Romandan öyküye uyarlama yapılırken tasarruf, dramatik yapı ve öz konu başlıklarıyla bildiğimiz üç ana sorunla karşı karşıya geliriz.Tasarruf; maddi ve zamansal tasarruftur. Bir roman genellikle 200 sayfadan uzun sürer, senaryo ise genel olarak 120 sayfa civarındadır. Burada senaristin yapması gereken, kitabın ana fikrini bozmadan, kitabı başarılı kılan etkenleri dağıtmadan, bazı bölümleri ve hatta gerekirse bazı karakterleri çıkarmaktır. Bu bakımdan filme bakıldığında Zeki Demirkubuz’ un çok doğru bir kitabı seçtiğini görüyoruz, çünkü “Yabancı” 116, sayfa. Filmin süresinin de 100 dk. civarında olduğunu göz önüne alırsak, senaryonun 1005-110 sayfa arasında olması gerektiğini söyleyebiliriz. İşin maddi yönünü zorlayıcı pek fazla olay ve mekan olmasa da, yazlık ev sekansının filme alınmaması, az da olsa filmin bütçesine hizmet etmiş görünüyor. Bence bu mekanlarda geçen olayları, Musa’ nın evine, iş yerine ve mahhalesine toplayarak Demirkubuz yine doğru bir adım atmış.meursault‘ un kendi iradesini kullanmayı reddeşinin nedeni, bu dünyadaki her şeyin kontrolümüz dışında geliştiğini düşünmesi, tüm anlamların aslında anlamsız olduğuna inanması, “absürd” bir hayat görüşüne sahip olmasıdır. Musa karakteri, Mersault’ un fikirlerine sadık kalmış. Bu konuda Yazgı kesinlikle başarılı bir uyarlama. Film tek bir konunun üzerinde, gerilimi git gide arttırarak ilerliyor ve kitaptaki nihilist duyguları izleyice uyandırarak onları rahatsız etmeyi başarabiliyor.Bir edebiyat eserini sinemaya uyarlerken ortaya çıkan en büyük sorunlardan biri de monologlardır. Bir roman kaharamanın an içersindeki ruh hali bazen sayfalarca anlatılabilir. Geçmişini hatırlar, geleceğini düşler, karmaşık duygularını ortaya koyar. Bu yazım yöntemi gerçek hayattaki insanların düşünme eylemine en yakın olanıdır. İnsan zihni de bu prensiple, tıpkı bir kelebeğin çiçeğe konup, saniyeler içersinde onu terk edip tekrar konması, ter edip takrar konması gibi zaman içerisinde haraket eder, “anı” yakalayamaz ve bu yolculukta yanında birçok duyguyu aynı anda barındırır. Senaristin bu gibi bölümlerde yapması gereken tıpkı bir Budist rahip gibi çalışarak, kahramanın ana gerei dönmesini ve onun baskın bir ruh halinde “hareket” etmesini sağlamaktır. Tek bir fotoğraf karasi, 15 sayfa betimlenmiş bir durumdan daha güçlü olabilmektedir.Mersault’ un kitapta düşünceleriyle kendini yeyip bitirmesine tanık olmuştum. Filmde Musa kanepesine yayılmış T.V’ ye boş gözlerle bakarken aynı hisse kapıldım. Ya da gelen komşusunu kapıya geçirmezken onu ayıplamadım. Bu, Zeki Demirkubuz ile Serdar Orçin‘ in ortak başarısı.

