bildirgec.org

mishkin

11 yıl önce üye olmuş, 20 yazı yazmış. 0 yorum yazmış.

hakikat!

mishkin | 13 June 2005 17:29

sevgili günlük,

pazartesi sabahının bedenime balyoz şiddetinde inen sersemletici ve olağan mahmurluğuyla apartman kapısından çıkıyordum ki karşımda bütün ciddiyeti ve vakarıyla onu gördüm: mahallemizin biricik delisi mazlum’u.efenim insanın mahallesi olur da o mahallenin bir delisi olmazsa bir yerde antropolojik bir sorun var demektir.ve şükür ki mahallemiz bu konuda kayıtlara yerleştirdiği kallavi üç zırdelisi, beş yarıdelisi ve zırdeli olmaya aday üç şizofren,5 paronayak ve 15 obsesif vakasıyla ülkemizde mahalle başına düşemeyen deli sayısına önemli katkılarda bulunuyordu(bu yönüyle mahallemle ne kadar gurur duysam azdır). ancak iş yerine varıp sert bir kahvenin ardından müdür efendiden yiyeceğim gündelik fırçayla anca patlama zahmetine nail olan afyonum, bu sabah mazlum’un haşin bakışları arasında darmadağın oldu.zira sabah sabah karşımda saçalarının uzunluğu dahi çatık kaşlarını örtmeye vakıf olamayan bu deli kardeşimizin yüzünü hiç böyle öfkeli görmemiştim. mahallemizin tırsak bir sakini olmam hasebiyle bu türden arkadaşlarımızın ne yapacağı kestirilemeyen davranış özelliklerini dikkate alıp bunlarla mümkün mertebe karşılaşmamaya özen gösterirdim.Lakin bu sefer hiç şansım yoktu ve mazlum karşımdaydı…elindeki küçük yağlı boya kutusunu vurgulayarak “su ver bana” dedi…(al başına belayı sabah sabah)metanetini koruyan insanlar gibi işi şakaya dökerek “esmeralda iki blok ötede oturuyor,yanlış geldin bey kardeşim…eheheh” gibi gerzekçe bir şaka yapmak geldi içimden ama “yemedi”…zira bu deliler ciddi olunması gereken zamanlarda hiç taviz vermezlerdi ki bunu, yukarıda saydığım adaylardan biri olarak kendim de tecrübe etmiştim. elinden kutuyu aldım ve gerisin geri eve döndüm…derdi anlaşılmıştı, yazı yazacaktı gene bir yerlere ama boya, kutunun içerisinde kurumuştu.evde bulduğum bir parça tineri bizzat ellerimle boyaya ilave ettim,yazılacak kıvama getirdikten sonra ivedilikle aşağıya indim…bütün çabalarıma rağmen yüzünde ne minnettarlık ne de bir sevinç kıpırtısı gördüm…hala çok ciddiydi…sürekli yanında olan köpek de en az onun kadar ciddiydi(delilerin bir başka hayret edililecek tarafı ise hayvanlarla aralarındaki sağlam iletişimdir)

anlamsızlık

mishkin | 09 June 2005 17:37

sevgili günlük,

bizim on iki numaradaki hayri beyi tanırsın,hani geçen yaz karısı çoluğu çocuğu bırakıp memleketlisi olan bir kamyon şoförüyle kaçmıştı…işte o.(kadına da bir şey diyemiyorum zira kamyoncu bunun gençken aşık olduğu herifmiş)neyse…işte bu tanıdığın hayri beyin evinden geçen gece bir bağrış bir çağrış sorma gitsin…sakin ve de mülayim bir komşunun muhtemel tüm belirtilerine haiz olan hayri beyi hiç bu şekilde duymamış,görmemiştim.Zaten kendisini hiç bağırırken görmediğim için ilk etapta avazımsı çıkan sesin kendisine ait olduğunu ancak ne olup bittiğini anlamak için kapısının yanına kadar gittiğimde öğrendim…ve doğal olarak çok şaşırdım.birine bağırıyordu ve bu biri hiç şüphe yok ki telefonun öbür ucundaydı.hayri beyin hayatına yönelik herhangi bir tehdit sözkonusu olmadığını anlayınca, evceğzime doğru seğirttim ve günümüzün alışıldık duyarsız komşuluk profiline katkı yapmaya devam ettim…lakin ne mümkün…Hayri bey telefonda, kendisini bir yıl sonra çocuklarını görme isteği belirince arayan eski karısına yeterince bağıramadığını anlamış olacak ki kalkıp bana geldi…oysa hayri bey ve ben; yalnızlığını ve komşusuz bir hayat idealini şiar edinmiş iki insan olarak yanyana gelmemiz pek de olası olmayan insanlardık…ve onca meraklı ve böyle durumlarda “ay hayri bey buyrun gelin sakinleşirsiniz konuşalım..neniz var” diyerek inayetini seferber eden insan topluluğuna rağmen hayri bey bana gelmişti…ben bütün metanetim ve “sen de karın da çocukların da umurumda değilsiniz” bakışlarımla içeriye aldım hayri beyi…ve anladım ki hayri bey konuşmaya değil bağırmaya gelmişti.kusacak alan bulamadığınızda yaşadığınız zamanlara benzer bir duygudur bu.hayri bey için karşısında biri olmalıydı sadece…ve sonradan düşününce pek mutlu oldum ki hayri bey benim umursamazlığımı bildiğinden beni seçmişti….işim kolaydı…lakin hayri bey fazla kızmış olacak ki yüksek volümden gidiyor ve arada ağzını da bozuyordu…bir ara kapıyı açtığımda merdiven boşluğunda bir grup komşunun “adam haklı” benzeri sesler çıkardıklarını işittim.

