bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Nationalgeo.’da Aşk!

pucinena | 28 September 2007 15:36

puci nena
puci nena

Nazım Ustanın aşk üstüne bir yorumuyla başlamak istiyorum yazıma. “ Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…”
Aşk üstüne yüzlerce tanım çıkabilir karşımıza şüphesiz. İnsan nesli var olduğundan bu yana en gözde konu Aşk. Toplumlar, yazının olmadığı yerde ve zamanda aşkı ya resmetmeye çalışmış ya da şarkı yapmış dilden dile aktarmış. Aşkın çeşitliliği üstüne felsefe, sosyoloji, psikoloji, fen bilimleri gibi alanlarda kollar sıvanmış ilim bilim uğruna pek çok araştırmalar yapılmış. En yeni en sıcak bir araştırmayla geldim karşınıza. National Geographic el atmış Aşk’a. Değişik bir açıdan görmek isteyenlere kaliteli bir sunum. Buyrun, hep beraber izleyelim.

Mucizelere inanır mısınız benim gibi?

Dejavuu88 | 28 September 2007 12:49

Bazı insan yüzleri vardır
Tuhaf bir çekicilik taşırlar bakışlarında ,sadece bir defa görüp aklınızın bir köşesini kiralayacak yüzler
Gözlerinde sonradan anlam verebildiğiniz bir ifade “beni unutmayı düşünme”
Ve unutmazsınız..

O yüzün üstünden zaman akıp gider, neler olup biter , yıllar tespih gibi dizilir birbiri ardına
Unutmak değil de, hiç ummadığınız anda hatırlarsınız..
Garip bir sempati duyarsınız ömrünüzde ilk defa ve birkaç saniye gördüğünüz ve belki de bir daha hiç göremeyeceğiniz yanınızdan geçen ya da bir zamansızlığın pençesinde rastlaştığınız birine..
Bu bana ömrümde 3 defa oldu.. Tahminimce 6 sene evveldi .Bir küçük çocuk görmüştüm.Bukle bukle kumral saçları iri ela gözleriyle gözlerimi alamadığım küçük bir oğlan.Duruşuna, mahçubiyetine acıma ve merhamet duygusu karışımı bir şeyler hissetmiştim.Üzülmüştüm dizi yırtılmayadurmuş bej rengi kadife pantolonuna.Neden olmasın,benimde ufakken oynarken düşmekten yırttığım pantolonlarım vardı,bunda bir acizlik aramak fazla mı duygusallıktı??
Üzerinde koyu yeşil ve bej renkte baklava desenli kazak vardı ve kolları uzun gelen siyah bir mont.Yüzünü hiç unutmuyorum.Hani ağlayan çocuk var ya ondan çok daha güzel bir yüzü vardı bembeyaz pamuk gibi.Otobüs kalabalıktı koridordaki kalabalığın arasından,küçük bir boşluktan gözüme ilişmişti ve birbirimize öylece bakıyorduk.Gözleri buğuluydu,beni net görmeyecek kadar.Ağlamaya başladı,evet ağlıyordu ela gözleri,bir nehir boşalıyordu gözpınarlarından çenesine doğru.Donakalmıştım,o ağladıkça gözlerim büyüyordu.Niye ağlıyordu bu çocuk?O gün neye ve kime üzülmüştüm,kim hastalanmıştı,paramı nasıl denkleştiriyordum,neyi dert edinmiştim hepsi aklımdan firar edip o nehirde akıp gitti bilinmezlere doğru…Birden bende ağlamaya başladım.Zaten yağmurdan ötürü yüzüm ıslaktı kimse anlamıyordu..Ben ağlıyordum..Kimse şahit olmaz öyle kolay gözyaşlarıma.Zayıflık?? kastettiğim bu değil.Ne varsa içime atarım,hüznü uzun vadede yaşayamam,kara bulutları gökyüzümde barındırmam.O gün neşem yerinde olsaydı belki o ufaklığı gülümsetebilirdim.
Ağlıyordum ve bana kocaman gözlerle, buruk bir ifadeyle bakıyordu .Ona baktıkça ağlamaya devam ettim,otobüs sallandı gözlerimizi birbirimizden hiç ayırmadık ufaklıkla.
O an onu alıp sarasım geldi.Hep yanımda olmasını istedim,öyle ağlıyordu ki velet,öyle içime süzüldü ki…Otobüs durağa geldi arka kapı açıldı ve ufaklık son kez bana baktı,alt dudağı sarkmıştı zorla gülümsemeye çalıştı ama yapamadı ve o karmaşık suretlerin arasından kaybolup gitti..
Neden bu kadar içimde yer etti ,neden bu kadar acıdım ,merhametle sarıp kucaklamak istedim “merak etme ben varım” demek istedim ufaklığa bilmiyordum.Onu bir daha göremeyecek olmak kendimi kötü hissetmeme sebep oluyordu.Kimi kimsesi var mıydı acaba,zor durumda mıydı ve neden ağlıyordu?.Aç mıydı,mutlu muydu ve şimdi neredeydi?….Hiç kimse umurumda değildi,gözyaşlarımı yağmur damlacıklarından ayırt eden hiçbir ebleh bakış umurumda değildi.Küçük kardeşimi bir daha göremeyecektim,ötesi berisi var mıydı?