Kitabın son bölümünde, idam edilmek üzere olan Mersault bir papaz ile görüştürülüyordu. Din görevlisi ona “plastik” bir babacanlıkla yaklaşıyor, onu anladığını söylüyor fakat esasında ondan hem korkuyor hem de nefret ediyordu. Bu durumun farkında olan Mersault, onunla söz dalaşına girmek istememesine rağmen buna mecbur kalarak sonunda düşündüklerini sert bir dille onun yüzüne vurmak zorunda kalıyordu. Ahlakın, değer yargılarının, tanrı inancının ne kadar izafi ve kaygan bir zeminde olduğunu hayretler içersinde algılıyorduk.Sahnelerde en önemli şey anlamdır. Her sahnenin içersinde bulundurduğu bir anlam bütünlüğü olmalıdır. Yazgı filminde papaz ile Mersault’ un görüşmesinin uyarlaması, Musa hapisten çıkarken gerçekleşti. Demirkubuz, sonradan öğrendiğim kadarıyla bir tek bu sahnenin provasını yaptırmış oyuncularına, Kendisi de kitabın en kilit noktasının aynı sahne olduğunu düşünmüş. Kitapta yaşanan şokun bir benzerini, hatta daha fazlasını yaşatıyor izleyicilere bu sahne. Sahnenin sonunda “İşte film şimdi bitti!” diyorsunuz kendi kendinize.ALBER CAMUS / L’ ÉTRANGER (YABANCI)
Romanda yakın arkadaşı, aslında çok da sevmediği komşusu istedi diye Arap’ ı öldüren ama bu suçtan çok, gerçek duygularını dile getirdiği ve toplumun istediği kalıba girmeyi reddettiği için toplum dışına itilen bir “yabancı” aracılığıyla XX. yüzyıl insanının içine düştüğü yabancılaşma anlatılır. Bir türlü ele geçirilemeyen anlamın aranması, toplumdan ve dış dünyadan kopuk bir bilinç, topluma yabancı duran bir kahramanın çevresiyle ve toplumla arasındaki çatışayı anlatan roman büyüleyici gücünü, içinde barındırdığı trajedi duygusundan alır. Camus genç kahraman Mersault’ nun dış dünya ile arasına koyduğu mesafeyi, kendine ve topluma yabancılaşmasını, annesinin ölümü dahil her şeye nesnel yaklaşmasını ustalıkla dile getirir.Camus’ nün yabancısının nasıl yabancılaştığını kendi ağzıdan şöyle aktarabiliriz: “Yani bu işin benim dışımda görülüyor gibi bir hali vardı. Her şey, ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu. Kaderim bana sorulmadan tayin oluyordu(…) İyi düşününce söylenecek bir şeyim olmadığını anlamaktaydım. Kendi kendimi seyrediyormuşum gibi bir hisse kapıldım.
Bu arada, Yabancı romanındaki yabancılaşmanın Marksist yabancılaşma öğretisi ile ilişkisi olmadığını da vurgulamak gerekiyor. Buradaki yabancılaşma Camus’ nün ünlü “Absürd” (saçma) felsefesiyle ilişkilidir. Yine kahramanına söylettiği “Herkes bilir ki, hayat yaşamak zahmetine değmeyen bir şeydir, aslında 30 ya da 70 yaşında ölmenin önemli olmadığını bilmez değildim, çünkü her iki halde de gayet tabii olarak başka erkekler ve kadınlar yine yaşayacaklar ve bu binlerce yıl devam edecektir(…) İnsan mademki ölecektir, bunun nasıl ve ne zaman olacağının önemi yoktur” sözleri, çağdaş nihilizmin saçma kavramı altında irdelenmesidir. Camus’ nün yabancılaşması daima metafizik öğeler taşıdı ve nihilizmin yerine ahlaki bir eylemlikten söz etti. Marx ile varoluşçuluğu buluşturan yazar ise Jean Paul Sartre oldu. Sartre, Camus’ den farklı olarak eylemsel zorunluluğun altını çizerek meteryalist bir yaklaşım geliştirdi.Yabancı’ da özetle anlatılmak istenen şey; dünyanın boş ve anlamsız, her şeyin, insanın, hayatın ve toplumun saçma olduğudur. Bunu düşünmek çok