yalnızlık!

mishkin | 26 May 2005 17:08

sevgili günlük,

uzun zamandan beridir hiç bu kadar zinde uyanmamıştım…amannn yarebbiii nasıl bir yaşama sevinci,nasıl salakça bir iyimserlik peydah olduysa içimciğimde sabahın köründe attım kendimi sokağa…bütün apartman sakinlerinin sabah sevimsizliklerine ve suratsızlıklarına rağmen onlara tek tek “hayırlı sabahlar efenim” deme duygusu uyandıran bu manasız cuşkuyu her ne kadar kendimle bağdaştıramadıysam da olmuştu bir kere ve yapacak bir şey yoktu.-ancak otobüs şoförü çok aksi çıktı…yüzüme bile bakmadı- neyse efenim ben böyle pürneşe halinde kendicağzımı atmışken sokaklara ve ortaya çıkan grotesk laylaylomluğa pek de kulak asmadan ilerlerken -oysa çok az kalmıştı kazasız belasız iş yerine varmaya,topu topu yüz metre kadar yani- caddeden geçmekte olan bir otomobilin ve ona, yerli işbirlikçi kabilinden kollarını açmış bir su birikintisinin gazabına uğramıştım.işte olan olmuştu gene sevgili günlük! ilk başta bu tür kazalara uğrayanların yaşadıkları türden kısa süren bir sersemleme halinden sonra toparladım kendimi ve çevremde taş,demir ve araba camına ya da kaportasına zarar verebilecek bir nesne aramaya koyuldum…ama ne mümkün efenim…maalesef kentleşme olgusu sürecinde ya işi fazla ciddiye alıp yanımıza yöremize ne olur ne olmaz diye bir kaç kaldırım taşı ayırmayı unuttuk ya da kentleşirken su birikintilerinden doğan olumsuzluklara karşı şoförlerimizi eğitmeyi gözden kaçırdık -unutulanlar kısmında yağmurun da olması ihtimali var ki bunu angutluğun dik alası diye tabir etmek mümkündür sevgili günlük-o an ayırdına pek de varmaya muktedir olamadığım bu sosyolojik tetkikleri bir yana bırakıp yarıcı,parçalayıcı,kırıcı bir nesne bulamamanın derin buhranını yaşarken,en çaresiz kaldığımız anlarda başvurduğumuz ancak doğru zamanlarda hatırlamamız gerektiğinde hayatımızı çok kolaylaştırabilecek bir şeyi; sözcükleri ,yani dili fark ettim sevgili günlük!saniyenin onda biri civarında bir hızla kafamda çakan bu şimşekimsi düşüncelerden kendimi sıyırdım ve bastım en galiz küfürlerimden birini -bu otomobili kullananın geçimini nasıl sağladığına dair küçük bir bilgi şeklindeydi- ve hızla giden otomobilin arkasından nefret ve cinayet hissiyatı uyandıran bakışlarımla araç sahibinin dikiz aynasını hedef alarak baktım…lakin nefret ve cinnet temayülü gösteren bakışlarım küfür anında planladığımdan yüksek çıkan sesimle birleşince araç şoförünün üzerinde derin bir etki yapmış olsa gerek araç durdu!evet…ben ki hayatının neredeyse her döneminde yok sayılarak yaşamış biri olarak ilk defa bir küfür etme teşebbüsünde bulunmuş; ve yol kenarında bütün kentli aldrımazlığıyla yürüyen kalabalığın ve de iri kıyım araç şoförünün dikkatine haiz olmuştum!kabul etmem lazım çok şansızmışım.doğal olarak böyle durumlarda her aklı başında insanın yapması gereken şeyi yaptım ve arkama dahi bakmadan, benden yaklaşık yüz metre uzaklıkta bulunan o kapılarından sevgi sıcaklığı,o tavanlarından şefkat ve sadakat, o çalışan personelinin gözünden tüm hüsniyetin ve meşakkatin sular ırmaklar gibi fışkırdığı iş yerime doğru koşmaya başladım.nasıl bir iş yeri sevgisi ve oraya kavuşma arzusuyla koşmuşum ki bir kaç saniye içerisinde ordaydım…ancak hemen aşağıya inmedim ve giriş katta bulunan tuvaletlere yöneldim…oradaki küçük pencerelerden birinden dışarıya baktım…ve onu gördüm…yani siyah arabasıyla üzerime su sıçratan medeniyet düşmanı iri kıyım adamı…allahtan çevrede bir çok işyeri vardı da hangi binaya girmiş olduğumu karıştırdı…yol kenarında telefon kartı,bazen simit,bazen de hepsini birlikte satan ülkemin hür teşebbüs mümessili seyyar satıcıdan beni sordu…seyyar satıcıyı net olarak göremediğim için gammazlanıp gammazlanmadığımdan emin olamadım.Yapacak bir şey yoktu…alt kata çalışma masama yerleştim ve iti kıyım adam izimi bulur da oraya gelirse nolur nolmaz diye bugün tüm mesai arkadaşlarıma inanılmaz derecede iyi davrandım…iş yerinde dosta güven düşmana korku verecek türden hamdullah beyin çayını bile getirdim bir ara…öğlen yemeğine çıkmayıp arkadaşlarım yemekten döndüklerinde sevinsinler diye onların yarım kalan işlerini yaptım…eee arkadaşız bugüne bugün!