Deniz Feneri, dünyanın güzeli

kopanisti | 28 September 2007 12:26

Bir deniz feneri olmak….

Tek başına da olsa denizin ortasında, dalgalar yıpratsa da bedenini, o sever denizini de dalgalarını da,

Gecenin karanlığı korkutmaz, ışık tutar, ışığıyla sana yorgunluğunu unutturur, yolunu gösterir,

Anlatır sana nerdesin, nerden gelir, nereye gidersin,

O’nu gördüğün anda rahatlarsın, yolunu bulursun,

Bir gemici masalı dinlemek istersin belki o anda, nasıl bu kadar güçlüdür, nasıl dayanabilmiştir dalgaların olanca darbesine,

Belki hep deniz feneridir, belki sonradan bir anda oluvermiştir, ama her durumda anlarsın ki onun ışığı hep vardır,

Yapayalnız da olsa, bilir ki her uzun yanlızlığın sonu bir kavuşmadır, gelecektir mutlaka gemisiyle gemicisi,

Bakar hep uzaklara, bakar hep, bir ses bekler, uzaklardan, bir gemi düdüğü bekler,

Karanlık çöker yine, gelmez beklediği gemi, yine ışığını tutar, yine bekler

Hayran kalırsın…

Tek dileğin o fenerin denizin kıyılarında, istediği yerde bulunmasıdır ve bakılmaktan hiç yorulmayan denizine kıyılarından hep bakmasıdır…

Ne sanıyordum, meğer neymiş?

dralivolkan | 28 September 2007 11:57

* Tıp fakültesindeyken, plastik cerrahi stajına başlamadan önce, burun ameliyatı olan, silikon taktıran, liposuction yaptıran hastalar göreceğimi sanıyordum; kapanmayan yatak yaraları, büyük yanıklar, dağılmış suratlar gördüm sadece, hiçbiri manken değildi..

* Küçükken, TV ye yöresel kıyafetlerle çıkan Süreyya Davulcuoğlu ile Bedia Akartürk’ü gerçekten köylü sanıp onlara acırdım, para kazanmak için türkü söylüyorlar sanırdım, asıl acınacak olan benmişim meğer.

* Küçükken TRT deki haberleri farklı bir algılamam vardı, yani haberlerin TRT var diye olduğunu sanıyodum, TRT haber sunmasa dünyada hiç bişey olmayacak diye düşünüyodum (ne salakmışım)* Kenan Evren’i Atatürk’ün oğlu sanıyodum ( e işte küçüğüz tabi)( bi de resim koyamıyorum artık, bi sorun var)* Bi reklam vardı, VİP ekspress deterjanı, o reklamda kadın çamaşırı alıyo, leğene sokuyo çıkarıyo çamaşır tertemiz, ben de gerçekten öyle olduğunu sanıp annemin kafasını ağrıtmıştım sen de ööle yap diye ( sanırım yorulmasını istemiyodum çamaşır yıkarken, ööle yapsa çok kolay olacaktı)* İnsanın büyüyünce oyuncakları çizgi film izlemeyi sevmeyeceğini, bunun büyüyünce otomatikman olan bişey olduğunu sanıyodum, böyle bişey de yokmuş yav.* TV de gördüğümüz ünlü insanların asla ölmeyeceğini sanıp, keşke ünlü olsaydım derdim; Adile Naşit öldüğü gün bu fikrim değişti, ünlü olmaktan vazgeçtim.

