bildirgec.org

Hakikat

Alperun | 08 October 2009 09:44

Ayakkabılarını bağladı. Oturduğu yerden bir hamlede fırladı Phi. Yürümeye başladı. Yıllardır düşlediği gibi, ayakkabılarını bağladı ve evden dışarı çıktı. Yol, uzun ve ince bir hattı ufkuna uzanan, görünmeyen çizgiyle ikiye ayrılmış gibi; gel ve git’ten ibaretti yolculuk belli ki. Gördü ki olması gerektiği gibi, gelenleri ve gidenleri vardı yolun sağ ve solundan ilerleyen. Sağını solunu görmeyen, önüne bakarak ilerleyenlerdi bunlar. Phi de onlara bakmamayı öğrendi.Yolculuk, bir anlık kararı değildi. Sadece, herkesin bir gün bu yoldan geçeceğini düşündüğünden o erkenden yol almak istemişti, ancak ayrılma vakti beklenmedik bir anda gelip çatmıştı, tek sorun buydu. Yine de vakarını korudu. Phi, henüz çocuk denebilecek bir yaşta olmasına rağmen yaşıtlarından çok olgun dururdu. Az konuşur, az yer, az uyurdu.

Kendi yaşlarında ufak bir kız çocuğu gördü az ileride bir yaşlı adamın elinden tutmuş. Onu izlemeye başladı. Aklından geçenlerin hızına yetişemiyordu, bunu anladı kız ile ihtiyara yetişemediğinde genç Phi.Yolun kenarında, bir yakada durmadan dövüşen insanlar, savaşan askerler vardı, diğer tarafta ise zevk içinde yaşayan, rahat insanlar. Geride kalanlar yürüyenlerdi, onlar da git gide artmaktaydı sanki. Phi bunalmıştı.Arkasına bakmak istedi bir an durup; ama o durduğunda yol ilerlemeye başlamıştı bu sefer. Farketti ki aslında çok da fazla ilerleyememişti; başladığı yerdeydi! Bir an daha durduğu yerde başını ürkekçe arkaya çevirdiğinde boşluğu gördü Phi ve düştüğü dehşet onu düşmemek için koşmaya itti.Herkesin koştuğunu görünce daha bir hızlanarak, daha bir hırslanarak koşmak istedi ve koştu. Hızlanmak ve belki de ağırlığından kurtulup kanatlanmak arzuladı bu dünyadan. Anlayamıyordu insanların anlayamadıklarından kaçışını, o anlamı kovalıyordu işte bu yüzden.Vardığı yerde içini burkan annesiyle babasının kavgalarına, uzak dünyadaki savaşlara ve sokakta onu oyuna artık çağırmayan kavgacı haylazlara bir anlam ile dönecekti. Herkesin kendi dünyalarında herkesi hapsetmesine karşı çıkan ilk neferdi Phi, bu yüzden onu tarih minnetle yad edecekti.Bunları düşünürken, bir vakit önce kaybettiği yeri tekrar yakaladı yolda. Tekrar yürümeye başladı nazik bir tempoyla.

“Kimim ben?” diye haykırdı. Ona geri dönen ses ise yalnız “Kimim ben” oldu. Aldığı cevap onu tatmin etmeye yetti. O yalnızca kendini arayan bir soruydu. Artık kim olduğunu bilerek, bilgeliğin hazzıyla hızlı adımlar atmaya başladı. Birden adım adım çevresinden uzaklaşmaya başladığını, ilerlediğini farketti. Koşmaya başladı. Yoksa geç olabilir, annesi ile babası eve dönüp onu içeri çağırabilirlerdi.Korkuyu hissetti Phi, çünkü hiçbir şeyini kaybedebileceğini düşünmemişti. Şimdi ise her adımda geleceğini kazanmak için geçmişini kaybediyordu. Umursamadı, yalnızca gözünden süzülen birkaç damla gözyaşı umursuyordu geçmişini Phi’nin. O, bilmiyordu.Birden ayağı yerden kesildi ve sonunda varmak istediği “Dünya’nın Sonu’na” geldiğini anladı. Boşlukta üzün süre düşerken kendinden uzaklaşan dünyayı izledi ve dünya öküz ile balığın sırtında duruyordu.

yorumlar

Yorum yapabilmek için giriş yapmış olmalısınız.

hakikat!

