bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Rengarenk bir öykü kitabı : Birbirimize

kahramancayirli | 05 November 2009 17:53

Rengarenk bir öykü kitabı : Birbirimize

Kahraman Çayırlı

tulumba.com adresinden alınmıştır.
tulumba.com adresinden alınmıştır.

Yıllarca su gibi, edebiyatlı röportajlarını okudum Ahmet Tulgar’ın. Şimdi ise öykü kitabı Birbirimize var elimin altında…Dili steril, Tulgar’ın. Ne fazla ne az. Abartılı tasvirler, uzun uzadıya benzetmelerle yormuyor hikayeleri. Ağır olmadığı için hareketli bir anlatım. Kitap süresince dört kez “refüze” sözcüğünü kullanması haricinde hiçbir olumsuz fikrim yok dili hakkında.

radikal.com.tr adresinden alınmıştır.
radikal.com.tr adresinden alınmıştır.

Lokantada isimli hikayesini okurken hissediyorum ki, öykü karakterlerinin ruh hallerini ustaca bir incelikle işliyor cümlelerine. Ayrıca cesurca.Ağırlıkla çok kısa öykülerden oluşuyor, Birbirimize. İkisi isimli öyküsüne özellikle dikkat çekiyorum, çok sıcak, iki tam sayfalık sıkı bir öykü çünkü. Savaş adlı öyküsü ise iki yoğun cümleden ibaret başka bir ince öykü. Sadece iki cümle ama sayfalarca uzatılarak sünebilecek bir duygu sağanağını olduğu gibi naklediyor.

dogankitap.com.tr adresinden alınmıştır.
dogankitap.com.tr adresinden alınmıştır.

Manzara isimli öyküsünü bitirdikten sonra Tulgar’ın noktaların, anların küçük hikayelerini yazdığını fark ediyorum. Deneysel bir koku geliyor burnuma. Nokta etrafında dönmüş, aynı noktaya bambaşka yerlerden de bakmaya çalışmış.Kapak, kitabın içindekileri ele verir mi? Birbirimize’de veriyor sanki. Kapakta kırmızı, sarı, yeşil ve mavi harfler var ikişer üçer. Hikayeleri okudukça, rengarenk bir öykü kitabının içine düştüğümü fark ediyorum. Mutlulukla.Selim İleri’yi anımsatan yeni bir öykü izleği gördüm Tulgar’ın hikayelerinde. Dilerim aynı yoldan yürümeye devam eder. Birbirimize’yi, Selim İleri’nin Cumartesi Yalnızlığı kitabının hemen yanına koyuyorum rafta. Yakışıyorlar.

Birbirimize / Ahmet Tulgar / Everest Yayınları / Haziran 2009 / 99 sayfa

HAZIR SÜTÜN ZARARLARI (2)

mecburen | 05 November 2009 17:09

Bu yazımı daha anlaşılır yazmaya çalışcam çünkü bir önceki yazımı anlayamayanlar oldu.ilk yazımı okuyanlar bilir kutu sütlerin ömrünü nasıl uzattıklarını ve ne kadar sağlıksız olduklarını yazmıştık,aynı şeyler şişe süt için geçerli diğildir, çünkü şişe(günlük) sütlere bu tür bir işlem uygulanmadığı için ömürleri daha kısadır(2-3 gün)ve dolayısı ile kutu sütlere göre çok daha sağlıklıdırlar.lakin burada ismini vermek istemediğim baazı firmaların kendi mandıraları var ve bu mandıralarda bulunan ineklerinden günlük aldıkları verimi artırabilmek için ineklere hergün düzenli olarak antibiyotik enjekte ederler ve günlük aldıkları verimi % 60 oranında artırırlar.peki nolur; bu tür sütü içen insanlar bir enfeksiyona yada virüse yakalandığında(hoş virüse antibiyotik verilmez ama bizim doktorlar en iyisin bilir ya) iyi düşünecek olursak domuz gribi :)aynı tip antibiyotik verildiğinde vücut cevap vermez çünkü sütün içerisinde bu tür antibiyotiği uzun zamandır aldığı için vücut bağışıklık kazanmıştır. doktor size antibiyotik tedavisi yazıp gönderdiginde ve kullanmaya başladıktan 3-4 gün sonra antibiyotiğin hiç faydasını görmediğinizi ayrıca akciğer enfeksiyonu şikayeti ve öksürük ile tekrar gittiğinizde virüs artık akciğerlere indiğini gören sağlık personeli artık servise yatırma kararı alır ve (umarım iş işten geçmemiştir.) yeni bir antibiyotik tedavisine başlarlar çok gecikilmemişse hasta yeni antibiyotiğe cevap verir hasta sağlıgına kavuşur eğerki çok geç kalınmışsa hasta sizlere ömür. arkadaşlar çok detaylı yazmak istemedim çünkü beni ciddiye almayan arkadaşların sayısı oldukça fazla(söz verdiğim için yazdım) ama ALLAH göstermesin çok yakınınızda birinin başına bu tür bir olay gelirse o zaman bana hak vermiş olursunuz ama… bir musimet bin nasihata bedeldir,umarım bir nasihattan bin ders çıkarırsınız,özür dileyerek 3.yazıma geçmeyeceğimi bildirir herkeze sağlıklı günler dilerim.

