bildirgec.org

mishkin

11 yıl önce üye olmuş, 20 yazı yazmış. 0 yorum yazmış.

adam,kadın ve sessizlik

mishkin | 08 September 2006 12:16

adam : geç kaldın?

kadın : küçük bir kaza…önemli bir şey değil.

adam : ne oldu?

kadın : otobüs ani fren yapınca önümdeki boşluğa kapaklandım.dizim hafif ezildi.arka taraftaki yolcular da şoförün üstüne yürüyünce bir süre durmak zorunda kaldık.

adam : sadece arka taraftakiler mi?

kadın : anlamadım

adam : neden sence hep arka taraftakiler şoföre daha çok kızar?

kadın : bilmem…dizim ezildi dedim.

adam : ön tarafa çatışmayı sevmeyen uysal vatandaşlar oturur…arka tarafa ise çatışmaktan korkan ama yaygara koparmayı sevenler.

kıllarımız ve batılılaşma !

mishkin | 23 January 2006 13:12

sevgili günlük, bu sabah gene kendimi senin huzur ve şefkat dolu sahifelerine atabilmiş olmanın güdük sevincini yaşıyorum.sabah sabah iş arkadaşı denilen insanımsı yaratıkların yaptıkları gereksiz şaka ruhumda derin ve onulmaz yaralar açmış,memleket insanındaki “gür kaş” düşmanlığını anlama ihtiyacı hasıl etmiştir.her zamanki gibi bu sabah da iş yerindeki masama gelip yerimi aldığımda kurdelayla bağlanmış bir adet cımbızı ve aynayı masamın üzerinde buldum.kafamı kaldırıp kim tarafından bırakılmış olacağını anlama gayretim, etrafımdaki insanımsı yaratıkların “batılı” kıkırdayışlarına neden oldu.zira kaşlarımın ortasından burnumun alt kesimlerine doğru seyrelerek uzayan ve yüzümden bağımsız bakıldığında güneşe doğru kanat çırpan ikarusu andıran bu güzelim kaş tabakası,belli ki hızla batılılaşan iş arkadaşlarımı rahatsız etmişti.batılılaşan diyorum zira kıllarımızın bize hatırlattığı yegane şey doğulu bir toplum oluşumuzdur.ben de onlara inat ani bir refleksle çay söyledim, zira iş yerinde beni anlayabilecek tek kişi kaşları benimki gibi olan çaycı abdulvahap idi.abdulvahap ile çaylarımızı yudumlarken, bir kez daha batılılaşma ile kıllarımız arasındaki sıkı ilişkiyi ve tarihsel handikapımız olarak batılılaşma tutkumuzun bizi getirdiği son durumu görmüş ve anlamış bulunmaktaydım.her ne kadar bunu anlamama saik olan; çevremden, kaşlarımın ortasındaki bir tutam kıl yığınana yapılan tacizkâr baskılar olsa da yaptığım genel gözlemler, çağımızda artık kıllı insanın yeri olmadığı gerçeğine çok trajik bir biçimde ulaştırmıştı beni. bir dönem köy romantizmi ile kent realizmi arasına sıkışmış varoşun yağız gençlerinde, belki yeterince batılılaşmadıkları için, daha kıllı ve “orijinal” yurttaşlar görme şansına sahiptim.bu durum benim gür kaşlarımla barışık ve kardeşçe yaşamama,buna mukabil çevremdekilerin ise bu kılsal rahatsızlıklarını henüz tahakküm haline getirmemelerine yarıyordu.ne olduysa oldu ve biz batılılaştık!varoşumuzun ve ortasınıfımızın gittikçe “cillop” diye tabir edebileceğimiz kılsız ve müreffeh noktalara nail olması, benim hemcinslerim karşısında tuhaf bir sıkıntıya gark olmama neden oldu. “ee ne var bunda canım sorun mu bu?” denebilir.lakin sevgili günlük, şiddetle esen bad-ı garbın etkisiyle kendimi daha bir yalnız hissetmekteyim. ve bu hediye edilen cımbızla kaşlarıma yapacağım bir müdahele suratımı çok ifadesiz ve manasız hissetmeme neden olacaktır.eskinin kıllı starları bile yerini artık daha bebek yüzlü tiplerine bırakmış ve ben kendimi bu tarihi dönemeçte hangisinden yana tavır alacağımı şaşırmış durumdayım. hayır batıya oradan da fezaya gidecek olan çakıllı ve amansız yolda kaşlarımdaki verimliliği kısırlaştırmamın önemine inansam hiç sorun değil…memleketimin aydınlık yarınlarına feda olsun kaşlarım…ama mesele sanki, bizim orijinalliğimizden kaçıp gözümüzde muteber yaptığımız şeye benzeme çabamız gibi görünüyor bana:)