yorucu, hayattan bezdiricidir. Bu tekdüzelikte, bu makineleşmiş dünyada yaşayan insan, ölümü bile rahatlıkla kabüllenir. Yabancı’ da, yine de bütün bu olağandışılığına rağmen öykünün doğallığı, kahramanın ölümü kabullenişindeki doğallık bizi rahatsız eder, dünyanın saçmalığı vurgusunu güçlendirir. Okurda, Mersault’ un yaşama sıkıntısına paralel bir sıkıntı oluşur.Not: 1967 Yılında Luchino Visconti’ nin çektiği “Lo Straniero” filmi de bu kitaptan uyarlanmıştır.ZEKİ DEMİRKUBUZ / YAZGI
Musa, gümrük müdürlüğünde muhasebeci olarak çalışan, 30′ lu yaşların başındaki bir adamdır. Yaşlı annesiyle birlikte yaşamaktadır. Anne sevgisini yaşayan birisi olmasına rağmen ölümüne üzülmez. Sanki tanımadığı birinin annesi ölmüş gibi bu olaya nesnel bir gözle bakıp yorumlar yapması üzerine iş arkadaşlarında garip, yargılayıcı tepkiler uyandırır. Halbuki bu tepki tipik bir Musa tepkisidir. Kişisel bir karar almamak için sadece iş yerinden bir kızın istemesi üzerine, hoşlanmamasına rağmen onunla evlenirç Tüm bunların sebebi; Musa’ nın içinde yaşadığı dünyaya, topluma hatta kendi hayatına bile yabancılaşmış olmasıdır. Musa’ ya göre insan iradesi diye bir şey yoktur. Her şey boş ve manasızdır. Kişiler kararlar alıp hayatlarında hiçbir şeyi değiştiremezler, her şey dışarıdan etkilerle ilerler ve bunların sonucunda da anlamsız olaylar meydana gelir. Yani dünya saçma sapandır. Bu “saçma” işleyiş Musa’ yı ölümün eşiğine sürükler. İşlemediği cinayetler yüzünden idamın eşiğine gelmesine rağmen kendini savunmayı reddeder.ALBERT CAMUS

1913 yılında, Cezayir’ de, bir tarım işçisinin oğlu olarak dünyaya geldi. Cezayir Üniversitesi’ nde zor koşullarda sürdürdüğü felsefe öğrenimini sağlık sorunları nedeniyle yarıda bıraktı. 1938 yılında Paris’ e gitti, ilk yağıtları olan Tersi ve Yüzü ve Düğün bu dönemde yayımlandı. 2. Dünya Savaşı sırasında “Combat” direniş örgütünde etkin rol oynadı. Edebiyat dünyasına asıl girişini 1942 yılında yazdığı Yabancı ile yaptı. Yine 1942 yılında yazdığı Sisifos Söyleni başlıklı felsefe kitabı Yabancı’ yı tamamlar nitelikteydi. Bu iki yapıtta, varoluşçu izler taşıyan “saçma” felsefesini geliştirdi. 1947′ de yayımlanan Veba adlı romanı, 1950′ lerde kaleme aldığı Başkaldıran İnsan ve Yaz başlıklı denemeleri, Düşüş, Sürgün ve Krallık gibi öyküleriyle hem edebiyat, hem de düşünce alanlarında yetkinliğini kanıtladı. 1957 yılında Nobel Edebiyat ödülüne layık görülen Albert Camus, 1960 yılında geliştirdiği “Saçma” felsefesine yakışır bir şekilde bir trafik kazasında yaşamını yitirdi.ZEKİ DEMİRKUBUZ

1962 doğumlu. Türkiye’ nin yurt dışında filmleri en çok rağbet gören “Bağımsız” yönetmeni. Sinemaya şans eseri bullaştığını söylüyor. “Seyyar satıcıydım, bir sette iş buldum, bu işte iyi para var deyip meslek değiştirdim. Benim için çok güzel oldu, sinema benim için para kaynağı olmasının yanı sıra, edebiyat hayranı ve bir romancı olmak istediğim için, bana düşüncelerimi insanlara aktarmamda benzersiz bir fırsat sunuyordu.”
Filmlerinde sosyal sınıflar arasındaki gerginlikleri, kapitalizmin ötekileştirdiği insanların yaşamlarını, “küçük insanların, hayatlarındaki büyük olayları” minimalist bir anlatım diliyle yansıtıyor. Önemli filmleri: C-Blok, Bekleme Odası, İtiraf, Masumiyet, Yazgı, Üçüncü Sayfa, kader.