bildirgec.org

tolstoy hakkında tüm yazılar

Tolstoy’un ölümsüz eserinden; War and Peace (1956)

queennothing | 26 November 2010 18:05

Leo Tolstoy‘un başyapıtı “Savaş ve Barış” adlı romanından uyarlanan sinema filmi “War and Peace“, 1956 senesinde vizyona girdi. 1982 senesinde hayatını kaybeden yönetmen King Vidor‘un yönetmenliğini yaptığı filmde Oscar Ödüllü aktör Henry Fonda, 1993 senesinde hayatını kaybeden Belçikalı aktris Audrey Hepburn, İtalyan aktör Vittorio Gassman, Mel Ferrer, Herbert Lom, Oskar Homolka, Barry Jones ve İsviçreli aktris Anita Ekberg rol alıyor. Biri ‘En İyi Yönetmen’ olmak üzere üç dalda Oscar adayı olan filmin senaryosu 8 kişi tarafından oluşturuldu. 6 Milyon Dolarlık bütçeyleçekilen film, ülkemizde 1958 snesinde vizyona girdi.

Fransız Devrimi’nden sonra, 1812 senesinde Napolyon Bonapart, Avrupa’nın korkulu rüyası haline gelmişti. Napolyon’un gücünden çekinen Avrupa ülkeleri arasından bir İngiltere, bir de Rusya güçlü ve etkin direniş göstermekteydi. Film, savaşın başlangıcını, savaş sürecini ve bu süreçte askerlerin ve sivillerin cephesinde neler olup bittiğini anlatıyor.

The Last Station (Aşkın Son Mevsimi) – 2009

calemityjane | 01 September 2010 10:12

Michael Hoffman’ın yönetmenliğini ve senaristliğini yaptığı filmde ünlü Rus yazar Tolstoy’un hayatı anlatılıyor. Jay Parini’nin yazdığı kitaptan uyarlanan film, kitapta ki 6 farklı karakterden biri olan Valentin’in bakışından anlatılıyor. Tolstoy’un hayatına asistanı olarak giren Valentin, Tolstoy’un fikirlerine inanıp, müthiş bir saygı gösterse de; Tolstoy’un eşi Sofya’ya da hak vermekten geri duramıyordu. Sofya diğerlerinin aksine kocasını bir ilah gibi görmüyordu. Eşinin fikirlerine saygı duysa da çocuklarının mirasının dağıtılmasını istemiyordu. Bunun için kocasına fazlaca muhalefet yaptı. Fakat başarılı olamadı. Tolstoy tüm mirasını dağıttı ve karısının muhalefetinden uzaklaşmak istedi. Bunun için bir gece yarısı kızı Sasha ve yakın arkadaşı Vladimir Chertkov ile yolculuğa çıktı. Fakat artık yaşlanmış olan Tolstoy, kötü yolculuk koşullarına daha fazla dayanamadı ve hastalandı. Hastalığı iyice ağırlaşınca bir tren istasyonunda durdular. Bunu duyan insanlar bu tren istasyonuna akın ettiler. Tabi ki kocasını delicesine seven Sofya da bunu öğrendiğinde hemen kocasının yanına gitti. İlk önceleri Tolstoy ile görüşmesine izin verilmedi. Fakat ölüme iyice yaklaşan Tolstoy karısını sayıklamaya başladığında görüşmesine izin verdiler. Sonrasında Tolstoy eşinin kollarında hayata gözlerini yumdu.

İçimden gelenle..

pillibebekkuyuda | 27 July 2010 16:01

Aşkın tanımını, yapamıyorlar, sevgilim.
Onlar bilmiyorlar, dalga geçiyorlar.

