bildirgec.org

astral

11 yıl önce üye olmuş, 262 yazı yazmış. 308 yorum yazmış.

DONMUŞ NEHİR

astral | 24 November 2009 13:33

A ve E sohbet etmek için buluştu. Soğuk bir sonbahar günü. Deniz kenarında bir çay bahçesi… Her zamanki gibi E onu iş yerinden arabasıyla almıştı.

Bugün E’nin doğum günüydü. A’nin canı hiçbir yere gitmek istemiyordu ama arkadaşını bugün kırmamalıydı. Yorgundu, üzgündü, içinde ağlayan bir kız vardı… İçindeki o kızı kimse görmüyordu.

O hayatına –sözde- her şey ama her şey normalmiş gibi devam ediyordu. Kimse bilmiyordu uyuyamadığını, kimse bilmiyordu tavana bakarken saatlerin geçtiğini ve onun bunun farkına varmadığını. Kimse bilmiyordu, onun antidepresan almayacağım diye debelendiğini. Kimse bilmiyordu onu eski bir dostun telefonunu çevirdiğini ve birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığını.

Kimse bilmiyordu, bilmiyordu akşam olduğunda ve evine geldiğinde sessizliğin üzerine yıkıldığını ve o an acıdan ve onu düşünmekten ve onsuzluktan; onun bu denli içinde olmasından, o anda acıdan öleceğini hissetmesiyle gözlerinden akan yaşları susturabilmek için sürekli kendine yüksek sesle; ‘Tamam, tamam; sakin ol, sakin ol, geçecek geçecek… Her gün biraz daha azalacak. Bak yirmi bir günde beyin alışıyor birtanem, sakin ol, sakin ol.’

kayıp

astral | 23 November 2009 13:45

Kayıp ruhlardık. Küçük çocuklardık. Ta ki, birbirimizi bulana dek…

‘Her acı bir gün biter.’ derdin bana. Oysa güne kadar içimdeki kadın ‘Her aşk bir gün tuz olur, yok olur, hiç olur; ardından piç dediğin bir aşk olur.’a inanandı. ‘Geçecek her şey…’ dedin bana ilk defa. ‘Geçecek, ağlama. Sil gözyaşlarını.’

Otobüsün penceresinden bakarken, bir şehri ardında bırakıp yeni hayallere –her şeyi, evet, her şeyi ardında bırakmak isteyerek- yol alırken; bir şarkı yeni düşler kuruyordu sen de ben de; BİZde… ‘Sil gözünün yalnızlıklarını, o an fısılda duvara adımı…’ bana attığın, kalbime attığın ilk mesaj… ‘Emre Aydın çalıyor şu an. Duy istedim. Güzel şeyler…’ Şehrime geldiğin ilk gün bana geldiğin gün. Bizim aşkımız için adım attığımız ilk gün. Bu hikâyeye inanmam için ilk neden… Seni beklerken ilk uykusuz gecem…

BİZİM YAZ(G)IMIZ

astral | 23 November 2009 10:58

‘ÇOK SEVDİĞİN TARÇININ KOKUSUNU ALAMAZSAN TARÇIN HİÇBİR ŞEYDİR. ÇÜNKÜ TARÇININ TADI YOKTUR.’

– Zamandan azade.


– Taze sıkılmış portakal suyu. Çift katlı otobüs epey sıcak, yanımdaki adam iğrenç, kaşlarım çatık. Bir şehri terk edip diğerine giderken doğru ne soruları beynimde dolaşırken uyuyup kendimden kaçabilmeyi umuyorum.

– Ölmek bir ömür boyu mu sürer?

– Ölmeden doğamazsın. Rüyalarını gerçekleştirebilmek için önce uyanmalısın ve benim uyanma vaktim geldi.
– Eksik parçanı tamamlayamazsın çünkü aynı eksiklik onda da var. İki yarım insan bir tam insan edemez. İlk önce kendini tamamla. Sonra tamamlanmış biriyle ol ama yine de acım geçecek sanma çünkü acın geçmez. Duyduğun acı yüksek benliğinin eksikliği. Onun eksikliği değil. Sadece tamamlanırsan ve o da tamamlanmışsa şayet acı azalabilir ya da geçiştirilebilir ama unutma, ‘Tamamım artık!’ diyemeyeceksin çünkü anlam kapatılmaz. Heterojen, geçişli ve özne olan sen; anlamını sürekli değiştireceksin. Bu yüzden anlamın kapanırlığı mümkün değil.

düşün ki

astral | 21 November 2009 19:02

Düşün ki, yanımdasın, Düşün ki, hiç gitmedin.
Düşün ki, saçların saçlarıma değiyor –uyurken- uyanıkken gözlerin gözlerime işte buradayım/z dercesine, parıldayarak, alev alev, ‘Tüm yıldızlar çok sönük, ben en mutluyum.’ dercesine haykırıyor…

Düşün ki, yanımda uyanıyorsun. Düşün ki, pazartesi sabahı da olsa yanında uyanıyorum, düşün ki, elin ellerimde ruhum her yerinde, ruhum her yerimde; sen bende, ben sen de; çoktan dolanmış birbirimizin ruhunu sarmalamışız…

bahanesiz

astral | 21 November 2009 13:16

İçimde küçük bir pırpır. Hayır, küçük değil. Bu pırpır sanki tekamülümle ilgiliymiş gibi geliyor bana. İç sezi ama sadece iç sezi değil. Epey, içucu var. Sen bu gece -benim için- benim şehrime geliyorsun… Pırpırın sebebi. Bu gece uyuyabilmeme imkan yok.