tragedyalar!

mishkin | 25 May 2005 14:00

sevgili günlük,

başım çok ağrıyor…”akşamdan kalma” deyimini şimdi daha iyi anlıyorum. alkole dayanıksız bir bünyenin haddini bilmesi gerektiğine, yıllar önce sarhoş olup kalabalığın ortasında soyunan adamı gördüğümde kanaat getirmiştim…ancak bu kanaati unutmuş olmalıyım ki dün alkol aldım ve tabiri caizse “kafa beton” durumuna geldim…hoş kalabalığın içerisinde soyunmak gibi ahlaka mugayyir bir tavırda bulunmadım ama -hatırlayabildiğim kadarıyla bulunmadım- gene de insanın kendini kaybetmesi hoş bir vaziyet değil.

her şey dün akşam mesai bitiminde ahmet beyin yanıma gelip, akşam süleyman beyin doğum günü partisi olduğunu ve tüm arkadaşların bu partiye katılacağını,eğer gitmezsem tek gitmeyenin ben olacağımı ve buna mukabil, zaten zor dönemler geçirmekte olan süleyman beyin beni orda görmediği takdirde çok müteessir olacağını belirtmesiyle başladı -zaten bu ahmet bey denen zibidi bu türden işleri çok severdi,herifin herkesle arası iyiydi(benimle bile),insan bu kadar mı popüler, bu kadar mı sosyal olur deme sevgili günlük..bu ahmet zibidisi bu kadar sosyaldi işte- her ne kadar davetini, elimde gelen tüm nezaketimi devreye sokarak reddetmeye çalıştıysam da beceremedim…ayrıca süleyman bey denen kendine acımaktan başka bir halt etmeyen ıstırap abidesinin, bilakis beni görmeyince çok mutlu olacağını falan söyledim…ancak ahmet bey zibidisi galip geldi…gidip bi yarım saat oturmaktan bir şey olmazdı diye düşündüm. sonuç olarak mesai çıkışı arabalara binildi ve yola revan olundu…ben gazinoya en son varanlardandım..çünkü kimse beni arabasına almak istememişti…otobüsle gitmek zorunda kalmıştım…zaten gazino olduğu iddia edilen o pavyonumsu yere ilk girdiğimde başta süleymen bey zıpçıktısı olmak üzere herkes “bunun ne işi var” gibi bir ifadeyle karşıladı.neyse efenimm…pavyonumsu gazinoya; sesi,boğazlanan buzağıyı andıran bir kadının söylediği “kadehim kırılmış şişem artık boş,sormayın ben neden sarhoşum sarhoş ” adlı şarkı eşiliğinde girdim ve yerimi aldım.küçük ve orta ölçekli burjuvaların sahne önünden arkaya doğru yatay bir hiyerarşiyle sıralandığı bu pavyonumsu gazino bende nedense kötü yola düşmüşüm gibi bir his uyandırdı.”garsonun ne alırsınız efenim” tarzı yapmacık sorusuna “bişey almıyacağım” cevabı verdiğimde ise sahnedeki buzağının boğulma işlemi bitmiş olduğundan cevabımı nerdeyse gazinodaki herkes duymuştu ve oturanların bakışlarında “içmiyeceksen siktir git”vari bir durum oluşmuştu.bakışların baskıcı özelliğini dikkate alan hinoğluhin derecesinde uyanık garson, arkasına aldığı bu bakışların gücüyle anlamamış gibi yapıp tekrar sordu “anlamadım efenim ne alırım dediniz?”…”rakı dedim kardeşim sağır mısınız yaa” dedim ya da demek zorunda kaldım. söylediğim rakı nihayet gelmişti ve ben kaderin her zamanki cilvesi olarak süleyman beyin tam karşısına oturmuştum ve hiç de gelmememden hoşnut olmayacak biri gibi durmadığını görmüştüm.rakıyı bitirene kadar bu içtimai etkinliğin gereklerini yerine getirme kaygısıyla civardaki kadınlara bir iki iltifatta bulunmamın fena olmayacağını ve söylenen şarkılara eşlik etmemin olağan sayılacağını düşündüm ve öyle de yaptım…lakin sonrasında ne düşündüm ve ne yaptım hiç bir şey hatırlayamıyorum…tek hatırladığım birilerinin “oh ohh yandan oyna mişkin efendi” sesleriydi…neden acaba? işte böyle sevgili günlük…başım halen ağrıyor ve çevremde konuşlanmış masaların gündelik sakinleri ara ara bana bıyık altından gülerek bakıyorlar şimdi.

aşk!

mishkin | 24 May 2005 12:08

Sevgili günlük(eke eke ..ne bu bee her gün her gün)