homo ludens : ena mena dosi, dosi safran bosi

mishkin | 24 October 2005 23:08

genişleyen sektörel haller futbolu beklenmedik biçimlere evriltir ki albert camus gibi ahlaka dair her şeyi futboldan öğrenen insanlara “canımmm pek de safmışşş” densizliğiyle bakıp geçeriz.zira topun hala hangi köşeden geleceği belli olmasa bile, top feci halde yuvarlaklaşmıştır ve sanırım, kimin oynadığına dair kafalar çok karışıktır.hani bir noktaya kadar ölmeye gelen taraftar olarak tuttuğunuz takımı ölesiye desteklersiniz de iş bahis oynamaya gelince akıl keseden yana çizer rotasını.para ummadan ölmeye ölmeye ölmeye gelen taraftar,futbolun’peripeteie’sini, ‘hamartia’sını,her şeyden önemlisi ‘katharsis’ini kazanç ibresinden yana döndürmüştür.koronun sağduyulu sesi gitmiş,koro yerini; tuhaf cambazlıklar yapan güruhlara bırakmıştır(fazla panik yaptım galiba).tablo bu kadar karamsar değil elbette.çünkü heyecan olduğu yerde duruyor. sektörde para eskiden beri de vardı ve çoktu;bizzat kendim transfer ücretlerinden dibimizin defalarca düştüğüne şahit olmuş,oyuncunun parası zügürt izleyiciliğimin çenesini çokça yormuştu(“üreten biz kazanan da biz olacağız” gibi sosyal adalet yanlısı bir durum da çıkmaz ki burdan).tuttuğu takımın yenileceğini bile bile hala bahis alanlarında takımına misli oynayıp heyecanını katmerleyen fevkalbeşer donkişotlarımız neyse ki halen var…ama nereye kadar sevgili günlük.taraftarlık, seyrini değiştiriyor bahisten sonra, “yensen de yenilsen de gönlüm hep sende” nostaljik bir söylem olarak mazideki yerini alacak. “ölmeye ölmeye ölmeye geldik” iddiası ile bayrakları ve rengarenk taraftarlıklarıyla tribün görkemine bezenmiş yekvücut,yekâvâz ve yeksan kalabalık: çok etkileyicidir… ve ister istemez soru sordurur:oyun nerde oynanır:sahada mı tribünde mi? ortama mabet muamelesi ne kadar anlamlıdır bilmem ama futbolun büyüsü ve tragedyası belki de budur:seyircisi de oynar!ve seyircisi de en az izlediği “oyun -kadar- irrasyoneldir”. taraftar oyunun izleyicisi olmaktan çok oyunun kendisi olur…yani santra vuruşuyla başlayan oyun tribünlerde biter…ya da bitmez…biteviye olur…mütemadi olur…bedbaht olur vs. futbol seyircisi olarak bana en az sahadaki eylemlilik kadar tribünde şiddete dönüşmeyen temaşa da oldukça sempatik ve kayda değer gelir…kalabalığın ezici olmayan gösterisi, sahadaki oyunun dışında ama ordaki oyunu güzelleştiren ve görkemli kılan bir “dışoyun” gibidir.futbol eskiden masumdu demek biraz safiyane bir bakış olur sanırım.belki de hiç bir döneminde sadece futbul ya da sadece oyun olmadı futbol.Lakin bahisten sonra taraftar, takımının değil paranın ve kazancın tarafına geçecek gibi geliyor bana.

anneme reklamcı olduğumu söylemeyin!