mishkin | 13 June 2005 17:29

sevgili günlük,pazartesi sabahının bedenime balyoz şiddetinde inen sersemletici ve olağan mahmurluğuyla apartman kapısından çıkıyordum ki karşımda bütün ciddiyeti ve vakarıyla onu gördüm: mahallemizin biricik delisi mazlum’u.efenim insanın mahallesi olur da o mahallenin bir delisi olmazsa bir yerde antropolojik bir sorun var demektir.ve şükür ki mahallemiz bu konuda kayıtlara yerleştirdiği kallavi üç zırdelisi, beş yarıdelisi ve zırdeli olmaya aday üç şizofren,5 paronayak ve 15 obsesif vakasıyla ülkemizde mahalle başına düşemeyen deli sayısına önemli katkılarda bulunuyordu(bu yönüyle mahallemle ne kadar gurur duysam azdır).ancak iş yerine varıp sert bir kahvenin ardından müdür efendiden yiyeceğim gündelik fırçayla anca patlama zahmetine nail olan afyonum, bu sabah mazlum’un haşin bakışları arasında darmadağın oldu.zira sabah sabah karşımda saçalarının uzunluğu dahi çatık kaşlarını örtmeye vakıf olamayan bu deli kardeşimizin yüzünü hiç böyle öfkeli görmemiştim. mahallemizin tırsak bir sakini olmam hasebiyle bu türden arkadaşlarımızın ne yapacağı kestirilemeyen davranış özelliklerini dikkate alıp bunlarla mümkün mertebe karşılaşmamaya özen gösterirdim.Lakin bu sefer hiç şansım yoktu ve mazlum karşımdaydı…elindeki küçük yağlı boya kutusunu vurgulayarak “su ver bana” dedi…(al başına belayı sabah sabah)metanetini koruyan insanlar gibi işi şakaya dökerek “esmeralda iki blok ötede oturuyor,yanlış geldin bey kardeşim…eheheh” gibi gerzekçe bir şaka yapmak geldi içimden ama “yemedi”…zira bu deliler ciddi olunması gereken zamanlarda hiç taviz vermezlerdi ki bunu, yukarıda saydığım adaylardan biri olarak kendim de tecrübe etmiştim.elinden kutuyu aldım ve gerisin geri eve döndüm…derdi anlaşılmıştı, yazı yazacaktı gene bir yerlere ama boya, kutunun içerisinde kurumuştu.evde bulduğum bir parça tineri bizzat ellerimle boyaya ilave ettim,yazılacak kıvama getirdikten sonra ivedilikle aşağıya indim…bütün çabalarıma rağmen yüzünde ne minnettarlık ne de bir sevinç kıpırtısı gördüm…hala çok ciddiydi…sürekli yanında olan köpek de en az onun kadar ciddiydi(delilerin bir başka hayret edililecek tarafı ise hayvanlarla aralarındaki sağlam iletişimdir)hikaye odur ki Mazlum ailesinin çok araştıran, çok okuyan, akıllı mı akıllı fertlerinden biridir ve bütün mahalleliye göre delirme nedeni, aşırı merak ve araştırmaya tekabül etmektedir.(işte millet olarak akıl ile kurduğumuz ilişki “akıl hiç de sanıldığı gibi iyi bir şey değildir” önermesinden ibarettir ve bütün delilerimiz için buna benzer bir hikayemiz vardır) adının mazlum olduğu bile şüphe götüren bu zat-ı muhterem hakkında mahalleli olarak ona uydurulmuş hikayede zamanla görüş birliğine varılmış, bu kabullenmeyle birlikte mazlum’un mahallemizdeki varlığı ve duvarları kirletmesi -vicdan sahiplerine iç huzur,vicdansız veletlere ve ayak takımına eğlence karşılığında- kanıksanmıştır.kariyerine,duvarlara daha önce yazılanların imla hatalarını düzeltmekle başlayan mazlum,zamanla bu işin yoruculuğunu dikkate almış olacak ki sonunda işe bizzat kendisi girişmişti.Sade bu tavrı bile mahallemizde dil konusunda duyarlı insanlar nezdindeki saygınlığını arttırmış, kendisine nerdeyse alim gözüyle bakılmasına neden olmuştu.hatta sonradan yazdığı “ali koş”, emine bekle” gibi abuk sabuk yazılarda felsefi bir belagat ve hikmetli manalar aranmıştı.tabi bu meselenin bir gerçeklik sorunu olarak ele alınmasını sayın mahalle sakinlerinden beklemek safiyane bir tavır olurdu…onlar, pencerelerinden daracık sokaklarına baktıklarında,mazlumla birlikte kendilerini geniş bir dünyanın imgelemine bırakmış katharsis’in keyfini çıkarıyorlardı.ve sanırım herkes için önemli olan gerçeklik değil, kişisel algılarını “gerçek” haline getirmekti yaşamak.”su”landırılmış boyası ve pavlov adlı köpeğini yanına alıp uzaklaşırken mazlum,ben de pazartesi günlerinin şartlanmışlar cenahındaki otobüs duraklarından birinde yerimi almak üzere ayrıldım ordan.

Yorum yapabilmek için giriş yapmış olmalısınız.