bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Osmanlının önemli kadınları-kösem sultan

nazokiraze | 21 March 2010 17:00

Her medeniyette yönetimde erkek kadar sahne arkasından da olsa kadının rolü vardır, iyi ya da kötü olsa bile imparatorlukların gidişatını çoğu zaman krallar kadar kraliçeler, imparatorlar kadar imparatoriçeler belirlemiştir. Osmanlı İmparatorluğunda da durum değişmemiştir, diğer ülkeler gibi tahta geçip yönetime ortak olma hakları olmamasına rağmen Osmanlı İmparatorluğu’nun belli bir dönemipadişah anaları veya kadınları tarafından oldukça etki altına alınmıştır.

007 James Bond

darkbloodcfl | 21 March 2010 15:35

Ian Fleming‘in yazdığı ” You Only Live Twice ” adlı kitapta, James Bond’un 1924 yılında İskoçya’da doğduğu ve hiç kardeşi olmadığı söylenir. James Bond, henüz onbir yaşındayken babası İsviçre’de bir dağcılık kazasında ölür. Babası öldükten sonra İngiltere’ye giden Bond, orada teyzesiyle birlikte yaşamaya başlar. Yirmi yaşında, Eton adında özel bir okulda eğitimini sürdürür fakat bu okulu sevmez ve bir yıl sonra bu okuldan ayrılarak Fettes adında yeni bir okula başlar. Fettes babasının eski okuludur. Bond parlak bir öğrenci değildir ve derslerine yeteri kadar çalışmamaktadır. Ama spor derslerinde çok başarılıdır. 1941 yılında okuldan ayrılır ve İkinci Dünya Savaşında İngiliz donanmasında gizli ajan olarak çalışmaya başlar. Savaştan sonra James Bond İngiliz Gizli Servisi’nde çalışmaya devam eder fakat 1950’ye kadar onu ünlü yapacak olan ‘licence to kill’ ( 007 tabiki ) numarasına sahip olamaz. 1962’de yılbaşı günü Teresa di Vicenzo ile evlenir. Fakat bu evlilik çok uzun sürmez. Karısı düğün gecesi ölür.

ekme

astral | 21 March 2010 12:00

Yıllar önceydi. Hiç de içim acımamıştı. Gayet mutluydum. Ardımda birini üzdüğümün ne farkındaydım belki de ne de umrumdu…

Şimdi içimin acıdığı anlar var. Derdim derdi değil. Bunun ötesi de var. Kendi eğlencesini aralıksız anlatıyor, ben kederden ölürken… ‘Bunların beni üzeceğini hiç düşünmüyor mu?’ diyorum… Sonra ‘Neye, neden üzülsün ki?’ diye ekliyorum, yine kendim… ‘Ben umursamış mıydım?’ Gayet de keyifli yıllardı.

Evde acayip bir kavga kopuyordu. Bu sefer kesin ayrılacaklar dediğimiz zamanlardı. Çektim gittim, yıllarca. O, o evde yalnız kaldı. Derdim mi oldu, dert mi edindim bunu? O zaman on beş yaşındaydı en fazla. Konuşacağı birincil insandım ve çekip gidecek kadar da umarsızdım.

kayıp analizi

astral | 21 March 2010 10:36

http://img267.imageshack.us/i/93563767lf2.png/
http://img267.imageshack.us/i/93563767lf2.png/

Kayıp ilanı…

Kaybet beni: Kör tuzaklara bağla bedeninde, ruhunun ilmiklerinde yine sen olarak kaybolmak istiyorum. Dünden ve öte’den önce. Ben hiç olmamış-ım gibi. Kaybolmuştum, seninle; biliyorum.