Onları ilk defa otobüs durağında görmüştüm.gençtiler ve işin garibi genç olmalarına rağmen evliydiler.o soğuk İstanbul sabahlarında, muhtemelen oğlan işe, kız ise okuluna gitme telaşesiyle otobüs durağında birbirlerine sıkı sıkıya sarılarak beklerlerdi.ve muhtemelen ailelerinin rızası olmadan evlenmişlerdi ki bu da bedenlerine sinen öfkeden ve kaygılı yüzlerinden anlaşılıyordu.kız mavi gözlüydü ve elmacık kemiklerinin çıkıklığı mavi gözlerini otoriter ve karalı bir ifadeye dönüştürüyordu.elleriyle saçlarını geriye doğru atışında bu iki unsurun birlikteliğinden kaynaklanan ilginç bir güzellik vardı ve sanırım oğlan, onun bu hareketini çok seviyordu( ooo beyim röntgenciliğe de başladık demek)…kısa boyuna rağmen diri bir görünüşü olan oğlanın genç yaşına rağmen saçlarına düşen beyazlar ona gereksiz bir olgunluk yüklüyordu….ve galiba beni esas kız-esas oğlan benzeri bir hikaye bekliyordu.
Bizim sokakta iki blok ötede oturuyorlardı…bakımsız ve solgundular…ve sanırım korkuyordular.
Bu sabah yine kahrolası işlerine robotik adımlar,koşaradımlar ve seri adımlarla gitmekte olan bizlersizleronlar dan teşekkül kalabalık, araç sesleriyle birlikte homurdana homurdana yol almaya başlamıştı.bir sefer bunlara özenip ben de acele edeyim dedim ama az daha otobüsün altında kalıyordum…bencileyin sosyal uyum zorluğu çekenler belliydi ve onlar hadlerini bilip ve işe geç kalmayı göze alıp arkadan usulca gelirlerdi.bu genç çift de ağırdı fakat onların sorunu bir uyumsuzluk ya da sosyalleşme sorunu değildi. Oğlan, adı Selçuk ya da selim olan biri gibi yürüyordu ve sevgilisinin elini daha çok adı selim olanlara yakışır bir hassasiyetle tutuyordu.bu yüzden ona selim demeyi tercih edecektim.kız ise özgeye benziyordu…yani özge olmalıydı adı…çünkü o da özgelere yakışan bir ses tonuyla konuşuyordu…hayır sesini hiç duymadım…ama uzaktan baktığınızda bile bazı insanların seslerinin nasıl olduğunu tahmin edebilirsiniz.ve tuhaftır bugün aynı otobüsteydik.
Bir an yanlış mı bindim diye kuşkulanmama neden olan bu yolcu profili değişikliği ilk etapta beni kaygılandırmış ancak insan yüzlerinde yaptığım bir araştırma sonucu doğru otobüste olduğuma kanaat getirmiştim.peki ya onlar neden bu otobüsteydi?