mishkin | 13 October 2005 14:46

ben reklamcı falan değilim sevgili günlük…lakin çağımızın cafcaflı koridorlarında pornografinin ve reklamın biribirine fazlasıyla kenetlendiği gerçeğini kabul edersek,çağımızın reklam çağı, hepimiz reklam için varolduğu sonucuna ulaşabiliriz.hele ki sayın büyükşehir belediyesinin belediyeciliğe yeni bir ses, yeni bir soluk getirerek yaptığı üstün hizmetlerini, bir takım bilboard reklamlarıyla halka duyurması duygusal gönençler yaşanmasına vesile olmuştur.Bu ayrıca modern yüzyılın reklam çağı olduğunu kabul eden türk belediyecilik anlayışının muasırlıkta sınırları ihlal derecesine ulaştığını bizlere muştular ki kent sakini olarak bunun da sevincine payan olmaz.Sayın büyükşehir belediyecilik anlayışı; “x kadar zamanda x kadar asfalt yaptık” , “dikkat ettiniz mi çevreniz artık daha yeşil” gibi festival havası yaratan şirin mi şirin bilboardlarla kentimizle olan aidiyet,salahiyet ve de dumuriyet bağlarımızı perçinleştirerek, ilaveten bir reklam kampanyasına temel izlek olabilecek başarılara imza atmıştır.adam olan çevresine bakar ve bir bakışta gerçekten de çevresinin daha yeşil olduğunu şıppadanak anlar…içimizde tüm bu yapılanları anlayamayan avusturyalılar var ise ya da anlasa bile tüm bu belediyecilik hizmetlerinin bir belediye sorumluluğu olduğunu,bunlar üzerinden, yine belediye hazinesinden reklam harcaması yapılmasını etik bulmayan geri kafalılar da çıkar ise onlara söyleyecek tek bir sözümüz vardır: doğru avusturya’ya..naşşş! zira bu duyurumsu-reklamlar, ileride diğer kamu kuruluşlarına da sirayet etmesi halinde tamamen müreffeh bir yaşama kavuşmamızın sembolü olacaktır. bir süre sonra, bir hastenimizin “bu yıl tam 15656674 kadar hastayı tedavi ettik”, ya da bir okulumuzun “çevrenize bir bakın bakalım hiç okuma-yazma bilmeyen çocuk görüyor musunuz” türünden bilboardlaşma oranımıza katkı yaptıklarını neden görmeyelim ki! hıı? neden haa neden! yaşasın kamu kurum ve kuruluşlarının reklam hakkı!

internet ve dezenformasyon

mishkin | 21 September 2005 13:06

japonya’da hani iş görüşmeleri sırasında iş başvurusunda bulunanlara uygulanan ıq sorusunu görünce hemen paniğe kapıldım…lakin bu sorular eskiden beri hayatımda salaklığımı tescil etmekten başka bir halta yaramamış,şimdi de gözünü üç kuruş maaşa çalıştığım işime dikmişti…olur ya üç gün sonra bizim patron da kalkıp “efenim sala üç-dört insan bindirip karşıya geçiremeyen adamlara maaş ödüyoruz” deyip yerime sal kullanmayı bilen birini alabilirdi…gelişmiş ülkelerde gördüklerini olduğu gibi kopyalamaya meraklı insanların ülkesinde yaşıyoruz ne de olsa.(Bu japonlar yıllar önce “haliç’i temizleriz ama altından ne çıkarsa bizimdir” gibi uluslararası ihale şartnamelerinde pek de muteber durmayacak bir teklif yapmışlar, güzide ülkemizde geyik üretilmesine çok fazla neden olarak canımı sıkmışlardı zaten.)benim asıl derdim japonlardan ziyade bu bilgilerin internette insanlara doğru bilgiler gibi sunulması ve insanların bunlara inanması…bir eğlence ya da oyun olarak bu tür şeylere tepki göstermem elbette çok anlamsız olurdu.Ancak çok sık yapılan bir şey var ki o da; sanırım oyunun ilgi çekmesi için beraberine ilgi çekici bir haber iliştirilmesi.hele ki bugün gördüğüm bir başka test dikkatimi daha çok internet ve dezenformasyon konusuna vermemi sağladı…bazı fotoğraflar vardı ve biz bu fotoğrafları gördüğümüzde dibimiz düşercesine heyecanlanıyor, heyecandan ne yapacağımızı şaşırarak sevdiklerimizin de şaşırmalarını sağlamaya çalışıyorduk forwad ederek….o da yetmezse şaşkınlıktan dibimizi düşüren bu fotoğrafları print edip, günün mutedil saatlerinde yanımız-yöremizdekilerin de diplerinin düşmesini sağlamaya çalışıyorduk.(bazen fotoğrafları gösterdiğimiz gıcık tiplerin ‘hadi leyn ordan’ demek suretiyle heyecanımıza limon sıkabildiklerine de şahit olmuşuzdur.)o fotoğrafların gerçekliklerini test etmek kesinlikle çok eğlenceli bir oyundu. lakin işin kötü tarafı test sonucunda benim bu fotoğrafların yüzde otuzluk bir kısmına inanıyor olmam gibi trajik bir sonuç çıktı. diyeceğim odur ki eğlencenin ve bilginin fazlasıyla grift olduğu interneti kullanırken, en azından bu ikisini birbirinden ayıralım ya da buna alet olmamaya özen gösterelim.Evet belki de gerçekten japonya’da iş başvurularında böyle bir test vardır…ama o zaman da haberin kaynağını gösterelim. Aktüel dergisi editörünün bir haberin verilmesindeki “biçim” hatası nedeniyle işini bıraktığını öğrendiğimde,bilgi akışı için halen gerçek gazetecilerin ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyorum.