Kayıp düşler. Kaybolan düşler mi? ‘Gel keyfim gel!’ Kaybolduğumuz için mi düşlerimizi kaybettik? Birlikte mi kaybolduk? Kaybolmamıza birlikte olmak mı sebep oldu? Sebebimiz birlikte olmak mıydı? Sebeplerimizi kaybettik mi? Ya da sebeplerimizi dahi kendimize saklayamadığımız bir yerde miyiz?

son duraklarında ünlüler–2

nazokiraze | 20 March 2010 15:54

Edith Piaf’ın yattığı mezarlık dünyanın en çok ziyaret edilen mezarlıklarından biridir (Cimetiére du Pére Lachaise) Burada Piaf dışında Jim Morrison, Balzac, Oscar Wilde, Moliere,Yves Montand gibi ünlü insanlar da yer alıyor. The Doors grubundan Jim Morrison‘un mezarı burada oldukça baş ağrıtmış.Genç yaşta ölen Morrison’un hayranları Père Lachaise mezarlığında graffiti, uyuşturucu ve alkol ile rahatsız etmiş. Çevre mezarlık yakınlarından gelen şikayet ve mezarın oradan kaldırılması için toplanan imza üzerine yetkililer Jim Morrison’un mezarının başına bekçi koymuşlar. Morrisonun mezar taşında eski Yunanca bir yazı var:Kata Ton Diamona Eaytoy. Bu şeytana doğru demekmiş ve toplum kuralları yerine kendi kuralları ile yaşamayı seçtiği için yakınları tarafından yazdırılmış.

Bu mezarlığın Türk misafirleri de vardır, Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya.

Tılsım

astral | 20 March 2010 13:29

DE…
Söz, kara. Ben daha çok karayım. Bundan sonra böyle olacak’lar inandırıcı gelmiyor. Cümle yankılanıyor, duvarlara çarpıp bana dönüyor, sadece cümle dönüyor… Yerdeyim. Bu yerde. Sen de olmadığımdan.

Bu, ne sen beni affet diye, ne öp diye, ne kabul et diye. Zaten kabulümsün, zulmüm de olsan… Bir zamanlar –sanki benden dahi önce zamanlar- cuma gecelerini iple çeken kadındım.

————
SEN Mİ, AŞK MI?
Belki de ben aşık olmayı seviyorum. Ondan vazgeçmek aşktan vazgeçmekten daha zor olmazdı lakin bu kanaat doğru olsaydı. Peki aşk ve o ayrılabilir mi? duyduğum aşkın çokluğu onun kimliği ile de bağlantılı değil mi? yok, salt aşık olmayı seviyorum dersem ona değil bana dahi haksızlık etmiş olurum. Ben de fırtına yaratan aşk mı yoksa o mu? Ayırmak mümkün mü? O aşk, aşk da o! Onun ismi için, içinde aşk barındırmayan bıla bıla yapılmaz. Sonraki soru da şu: aşkı göstermeyi mi, aşkı görmeyi mi seviyorum? Aşkı gösterdiğim kişiden aşkı görmeyi seviyorum gerisi umurum değil.

dık

astral | 20 March 2010 11:57

Sesim kuytu bir köşede kalmış gibi sessiz ve habersiz. Buruk. Hissiz ve ruhsuz. Sebepsiz ve bir o kadar hırçın sebepleri olan. Bu dünyayla derdi olan, kadın. Belki kendiyle derdi olan. Belki normal belki değil. Duyduğu sesler ne uzak… Duymuş olduğu sesler. Bir ırmak gibi devam etmeli hep akmalı yaşam diyorlar, geriye bakma diyorlar- lar.

Bir akşamın içine düşmüş kuyuyum. Sözüm kim, ben nerdeyim? En son hangi okyanusta boğulan hangi okyanusta seninle tanışan, kadınım? Sözlerimin gelmediği yerler var, pişkinlik gösteren dünyada. Benden içeri bir kadın var, en senin gördüğünü sanmıştım. Hiç.

Tik-tak..

pillibebekkuyuda | 20 March 2010 10:29

Derinden ve tek tek aldığı üç nefesten sonra attığı adımlarının birbirine dolaşmasından korkarak dikkatlice geçti koridorları..Her defasında böyle heyecanlanırdı..

Her nefes alışından sonra üzerindeki bir parçayı geride bırakarak ilerlerdi sanki..Yolun sonuna geldiğinde çıplacık kalırdı, üşürdü..Yüreğindeki bu soğukluğu ısıtacak hiçbir giyisisi olmamıştı bu güne kadar..

Yine yalnız ve yine cesurdu. Biraz terlemişti. Kendine ayrılmış odasında üzerini değiştirdi. Son kez aynaya baktı.