Toplu taşımanın kent yaşamını içine sindirmiş aklı başında insanlara önerisi her zaman için otobüslerde kafamızı mümkünse önümüze eğmek,çevremizdeki insanlara bakmamak,ne kadar zor ve verimsiz de olsa elimize bir kitap alıp çevremizle ilgilenmiyormuş havası vermek,o da olmadı cep telefonlarımızı çıkarıp zombilere yakışan bir moronlukla oyun oynamak şeklindedir.çevre de neymiş.bu toplu taşıma kurallarından genelde kafamı öne eğmek seçeneğini uygulamama rağmen bu sabah onu yapamadım sevgili günlük…çünkü bu genç çift hemen önümdeki ikili koltukta oturuyorlardı ve surat ifadeleri bir problem olduğuna işaret ediyordu.gürültüye rağmen duyduğum temel sesler “beni anlamıyorsun”,”yoruldum ben”,”sanırım yıpranmak…” ve “bu arkadaki gerzek bizi mi dinliyor” benzeri sözlerdi.galiba artık yorulmuşlardı ve tercih ettikleri hayat onlara ağır gelmeye başlamıştı.ama asıl önemlisi sevgilerini sorgulamaya başlamışlardı ve sonuç pek de iç açıcı değildi…lakin selim halen seviyordu fakat özge katlanıyordu sadece ve gittikçe birbirlerine acı,sıkıntı ve kırgınlıktan başka bir duygu biçimi yaşatmıyorlardı.Öyle ki otobüste bile tartışmaya başlamışlar,yüksek çıkan sesleri sonucu otobüsteki o dikkatsiz ve de ilgisiz moron topluluğun ilgisini çekmişlerdi.tam burada ikiyüzlü bir grup psikolojisiyle kafalar yerinden kalkar,yüzler gürültünün ya da genel gidişata aykırı olanın üzerine yoğunlaşır, bakışlar karşılarında izledikleri gürültücü insanlara doğru nefret,kınama ve “terbiyesizliğin gereği yok” gibi şekillerde yayılırdı.oysa tartışan genç çift dışında herkes memnundur halinden…izleyici olma fakat ilgili olmama halimizle artık karşımızda hem izleyebileceğimiz hem de bize kınama avantajı verecek bir durum vardır.neyse…adının selim olduğunu düşündüğüm çocuk sanırım çok kırıcı bir şey söylemiş olacak ki bir yandan adının özge olduğunu düşündüğüm kızın elini tutmaya çalışırken bir yandan da özürler diliyordu…kız sarsılmıştı…bitkindi…belki günlerdir uykusuzdu…ve özrün hafifletmeye yetmeyeceği ağrılar sızlatıyordu kalbini….halen katlanıyordu fakat “neden” sorusunu da ihmal etmiyordu…selim seviyordu…”neden” diye sormuyordu…sadece seviyordu…yani öyle hissetmek istiyordu…öyle olduğunu düşünerek yaşamak istiyordu ve mütemadiyen özür diliyordu.
Adının özge olduğunu düşündüğüm kız , son anda orta kapısı açılmış olan otobüsüsteki yerinden ani bir kararla kalktı ve tam da hareket etmek üzere olan şoföre “inecek vaaaaar” diyerek seslendi ve otobüsün orta boşluğundan arkadaki selime doğru bir “arkamdan gelme” bakışı bırakarak indi…selim’i kahrolası bir kalabalığın bakışlarına mahkum ederek hem de.
selim şöyle bir tutmak istemişti kolundan… arkasından seslenmek istedi ama yapamadı…seslenseydi muhtemelen “seni seviyorum” diyecekti…ve sanırım belediye otobüslerinde “seni seviyorum” diye seslenmek “inecek vaaaar” demekten çok daha zordu!