Yaşayarak Öldüm, Yaşadım Ölerek…

universideli | 28 September 2007 11:28

Önce hayata hayatla başladım.
Ardından geldi her şey. Bakıp görmelerim, duyup hissetmelerim, yapıp etmelerim, fikretmelerim. Hayatla kuruldu, tüm bağlarım; canlıydım ki görüyordum, canlıydım ki hissediyordum, canlıydım ki düşünüyordum, canlıydım ki … yaşıyordum. ’ Yaşam ’ denilen o öncesi ve sonrası meçhul zincirin, artık ben de bir halkasıydım, bu zincirdi ki bağlamıştı beni evrene, bu zincirdi ki hapsetmişti beni zamana ve mekana, bu zincirdi ki duyumsatmıştı bana zindanımı ya da tersten okumayla bu zincirdi ki kamçılamıştı bendeki hürriyet aşkını, zamansız ve mekansız bir evren özlemini. Hayat bir zincirdi ve zinciri kırmaya tek çare de yine kendisiydi.

“Hayat”sız … “can”sız … “ölü” ?…
Derdim olmuştu artık hayat, dermanımsa yine yaşamak! Hayat, Janus’un iki yüzü: bir yanı esaret,bir yanı hürriyet; bir yanı muvakkat, bir yanı ebedi; bir yanı korku, bir yanı ümit; bir yanı yaşam, bir yanı … ölüm. Bense arafta salınan bir sarkaçtım; kimi zaman ölü,hep yaşamak zorunda olan, kimi zaman diriydim. Ama hep yaşıyordum. Yaşıyordum ki vardım: bazen ‘can’lı, bazen’ölü’ ; ama hep ‘var’dım, yaşıyordum ve vardım; bazen canlı, bazen ölü …Ben hayatı, beni evrene [ve dahi ötesine] bağlayan zincir olarak tanımlarken “kainatın rabıta-i ittihadı[birarada tutan bağ ]” diyordu Said Nursi hayat için.Ya da Tolstoy’un kelimeleriyle aynı anlam farklı bir libasa bürünüyordu: “insanın kainatla olan ilişkisidir hayat” .Beni kainata bağlayan bağ idi hayat, ve dahi varlığa. Ama sadece dünyaya değil tüm kainata ve dahi ötelere; yalnız bu zamana değil, bütün geçmiş ve geleceğe, ezel ve ebede. Değil mi ki hayatın bir yüzü esaret, bir yüzü hürriyet derken sonsuza nispetle dünyanın zindan oluşunu kastediyordum; öyleyse dünyayla yetinemezdim, dünyanın ‘olma’dığı bir uzam-zamandan gelmişti benim ‘hayat’ım ve onun ‘olma’yacağı bir uzam-zamana değin uzanıyordu madem, o zaman dünya beni kuşatamazdı. İşte bu yüzdendi kendimi esir hissedişim, bu yüzdendi korkum … öl[üm] …Yine hayattı ki hür hissetmemi sağlayan kendimi, yine hayattı ‘ümid’e sevkeden beni. Çünkü ben ‘hayy’dım ve sımsıkı bağlıydım son[suz]a, ‘hayy’dım ve ‘hürr’düm.Hürr oluşumdandı ‘ruh’umun sınırtanımazlığı, cesedimde yerleşememesi, yakazada ya da menamda, bir fırsatını buldukça ötelere kaçıp gitmesi ve cesedim… öl[üm] … Hürr oluşumdandı kalbimin kalbimde sınırlı kalamaması . Hürr oluşumdandı aklımın dahi sınırtanımazlığı,yetinememesi beynimle,her daim açılması enginlere.Anlamıştım ki beni ‘esir’ eden ancak sınırlı cismimdi, ama o dahi ‘can’lı olmasıyla kendinde bir sınırsızı barındırıyordu ve bir nebze olsun hissettiriyordu bana sınırsızlığı. Hayattı asıl bağım sonsuzla, sonra; canlı olan neyim varsa: ruhum, kalbim, aklım .. ve dahi cesedim …Derken ruhum bedenime, kalbim kalbime, aklım beynime sığmaz olunca; o malum ve şöhretikötü ‘son’ benim de başlangıcım olacaktı. Bir japongülünün her gün yaşayageldiği ölüm bana da uğrayacaktı ‘son’unda, ama illa ki ‘uc’unda bir ‘dirim’le; ölüm ‘yaşam’ın bir ‘son[uç]’uydu belki ama ‘son’u ölümse ‘uc’u ‘dirim’di.
Ve öldüm ben de ‘son’unda, fakat hep yaşayarak, sadece yaşayarak.
Yaşayarak öldüm ve ölerek yaşadım.