ütopia

mishkin | 05 August 2005 11:45

bunaldım be sevgili günlük…hani şöyle ne zaman biteceğine kendim karar vereceğim bir tatile çıksam…sonra o tatili hiç bitirmesem…(ama birileri çalışırken benim tatil yapmam adil olmaz)…bütün insanlık ne zaman biteceğine kendileri karar verecekleri bir tatile çıksa ve beni germeden keyiflerine baksa(evet bu daha makul)…bankalarda kuyruklar oluşmasa ve numaratör diye bir mafhum hayatımızda hiç olmasa…bir zeytin tanesi inananlar için dünyaya bedel olsa…figo ortalasa hakan şükür altıpastan kafa golü atsa…her sabah uyandığımda angelina jolie bana günaydın dese…evden çıkarken anahtarlar içeride unutulmasa,pencere camları sökülmek suretiyle eve girilecek diye sefil durumlara düşülmese…kafka bir akşam yanına gregor samsa’yı alıp bana çay içmeye gelse…melih cevdet, polis olup “içerdekiler”i dışardakiler eylese…adam masaya hep biranın dökülüşünü koysa…konsolosluklar seyahat özgürlüğüne çelme takmasa…iki kere iki bazen de kafasına göre takılsa,hep dört etmese…ımf bundan sonraki hayatına hayır kurumu olarak devam etse…saddamlar,bushlar ve w’ler hayatımızda hiç olmasa…selim ışıkla turgut özben buluşup tavla oynasa…hem içinde olsak çemberin hem de büsbütüsün dışında tanpınarla otursak…sigara sağlığa zararlı olmasa…ayaklar terleyince güzel kokular saçsa…ilaç sektörü diye bir şey olmasa…”olursa tek şikayet ölümden olsa”…günlük yazarken insanın tepesine müdürler dikilmese…puffffffffffffff

?

mishkin | 03 August 2005 14:32

bildirgec’in yeni şekli bende karınca yazısı şeklinde pek bir şey okuyamıyorum…eminim bilmediğim bir çaresi vardır bunun(mercekle okumak dışında)…yardımcı olunursa sevinirim

depresyon!

mishkin | 18 July 2005 15:02

adem-i beşer takıntılı olmaya görsün sevgili günlük.bu sıralar da, cennet vatanın her köşesini turizme eriştirme hasebiyle satıhtan satıha bir bayrak gibi dalgalanarak yayılan festival çılgınlığına temas etmeden edemeyeceğimi son kertede anlamış bulunmaktayım.her köşe bucakta festival huşusu ve esrikliğinde eğlenmeye çalışan canhıraş bir yurt evladı görmek;yalnız,mutsuz ve de kaygısız biri olarak beni hasetle iğreti arası bir duygulanıma sevkeder.ayrıca adı sanı bilinmeyen ve onlara uzunca “mahrumiyet bölgesi” dediğimiz, el değmemiş yalnızlıklarını ve tabiatlarını paraya çevirmek isteyen taşralıların bu gayretkeş tavırları, şu fani dünyada az çok soluklanabilme ihtimalimi fevkalbeşer bir azimle sabote etmektedir.

değişim!

