bir çırpıda gir. hafta sonu daha eğlencelidir bedenim. kimin kelimelerisin sen? kimin ruhunu taşıyorsun bakış açında? nasıl yaratacaksın bakışlarımı yeniden? gözlerimi kapıyorum oysa çoğu zaman; üzerimdeki kütleyi bir kenara fırlatıp atmayı geçiriyorum içimden ve yeniden düşünmeye başlıyorum baharı. kim olduğunu hakikaten bilmiyorum ama “benden bir parça” olman için soyunmak; ağırlığımı hiçe sayıp içimi bile açardım.

Deliliğin Dudaklarındaki Islık

neceff | 24 October 2008 12:06

Clive Barker‘ın romanlarında korku kültü bir sis bulutu gibi çöker okuyucunun üzerine. Sis dağıldığında, zihninizi delip geçen fantastik dünyalar kalır geriye, o da kana bulanmış bir şekilde. Barker, kitaplarındaki kısa öykülerle üstünüze başınıza kan sıçratır adeta. Malzemesi, içerdeki veya dışarıdaki; ama daima devinim halindeki kan damarlarıyla insanın ta kendisidir. Ölüm, kan gölünün ortasında bir anda yükselen gizemli bir adadır adeta. Sonsuzluğun yeni bir boyutunu sunar okuyucuya. Ölümle yaşam arasında kalan varlıklar, tam da Barker’ın bahsetmeyi en çok sevdikleri arasındadır ve bu varlıklar illa ki deliliğin sularında yelken açan paramparça bilinçlere sahiptir.

Onun kaleminde insan malzemesi öyle bir şekil alır ve öyle bir teşhir edilir ki, öyküleri okurken tüm derinizi kaldırıp bizzat görmek istersiniz kendi içinizi. Öykülerinde, bir yanda üst üste yığılmış insan etlerinden oluşturulan tepeler savaşa tutuşturulur, diğer yanda yaydığı karanlıktan ötürü bugüne kadar gölgede bırakılan gecenin çocuklarına ya da ayın döllerine, gece ekspresiyle taşınır insanoğlu kurban olarak.

THE EYE (GÖZ)

neceff | 22 October 2008 13:32

2002 yılında çekilmiş Japon versiyonu da bulunan film, bu yıl karşımıza ABD yapımı olarak, bol efektli, yer yer irkilten öğelerle karşımıza çıkıyor. Başrol oyuncusu Jessice Alba rolünün hakkını vererek ilgiyi üzerine çekmeyi başarıyor.

Kornea nakli sonunda ruhani görüntüleri görmeye başlayan Sydney, uzun bir süre etrafındaki kimseyi bu duruma inandıramaz. Daha önceden kör olmasına rağmen mutlu bir hayat süren Syd, tam yeni gözleriyle hayata tutunacakken, gün geçtikçe kabus dolu görüntülerle olayların korkunç ve karanlık geçmişine sürüklenir.

O da bir müzisyendir, gören gözlerle asla eskisi gibi çalamayan bir kemancı. Bu kabus dolu görüntüler de sanatçıların yarattığı hayal ürünleri olarak düşünülür ve dikkate alınmaz. Ama arka planda uyuyan hatıralar vardır, hücresel hatıralar ve bu hatıralar rüyalarında durmadan huzursuzlanmaktadır.

BİR YABANCI UYARLAMASI OLARAK YAZGI

neceff | 21 October 2008 15:09

Romandan öyküye uyarlama yapılırken tasarruf, dramatik yapı ve öz konu başlıklarıyla bildiğimiz üç ana sorunla karşı karşıya geliriz.

Tasarruf; maddi ve zamansal tasarruftur. Bir roman genellikle 200 sayfadan uzun sürer, senaryo ise genel olarak 120 sayfa civarındadır. Burada senaristin yapması gereken, kitabın ana fikrini bozmadan, kitabı başarılı kılan etkenleri dağıtmadan, bazı bölümleri ve hatta gerekirse bazı karakterleri çıkarmaktır. Bu bakımdan filme bakıldığında Zeki Demirkubuz’ un çok doğru bir kitabı seçtiğini görüyoruz, çünkü “Yabancı” 116, sayfa. Filmin süresinin de 100 dk. civarında olduğunu göz önüne alırsak, senaryonun 1005-110 sayfa arasında olması gerektiğini söyleyebiliriz. İşin maddi yönünü zorlayıcı pek fazla olay ve mekan olmasa da, yazlık ev sekansının filme alınmaması, az da olsa filmin bütçesine hizmet etmiş görünüyor. Bence bu mekanlarda geçen olayları, Musa’ nın evine, iş yerine ve mahhalesine toplayarak Demirkubuz yine doğru bir adım atmış.

meursault‘ un kendi iradesini kullanmayı reddeşinin nedeni, bu dünyadaki her şeyin kontrolümüz dışında geliştiğini düşünmesi, tüm anlamların aslında anlamsız olduğuna inanması, “absürd” bir hayat görüşüne sahip olmasıdır. Musa karakteri, Mersault’ un fikirlerine sadık kalmış. Bu konuda Yazgı kesinlikle başarılı bir uyarlama. Film tek bir konunun üzerinde, gerilimi git gide arttırarak ilerliyor ve kitaptaki nihilist duyguları izleyice uyandırarak onları rahatsız etmeyi başarabiliyor.

AŞKIN METAFİZİĞİ / ARTHUR SCHOPENHAUER

neceff | 20 October 2008 15:36

Aşkın ne olduğunu anlayana cennetin vaat edildiği dünyada, kimilerimiz onu yaşamaya kalkışır, kimilerimiz de uzaktan ahkam keser. Schopenhauer, aşkı yaşadı mı bilmiyorum, bilmek de istemiyorum açıkcası. Çünkü yazdıklarına bakılırsa, yaşadığı aşk acı bir sonla bitmiş olabilir. Yani şöyle bir cümleyle terk etmiş olabilir onu tüm aşıkları;

Senden alacağımı aldım Arthur, hamileyim ve doğacak yeni insan senin çıldırmış aklına ve benim güzel kalçalarıma sahip olacak, elveda!