Esaret!

mishkin | 23 May 2005 14:52

Sevgili günlük,

Hafta sonlarının işlevleri ve ne işe yaradığı gibi tuhaf sorularla zihnimi meşgul ederek geldiğim iş yerinin kapısında rüstem bey ile karşılaşmak talihsizliğini kuşkusuz hesaplamış olmalıyım ki işe zamanından erken gelmeyi tercih etmiştim..”zamanından erken gelip alt kattaki sicil bölümüne in ve bir köşeye saklanıp gazeteni oku” taktiği.Ama ne mümkün!Zamanından erken gelmek, manevra anlamında tek başına yeterli olabilecek bir tavır değildi kuşkusuz rüstem efendi’yle sabah karşılaşma talihsizliği için.ellili yaşlarına yaklaşmış,tıknaz,orta boylu ve “memur” dediğimiz o sosyal sınıfın özelliklerini karikatür ironisi derecesinde bünyesinde himaye eden bu ‘görev aşığı” insanın, hayatınıza zaman zaman teğet geçmesi bile bazen bünyenize fazla gelebilirdi -en azından benim gibi işiyle benliğini birbirinden büyük bir itina ile ayrı tutmaya çalışan biri için fazlasıyla fazlaydı-(bırak gevezeliği de kahveni soğutma)

iktidar!

mishkin | 20 May 2005 12:30

Sevgili Günlük (Eşek-su-karbüratör şeklinde kamu ahlakı gözetilerek kısaltılan deyimin, işte tam da burada kullanılması gerekmektedir.)

Dün senden ayrıldıktan sonra pek de tenha olan sicil bölümündeki “vatandaşı karşılama-yardımcı olma-işini halletme-bazen bekletme-bugün git yarın gel” departmanındaki yerime konuşlandım ve bekledim.Vatandaş bekledim…Gelsinler ve ben onların ne kadar gayr-ı menkulları,gayr-ı mülkleri ve hatta gayr-ı meşruları varsa; sicilini, soyunu sopunu kısaca cemazüyulevvelini araştırıp yerlere kadar ifşa edeyim ve onlar da aydınlanmış,bilinçli ve ne yapacağını bilen bir kararlılıkla kurumumuzdan ayrılsınlar istedim.Ve nihayet geldi ilk vatandaş grubu.Bedenini giydiklerine sığdırmak için bir hayli uğraşmış olan orta yaş üstü şişmanca bir kadın;gözlükleri ve bıyıkları “e pes yani bu kadar uyum olur” dedirtecek cinsten zayıf ve biraz daha yaşlıca görünen bir bey; ve şişmanlığıyla anneye çekmiş gibi görünen lakin detaylı bir inceleme sonucunda aslında “şıp demiş babanın burnundan düşmüş” misali bir durum olduğu hemen anlaşılan semirgen bir gençten müteşekkil ortasınıf çekirdek aile… karşımdaydılar!-buyursunlar efendiiiimmm- i harfini neden uzattığımı bilmiyorum….daha candan görünmek için olsa gerek- “Oğlum Amerika’ya gidecek” diyerek gürledi kadın ve ve bizler yani tapu kadastro müdürlüğünün bodrum katındaki sicil bölümünde çalışan kafadan 5-10 kişi kendimizden utandık…hepimiz bir araya gelsek öyle gürleyemezdik sevgili günlük! “hayırlısı olur inşallah efendim…nasıl yardımcı olabilirim?” diyecektim ki Amerika adını duyan yan tarafımdaki Raziye hanım “Amerika’nın neresine gidecek” dedi …dönüp “neresini bilirsin sen” diyecektim ama mesai arkadaşımı ele güne karşı bilmemezliğiyle karşı karşıya bırakmak istemedim – efenim zaten bilmemezliğin kötü tarafı bilmemezliğinizi başkalarının bilmiş ya da bilecekleri olması değil midir?cehaletimizle her dem barışık değil miyizdir?bu yüzden kaçmaz mıyız bilmemezlik hallerinden..ve buna rağmen bilen görünmek için bilmemezlik riskini göze almaz mıyız vs. vs.- neyse efenim…Bu oğlunu Amerika’ya gönderecek olan kadın, bizim çatlak Raziye hanımı ciddiye alıp Boston diye cevap verdi sorusuna.Raziye hemen karşı atağa geçip “ay benim de bir arkadaşımın arkadaşı San Antonio Spurs’a gitti” dedi.Bütün bir cemaat olarak Raziye’nin masasına “nasıl yani” türünden bakışlarımızı bırakıp, “arkadaşımın arkadaşı” üzerinden bile itibar vesilesi olan bu eşsiz ülkeyi ve oraya giden tüm insan evlatlarını usulca takdir ettik.Ben kadına dönüp “efenim konunun bizimle; yani tapu sicil ile ilgili olan bölümüne geçsek?” diyebildim zar zor.Kadın oralı olmadığını fazlasıyla belli ederek beklenmeyen bir çeviklikle çantasına yöneldi ve bir yandan da “ayol ne havasız yer burası böyleee…nasıl çalışıyosunuz burdaaa…köpek bağlasan durmaz vallaahaa”!dedi ve çantaya yönelme nedeni olan mendilini çıkarıp ağzını,burnunu kapattı.-bu kadınların mendille ağız burun kapatmalarını hiç anlayamamışımdır…noluyo yani öyle olunca…hava filtre edilip mi giriyo ciğerlere-(ufff be abii yaş ortalaması 20 olan gençlerin geldiği bir siteye yazdıklarına bak yaa…pes!)

korkular!

mishkin | 19 May 2005 12:46

sevgili günlük (sıktın ama bee!)