Sonra hayata ölümle devam ettim.

Amerika’nın İran Üzerindeki Oyunu

toggo | 28 September 2007 11:02

Bir düşmanınız varsa ve ona karşı planlar yapıyorsanız ilk önce yapmanız gereken şey düşmanınızı çok iyi tanımaktır.

Türk Olmak Haber Sitesi
Türk Olmak Haber Sitesi

Amerika, İngiltere ve diğer ülkeler iran’a saldırı planlıyorlar.

Ancak İran Amerika veya diğer ülkeleri herhangi bir şekilde tehdit ettimi? Irak içinde söylenen nükleer silah üretimi amerikayı neden ilgilendiriyor. İsrail’i İran tehdit etmediki etse bile amerikayı neden ilgilendiriyor. İsrail ırak opersayonununa neden asker göndermedi.

10

buddhala | 28 September 2007 10:35

Sevgili Okuyucu, sen bu satırları okurken ben çok uzaklara gitmiş olacağım!

açık denizlere kaçırılmış bulutlar
açık denizlere kaçırılmış bulutlar


Buraya her geldiğimde, gelmeden önce yapmayı düşündüklerimin listesini yapardım. Ancak uzağında iken özlediklerime, yakınımda olunca pişman olacağım tavırlar sergiliyordum. Geçmiş zamandan anlatıyorum size bunları, haliyle zaman ilerledi. Zamanın kum tanelerine bölünüp, kapsüllere koyulsa da durdurulamayan kötü bir özelliği var. İlerlemek, geç algılanan ve hata yaptıktan sonra yaptıklarımızdan tecrübe edinmemizi sağlayan bir eylem benim için. Benler için ilerlemek bazılarının hoşuna gitmese de, onların gönlünü hoş edebileceğim bir dünyayı küçükken çizmiştim evin bahçesine. Hani şu, her Pazar mangal keyfi yapılan, çocuk seslerini ve onları uyaran, gölgede uyumaya çalışan dedelerini, mangalın başında sinekleri kovmakla kağıdı sallamak arasında kalmış cızbız mühendislerini, kames topla yakan topları, suda yüzen karpuzları, dibe çöken biraları, ortamdan medet uman uyanık arıları barındıran evlerin bahçeleri. Biraz ötesinde filesiz potasıyla çakma basketbol sahasında; kısa boyluyum diye beni katmadıkları basketbol maçlarının oynandığı asfalt zeminde, tebeşirle sınırları çizilmiş dünyamı görebilirdiniz. Her hafta silinen tebeşir izlerini, sınıftan aşırdığım tebeşirlerle tazelerdim.

pofuduk bulutlar
pofuduk bulutlar

İçine geçer, güler yüzlü gökyüzüne ve pofuduk bulutlarına bakardım. Bir keresinde öyle kaptırmıştım ki kendimi, komşu çocuklarından birinin fırlattığı basketbol topu darbesiyle kendime gelmiştim. O darbe sonrasında beynim uğulduyordu, kulağımı ateş basmıştı. İçimdeki hiddet önlenemezdi. Hemen abimin yanına koşup durumu anlattım. Ardından konuyu aile meclisine taşıdım ve sınır ötesi operasyon için gerekli oy çoğunluğunu almaya çalıştım. Annem duruma çocuğun ailesiyle diyalog kurulmasını öneriyordu, babam da diyalogdan yana tavır takınınca operasyon hayallerim suya düştü. O gece, babam çocuğun hangi okula gittiğini söyleyip asıl niyetini belli etti. Sabah uyanır uyanmaz, o okula gittim, yolda ilk bireysel silahım için gerekli olan malzemeleri aldım. Bir balon, kolay kolay kopmayan lastik ve kola şişesinin ağız kısmı. Balonun gereksiz kısmını kesip, kola şişesinin ağzına geçirdim. Lastikle balonu bir güzel sıkıştırdım. Silah hazırdı. İçine çam ağaçlarından topladığım sert kurşunları yerleştirdim. Ve okul kapısına pusu kurdum. Çocuğu kapıda görünce aralıksız attığım birkaç kurşun darbesinden sonra, üstüne çullanıp hıncımı aldım. O günden sonra bahçemize gelmedi, operasyon başarıyla tamamlandı.