mishkin | 15 June 2005 16:15

sevgili günlük,(bir gün dile gelip “senin de sevginin de….uleeynnn” dersen diye ödüm kopuyor)

dün gece sabaha kadar uyuyamadım ve geceyarısı gregor samsa iriliğinde bir hamamböceği katlettim.sonra kalkıp karanlıkta bir sigara yaktım ve bir yandan da “ütü yapsam bulaşık yıkasam blog olur mu” gibi ipe sapa gelmez şeyler geçirdim aklımdan.daha sonra hafta içi çalışmak ve en önemlisi erken kalkmak zorunda olan her aklı başında insan gibi uyuma denemesine geçtim…ve yine tam uykuya dalacakken yatağımın cenubi garbîsinden bir hışırtı duydum ve ikinci kez darmadağın olan uykusuzluğumla terliğime davrandım…”evi ilaçlamak lazım” düşüncesiyle ışığı açtım ve gördüğüm manzara karşısında ilaçlama işi için geç kalmış olduğumu anladım! köşe bucaktan çıkartma yapmış, düzenli ordu disiplininde sayamayacağım sayıda hamamböceği bana doğru ilerliyordu.ben bu hayvancıkları ışık açıldığında şuursuzca sağa sola kaçan aciz tavırlarıyla hatırlamamdan olsa gerek,onlardaki bu kararlı ilerleyişi fark edince çığlığı basıp yatağımın üzerine sıçradım…refleks olarak telefona sarıldım ama böyle durumlarda “alo hamamböceği imdat” gibi bir hattın olmaması gerçeğiyle yüzleşince yaptığım saçmalığa kani oldum.ben bir takım gerçeklerle yüzleşedurayım hamamböcekleri intikam çığlıklarıyla üzerime doğru ısrarla geliyorlardı…polisi aramayı düşündüm ama polis teşkilatını bilirdim ve böyle durumlarla daha çok dalga geçer,eğlenirlerdi ve onlar gelene kadar ben hamamböcekleri ritüelinin bedbaht bir figürü olarak tarihin tozlu sahifelerindeki yerimi almış olurdum…en iyisi komşuları haberdar etmekti…avazım çıktığı kadar bağırmaya ve bir insanın apartman hayatında karşılaşabileceği her türden tehlikeleri sıralamaya çalıştım…lakin bizim apartman sakinlerini bu bağırış-çağırış-çığlık sesleri rahatsız etmiş olacakki altkattan,yandan ve üstten şiddetli duvara vuruşlar suretiyle sessiz olmam konusunda uyarıldım.(kentleşme olgusuyla sonradan tanışan bir toplum olarak duvarlar aracılığıyla kurulan iletişim biçimi, muhtemelen bizim kentöncesi kırsal yaşayışımıza işaret eden antropolojik bir gerçekti…ve işin garibi bu şekilde çok iyi anlaşabiliyorduk) ‘duvarca’dan bildiğim kadarıyla komşularım bana “canın cehenneme be adam..sabah işe gideceğiz …yat zıbar” diyorlardı… bir yandan hamamböcekleri çemberi daraltıyorlardı ve artık yatağımın kenarlarına sortiler yapıyorlardı…ilk sortiyi yapan salak tutunamayıp aşağı düşmüştü ve bende kurtulacağıma dair manasız bir sevinç belirmişti.ama sonradan gördüm ki bu durum sadece o hamamböceğine özgü bir şeymiş…zira diğerleri bu yönde oldukça başarılıydı.ayaklarıma dokunduklarını hissedebiliyordum artık…şiltenin altına girip her tarafını kapattım ama ordan da girmeye başladılar…aman allahımmm…vücudumda geziniyorlardı ve ben umutsuzca birilerinin beni kurtarması için boğazım yırtılırcasına bağırıyordum …yatakta ayağa kalktım ve savaşmaya karar verdim…savurduğum tekme-tokat darbeleriyle bir iki tanesi sendeliyor,lakin arkadan gelen milli şuur sahibi hamamböcekleri iman gücüyle gidenlerin yerini alıyordu…ve ben pes edip kendimi yatağa bıraktım ve sadece bağırdım…bağırdım….bağırdım…

fetişizm!

mishkin | 14 June 2005 13:31

sevgili günlük,

“kampanya” sözcüğü sana ne çağrıştırır bilmiyorum ama bana nedense içi boş hallerin cilalanarak pazarlanması gibi sinsi ve organize eylemler bütününü anıştırıyor…anıştırmalardan öteye geçememiş bellek sahibi olarak bu bile bana kafi.ne de olsa hafızay-ı beşer nisyan ile maluldür sevgili günlük…üstüne üstlük duyargalarını ve belleğini aldırıp köpeklere yem yapmış biri olarak ne kadar anıştırmasız ve çağrışımsız bir hayat tasarlasam da kendime, bazı sözcüklere ifrit olmadan geçemiyorum.işte bu “kampanya” sözcüğü de bunlardan biri.