Sende Dünyadaki Diğerleri Gibi Bu 20 Soruya Takmış Durumda Mısın…?

| 05 November 2009 16:33

Soru 1. Solakların saglaklara göre daha mı zeki olduğu…?

Soru 2. Kaşınmanın nasıl olduğu ve tam olarak ne anlama geldiği…?

Soru 3. 44,5 ateşle yatarken neden üşüdüğümüzü…?

Soru 4. Soğanın neden olduğu o sinir bozucu göz yanmasının sebebini…?

Soru 5. Deniz,havuz,banyo sonrasında oluşan büzüşme,buruşmanın sebebini…?

Soru 6. Arkada oturmanın ezikliği dışında bir de araba tutma saçmalığının nedenini…?

Soru 7. Deniz havası,Boğaz havası alma anındaki havanın gerçekten temiz olup olmadığı…?

torun sevgisi

nazokiraze | 05 November 2009 16:10

Oldum olası parkta çocuk oynatmaktan hazzetmem, sabredemem, sıkılırım. Eski oturdugum yerde parka ara sıra götürürdüm çocugu, ama şimdi öyle mi, sitede park nerdeyse bizim ev tam onun önünde, kaçarı yok onbeş gün öncesine kadar park bizim ikinci evimizdi. Zaten parka hava durumu nedeniyle gitmeyen oğlum enerji atamamak sebebiyle akşamları anamızı ağlatıyor. Koca yaz götürmüşlüğüm on kereyi geçmez, oğlumu hep babaannesi götürdü, sabahtan akşama kadar bekledi Rabbim bu ne sabır diyorum bazen ,eşime soruyorum bize bu sabır bu kadar yoktu diye anlatıyor bunun tek nedeni var: torun sevgisi.

YELKENLER FORA

bellybul | 05 November 2009 15:24

Yelken sporu ile ilgilenenler oldu mu? bilmiyorum. Ancak ben taze yelkencilerden biri olarak heyecanımı tespitlerimi paylaşmak istedim. Şimdilik ilk etap eğitimi tamamladım ancak hedefim yat yarışçısı olmak. Denizi, yüzmeyi çok sevdiğimden midir bilinmez yelken sporunu hep çok kendime uygun bulmuşumdur. Ve haklı olduğumu da anladım. Yelken spordan da öte bir şey, bir tutku, heyecan,…Rüzgarın hem dost hem düşman olabileceğini öyle acımasızca anladığınız anlar oluyor ki, aslında yelken aynı zamanda doğayla mücadele, doğaya uyum dansı belki de. Bir de tabi sosyal boyutu var, takım çalışmasını bu kadar iyi yaşayabileceğiniz, ekip olmanın hatta iyi bir ekip olmanın ne kadar hayati birşey olduğunu bu kadar yakından anlayabileceğiniz başka bir aktivite aklıma gelmiyor. Bence bireysel olarak değil sadece, tüm iş yerlerinin de dikkati çekilerek kurumsal anlamda da bu spora yönelinmeli, iyi bir yelken ekibi olabilen ofis çalışanları çalıştıkları kurumu da uçurmaya muktedir olacaklardır zannımca.

Rüzgarınız bol ola, yelkene doğru yelkenlerimiz fora!

NEFESİ TÜRKÜ KOKAN YARİM

kahvekokusu | 05 November 2009 14:34

Biri vardı… Uzak dağ köylerinin serinletici poyrazıydı nefesi… Başım her derde düştüğünde derdin derdimdir, demesini sevdim.
İğde ve çam ağaçlarının rayihası dolarken havaya, ben onun kokusunu duyardım kaç kilometre öteden…

Gözleri gözlerime değdiğinde ruhum muydu eriyen? Ben O’nda eriyip O’nunla birleşmeyi sevdim…
Korkmazdım O yanımdayken engebelerden, uçurumlardan, derin mavilerden…
Aşkıyla hemhal olmuş kalbime güveni de sunmasını sevdim…

tanrı bilir..