Yüzüm gülüyor, her ne kadar anlamlı- anlamsız olsa da umurumda değil. Sanki umurumuzda olanlardan yüzümüz güldü, şimdiye değin. Epey ‘mantıklı’lardı bir de değil mi?

Hah, artık umurumda değil bildiğim mantık sinsilesi. Mantık sinsilem zaten komple mantıksız olduğunu kanıtlamak istercesine -olay sürecinde- kendini imha etti. Artık yeni mantıklarım var.

anı

astral | 18 November 2009 14:11

Bir sabah kalktım. Buz gibi bir dünyaya kalktım. Kendi soğukluğumda yüzümü yıkadım, sabahın ayazını içime soludum. Giydim papuçlarımı, olmayacak bir sabaha uyandım. Uyandım. İçimde sürdürdüğüm kelimelerimle kendime sıcak bir öykü yazdım. Yüksek bir yere çıktım, en yüksek, sakladığım öykümü aşağılara bıraktım, dileklerim kabul olsun diye. Tuttuğum nefesimi bırakmadan usulca, kimse görmeden ağladım. Çocukluğumdaki aynı kızın gözlerine baktım aynada. İnandım ona. Çoktan beri topladığım güllerimi aldım elime. Bir sıcak tebessümün içimde bıraktığı matemin yolunu tutmak üzere yola çıktım. Kendi çıktığım yolda kendimi unuttum. Çoktan unutmuş bir ben vardım artık. Unutunca her şey değişti. Soğuk değişti, bulutlar değişti. Dedim ki, dileğim oldu. Oysa olan bendim, dilek de buydu. Ağlayan kız gözlerini sildi. Matemini duvara astı. Sustuğu anılarını albümlerden çıkardı. Valizin içine koydu. Bir bilet aldım uzak, uzak bir şehre. Dönüşsüz bir bilet yalnızca. Valizimi otobüse yerleştirdim. O uzak şehre yakınlaşırken valizim benden bir o kadar uzaklaştı. İçim temizlendi. Bu şehir temizlendi. Kar beyazı anılarım bana kaldı. Anılarımın matemi o yeni şehre…

efkar

astral | 18 November 2009 11:58

# Ruhumun diyarlarında tarafsız efkar…
Her ıssızlığın ardından geri düşen zaman. Aralıklardan sızan vurdumduymazlık efkarımıza ortak olmazken şenlik paylaşımlarını pek iyi bilirler kendileri…

Elveda dediğim şehirlerden kaçarken, içimde son yırttığımız fotoğrafların izleri; sırlar mıydı kandığımız yoksa sadece ellerin miydi yıllarımı alan bebeğim?

Kucağına döktüğü resimleri karıştırırken Rüya, rüya olmasını dilediği; mektuptan bozma küçük bir notla karşılaştığı… hala resimlerine baktığı sevgilisinin resimlerine bakarken…

kavuşması mümkün olmayan tılsım üzerine bir önceki yüzyıldan buruşmuş mektup…

astral | 17 November 2009 10:46

Küçük renkli bir düş’sün benim için…
Yıllar öncesinden kalan. Bir yanımın temelli unutmak istediği bir yanımınsa unutmaya kıyamadığı ve bunu kendine itiraf edemediği bir düş…

Renkli bir düş. Bazı düşlerin içinde, düş olduğunu bilirsin. Düşün içinde yol almanın kazanç olmadığını bile bile yürürsün yine sıcaklığın çıplak ayaklarına basa basa.

Bir yanın yanar, (bir sessss) ‘Dikkattt eetttt!!!!’ diye fısıldarken bir yandan, sen o sesi göz ardı edip, ‘Aman duymuyorum seni’ deyip; gece yarısı saat 00.05’i gösterirken 630 km gitmek için, ‘O’nun için terminalden el sallayan ellere bakarsın, yukarda ay varken, aklında o varken…

yaşam, gerçek ve kabullenmek kavramları

astral | 16 November 2009 16:00

Yaşam ağır bir gerçek. Önceki enkarnelerinden topladığın bir iz.

Taşıyabilene ne ala. Gerçek, öncelikle kabullenmek içindir ki; bazen en ızdırap verici olan da budur.

İddia ettiğim her şey yalan. Bu böyle olur mu hiç dediğim her şeyde gördüm ki, durum hiç de öyle değilmiş. Biliyorum dediklerim komple palavra çıktı. Ben yanıldım. Dünyaya karşı atıp tuttum, tükürdüklerimi yaladım. Komple ziyanmışım.

bir pazar, sıradan ve dokunaklı kaygısı taşımadan; öylesine bir pazar…

astral | 16 November 2009 15:04

Son söz uçtu.
Yıllar önce bir kırlangıç konmuştu pencereye yalanmış, rüyaymış…

Düştü pencereden bir kadın. Miyavlayan ve başka şey bilmeyen bir kedi sırnaşarak, sürünerek ahşap sehpanın altına sokuldu, mutlu dünyasını herkese göztermek istercesine…

-Bugün şarkılar çalınmıyor farkettin mi?
-Tabii fark ettim, bugün bizim evlilik yıldönümümüz.
-Ne kadar espritüelsin.
-Hadi kahvaltı yapalım.
-Canım istemiyor.
-Canının istediği birşey var mı?
-Canımın neyi istemediğini söyleyebilirim.
– Neymiş o?
-SEN.