Özgüven ruhunun sonsuz ehemmiyet taşıdığı bir devirde yaşadığımızı; ben, her ayın ondokuzunda bir kez daha telakki ederim.Zira her ayın ondokuzunda aldığım en alt kademeden memur maaşı, bana manavdaki sebzeleri özgürce mıncıklama olanağı verirken, damarlarımda akan kanın her zerresinde bu özgüven ruhunu yeniler…tezeler.(ayın ondokuzunda ne maaşı be? atma) Aslında sebzeleri mıncıklamanın hazzı biraz da manav Haydar’a ayar olmamdan kaynaklanmaktadır.Domates,soğan,biber ve yumurtadan müteşekkül menemen dörtlüsünün kilo ile alınan kalemlerini, tane tane, az sayıda almamdan olacak, o da bana en derin haliyle ayar olmakta,bu ayariyet, benim ona olan ayar derecemi her geçen artırmaktadır.(iyi de abi sen de git ayar olmadığın bir yerden al)-bu olric özentisi gerzeği öldürmeliyim-

yabancılaşma!

mishkin | 18 May 2005 11:00

Sevgili Günlük, (sabah sabah ne günlüğü bu yaa…afyonumuz bile patlamamış daha!)

Bu sabah 14 numaradaki kadın yolumu kesti (hani şu kocasını bakkalla,manavla,kasapla aldatan kadın….esnaf ve sanatkarlar odası bu kadına yakında mansiyon ödülü verirse şaşmam) Bu 14 numaradaki kadının kedisi -söylemesi ayıptır- benim kapıma gelip çişini yapıp gidiyor sevgili günlük! Bu durum düne kadar devam ediyordu…Ta ki ben dün bu kediyi çiş üzerinde kapımda yakalayıp apartmanın merdiven boşluğuna atana değin…aslında hayvanları severim ama hayvanların kapımın önüne çişini yapmasına tahammül edemiyorum sevgili günlük…haksız mıyım? neyse…bu kedi sahibi esnaf dostu kadın bu sabah tam ben çıkarken kesti yolumu…Ben sabahları hiç adetim olmamasına rağmen komşuluk ilişkilerinin kutsiyetine inanan biri olarak en sevimli gülüşümü suratıma iliştirerek kadına “günaydın” demeyi planlıyordum ki feryat-figan halinde bağırtısıyla karşılaştım.(ne yalan diyim bir ara kadının bana tecavüze yeltenmesinden bile korktum…ayyy tövbe tövbe)efendim neden kedisine kötü davranmışım…”ne olacakmış yani buncağız bir kedi kapının önüne işediyse canım”mış.Ben bir ara “ben gelip sizin kapınıza işiyor mu hanımefendi” benzeri bir şey geveledim,gevelemez olaydım…kadın oturup işeyiverdi kapımın önüneeee!…hatta biraz da ayakkabılarımın üzerine geldi(uff uzatma be hacı).Sonrada tüm kadınların öfkeli ve haset içerisinde oldukları anlarda çıkardıkları “hıhh!” sesini kapımın önüne bırakıp karanlıkta kayboldu(bi dakka yaa ne zaman olmuştu bu hadise?)O sırada 8,15 ekmek ve süt devriyesine çıkmış olan Bayram efendi içine düştüğüm müşkül durumu anlamış olacak ki her sabah lafını ettiği aidatların gecikmesi sorununa bu sabah değinmeyecekti.

aidiyet

mishkin | 17 May 2005 11:15

sevgili günlük!
(bayılıyorum bu kişileştirme hadisesine…tam da kendini yalnız hissedenlerin ağzına pelesenk edeceği türden bir hitap: “sevgili günlük”!…”arım,balım,peteğim sensiz ben bir hiçim bu hoyrat dünyada” kabilinden inlemelerin olası sığınağı: sevgili günlük!…)