lagos | 05 November 2009 13:47

her uyuduğunda, yarın sabaha onarılmış bir kalp dilerken; daha beter acılarla uyanıyorsun..

gideli birkaç ay oldu.. sanki dün akşam gitmiş gibi taze burukluğu. sanki dün sabah kulağına günaydın diye fısıldamış gibi; sessiz ve kimsesiz şimdi yatağın diğer yarısı.. her sabah gözünü açar açmaz yanında mı diye bir umut yoklayışın, yetiyor gününün alabildiğine berbat geçmesine..

başlarda karnına giren krampların yerini boşluklar aldı, ne saplasalar umrunda olmayacak. miden gereksiz artık, pek fazla da kullanmıyorsun zaten. burnun hep o kokuyu arıyor değil mi? o gerdanının büyüleyici kokusunu.. içine çektikçe daha fazla çekesin gelirdi, madde bağımlısıymışsın gibi..
you really are my ecstasy..
ve emre aydın dizeleri geliyor aklına..
kokunu bırakma / çok sevdim kokunu / bilemezsin, götür kokunu..

?

massay | 05 November 2009 13:01

Bir ıslık atıyorum. Harbiye’den. Nereye gidecek. Ağzımı beceren kelimelerim. İçini dışı ettiğim yeminlerim.
Gece yanlız. Gece düşmüş. Nereye koymuşsam. Oradan bakıyor ellerim. Be hey gafil sinirin sistemi. Nasıl keskin sigara bu. Paketinin jelatinine sardığım yarımdan az, tamdan terkedilmiş mirtozepin. Güneşimi Yutuyorum. Bir tekmede.
Gece dövülmüş. Gece aklanamamış sinkafından.
Nihayet yetişiyorum ıslığıma Galata’da.
Hırs dediğim mazaretin oğluyum artık.
Tarih denilen oğulun oğlanıyım.
Oturuyorum masana. Altonun mübalağasız en fecisi. Sesin tüm güzelliğini buharlaştırırken, avuçların kadehi tutamayacak kadar küçük. Evvelin kadehi yutacak kadar kayıp. Garson büzüğünün ışıklarla absorbe olan beyaz gömleği bir tutam ışın gibi kesiyor ilahi yanılgıyı.
Niye geldiğimi soruyorsun?
Sen niye buradasın? diyorum.
Niyetim konuşmak değil.
Stiletto içine çivilenmiş ayaklarının ellerin kadar küçük olmadığını öğreniyorum bacaklarımda süzülürken.
İçiyorum.
Kayboluyorum.

Disiplinler Arası Tasarım

murti37 | 05 November 2009 10:48

Öğretimde farklı disiplinlere ait bilgi ve becerilerin belli kavramlar etrafında anlamlı bir biçimde bir araya getirilerek kullanılmasına dayanır. Belli bir kavram, konu alanı ya da problem merkeze alınır. Örneğin insan hakları, demokrasi, enflasyon, iklim, çevre vb. Öğretimde temele alınan kavram ve konu alanı dersler arasında ilişki kurularak işlenir. Böylece öğrenmeler günlük yaşamla ilgili bilgilere dayandırılır. Farklı konu alanları arasındaki ilişkileri kurmada kullanılır. Bir konu merkeze alınarak tüm dersler bu konu merkezinde ilişkilendirilerek işlenir ya da ilköğretim birinci kademede bazı derslerin merkeze alınarak (Mihver Ders)

diğer derslerle ilişki konularak onlara paralel olarak verilmesiyle düzenlenir.

İlişkiden yeterince zevk almayı engelleyen, ama bazı tehlikeleri de ortadan kaldıran bir örümcek ağı…!

| 05 November 2009 09:49

Fransa’daki Padua üniversitesinde 11 yıl Anatomi Kürsüsünün başkanlığını yapmış olan Gabriel Fallopius adında bir profesörün, 1564 yılında bir makale yoluyla; o zamanlar tamamen farklı amaç için kullanılacak olan prezervatifin insanlara tanıtmasıyla bu ilk’in belki de ilk adımını atmış oldu.
Amacı ve denenme sürecindeki tek amaç; ilişki kurdukları kadınlardan enfeksiyon kapma riskini ortadan kaldırmaktı.
Ve daha sonraları bir korunma yöntemi gibi bir işlevinin de olduğu da anlaşılınca, Fransa da kullanımı bir hayli fazlalaştı.
Ve o yıllar yazılan bir mektupta şu cümle geçti: “İlişkiden yeterince zevk almayı engelleyen, ama bazı tehlikeleri de ortadan kaldıran bir örümcek ağı”…!