öncelikle şunu söylemem gerektiğini belirtmeliyim ki hoşbuldum.ama ne yalan diyim beşeri kurallar ve yasaklar bölümünü okurken karşıma gene o meşum “örf ve adetler” konusu çıkınca içimde bir an huzursuzluğa benzer bir kıpraşma yaşandı.içime döndüm(efenim sık sık dönerim içime) ve dedim ki “heyhaatt! sakin olmalısın sakin….bu seferki hayırlı olabilir lakin” babından iki adet ipe sapa gelmez dize yolladıktan sonra yazmaya karar verdim.Mamafih evvel ezel benim bu “örf ve adetler” diye sembolize edilen ve aslında ne olduğunu en baba sosyologların,sosyalpsikologların,sosyalpsikopatların ve buna benzer bilimsel çağrışım yapacak meslek erbabının bildiğinden kuşku duyduğum bu meşum,bu sinsi,bu ucube kavramlar silsilesi ile gene karşılaşmıştım: Örf ve adetlerrrr!!!
efendim ucube dedim de aklıma geldi , küçükken oturduğumuz mahallede bir sokak köpeği vardı(niye vardı,ya da niye bizim mahallede vardı,ya da ne bileyim bizim mahalle neden vardı ve neden “bizim”di….amann yaa neyse)köpeğe bu adı, eski, ahşap bir evde yaşayan, en az bu sokak köpeği kadar ucube, yaşlı ve ters mi ters Hayati amca takmıştı…ben köpekle isim takma hadisesinden sonra tanıştım…”ucube” sözcüğü o yaşlarda bana nedense “kahraman,savaşçı,cesur” gibi manasız şeyleri çağrıştırıyordu…bu yüzden olsa gerek köpeği görür görmez sevmemiştim,zira köpek de beni sevmemişti.(ama bu hikayeyi başka bir zamana saklamalıyım…zira 31 yıllık sergüzeşt-i hayatımda topu topu iki tane anım var ..hemen tüketmemek lazım)
evet..ne diyordum…”örf ve adetler” demiştik…nedir bu “örf ve adetler” topluluğu allahaşkına….ne tür kurallardır bunlar…karşı gelen taş olur mu mesela?yoksa karşı gelen karşı geldiğiyle mi kalır?örf ve adetlere mugayyir tavır ve davranış sergileyenlerin akıbetleri ne olmuştur gibi sorular zihnimi hep meşgul etmiştir.(bu arada yazı dilimdeki üslupla, sitenizde kuşak çatışması gibi bir nifak yaratmak türünden herhangi bir art niyetim yoktur… en baştan biline)Ayrıca itiraf etmem gerekir ki “ruhunuza zenginlik katar” sloganı beni ziyadesiyle derinden etkiledi.Kendimi bu yönden eksik bulmuş olmalıyım ki tabiri caizse “tav” oldum.Sevgili günlük!(heheheh)Geçen gün şu bizim yeni müdür gene azarladı beni.bana ne dedi inanamazsın: “kazık kadar adamsın” dedi! (inanamadın değil mi?..biliyordum zaten.)Hayatı boyunca başarısız olmuş birinin günlüğü olmak şüphesiz zor bir iş…ama seni böylesine fütursuzca kullanıma açanlara anlatacaksın artık derdini…müdüre en kısa sürede ayağını denk alması için senden bahsetmeyi düşünüyorum.Çünkü günlük ya da günce tutan insanlardan korkmuştur diğer insanlar her zaman.(ben hep korktum)Bu insanlar günlüklerine yazacak bir şey bulamadıkları için gün boyu açık bir zihinle dolaşan insanlardır.Kafaları zehir gibidir…her bir şeyi hatırlarlar…bu sayede hafızaları inanılmaz gelişmiştir.İnsanı dehşete düşüren bir farkındalık sürecidir yaşadıkları…gel de korkma…böyle insanlar genç yaşta kazık kadar adamların başına müdür oluyor işte(benim müdürüm 22 yaşında bir velet)Bir de günlük/günce tutan insanlarda en çok dikkatimi çeken şey bakışlarıdır! çok ciddiyim.Bakışlarında her zaman sizi bir yerinizden ısırmaya çalışma gibi bir amaç taşırlar(malum akşam oturacaklar yaa defterin başına..yazacakları bir şey olsun)Hepsi aynı bakar…karşılarında kendinizi çıplak ve çaresiz hissedersiniz…yalan da söyleyemezsiniz bu insanlara yine bu bakışlarından dolayı…”sen bunları benim külahıma anlat…akşam zıçtım ağzına defterimde” yle “sizi çok iyi anlıyorum azizim” gibi bir sahtekarlık arasında gidip gelir bakışları…korkunççç!!