Şu an piyanomun başındayım.
Kendini kaybeden piyanistin, delirişlerindeyim.
Biliyorum ki salonum loş ama yeterince geniş.
Bana yaklaşıp uzaklaşmalarında anlatıyorum aşkı..
Kırmızı elbisem ve siyah ayakkabılarımın,
Bana cesaret veren büyüsündeyim.
Kollarına aldığın, tül bebeğim ben,
Dudaklarında gül yaprağı,
Kalbi ellerinde kalmış, kül bebeğim ben..
Sıkıca içine bastırdığın duyguların ani çıkışlarıyım.
Önce derinden bir iç çek sevgilim, son ayrıldığımız yerde,
bu yüzden, yok edercesine öpüşlerim.
Sana el sallarken ben,
Aslında gittiğim her yerden yine sana kaçışlarım,
Telefonum her çaldığında, sana açışlarım..
Bir aşk var ki tarif edemediğim,
Bir kadının nefretiyle savrulan evliliğinin gölgesindeyim.
Beni seven adamın, her gül buketinde
göz kapatışlarım..
Bir aşk var ki sevgilim,
Sana sakladığım, kendimde değilim.
Öyle bir aşk ki,
Piyanoyla olmadı
Akordiyonla anlatayım..
Bu yüzden, direk direk bakışlarım,
Kesik kesik adım atışlarım,
Bilinçsiz savruluşların,
Nota unutuşlarıyım.
Konmayı beceremeyen,
Kelebek uçuşlarım,
Bu yüzden ömrüm bitmeden yok oluşlarım.
Bir ceylan sıçramasında uyanışlarım,
Senle sarhoş hıçkırışlarım.
Bir aşk var ki sevgilim içimde,
Her patlayan şampanyanın kapağındayım.
Şerefine çalınan tek bir Cumparsita yım..
Verdiğim nefesi, içine çek sevgilim,
Orası benim ebedi yerim.

Anna Karenina (1997)

queennothing | 11 December 2009 09:53

Rus Edebiyatı’nın güçlü isimlerinden Tolstoy‘un ölümsüz eseri “Anna Karenina“da işlediği ‘Anna’, bir anne, bir eş, bir sevgili ve saygın bir kadın olarak ‘hayali kadın karakterler’ arasındaki yerini almıştır. Rus Edebiyatı’nın bu güzide eseri, bir İngiliz olan Bernard Rose tarafından 1997 senesinde “Anna Karenina” adıyla beyazperdeye aktarıldı. Fransız aktris Sophie Marceau‘nun başrolünde yer aldığı filmde İngiliz aktör Sean Bean, bir çok yapımda yardımcı rollerle karşımıza çıkan aktör Alfred Molina, 1939 doğumlu İngiliz aktör James Fox, Kanadalı aktis Mia Kisher ve İtalyan aktör Danny Huston rol alıyor.

Sıradan ve kendi deyimiyle ‘basit’ bir adam olan Levin, ilk görüşte aşık olduğu Kitty’e evlenme teklifinde bulunmaya karar verir. Lakin genç kadının kalbi, yakışıklı, zengin, temiz bir itibarı Vronsky’e aittir. Kitty ile ilgileniyormuş gibi görünen genç adam ise Anna Karenina ile tanışınca tüm dünyası bir anda değişir. Hayatında ilk defa aşık olan Vronsky, evli olan Anna’dan vazgeçmeye pek niyetli değildir.
Bir oğlan çocuğu sahibi olan Anna ise, Vronsky’i reddetse de zamanla kalbini genç adama kaptırır ve gelecekte şiddetli bir sarsıntı yaratacak olan o meşhur ‘yasak ilişki’ başlamış olur.

Romanda Teknik Unsurlar 1 :Bilinç Akışı

kahvekokusu | 28 November 2009 12:42

www.kafehaber.com/?mxz=KA&kid=118
www.kafehaber.com/?mxz=KA&kid=118

Sanat eserlerinde anlatılacak şeyden çok anlatım biçimi önemlidir. Çünkü biçim anlatılacak olan konuyu, felsefeyi, mesajı okuyucuya ulaştırmada en önemli vasıtadır.
Romancı eseri ortaya koyarken anlatmak istediklerini en etkili biçimde okura sunabilmek için bir takım anlatım tekniklerine başvurur. Bu teknikleri yalnızca yazarın bilmesi yeterli olmaz. Okurun da bundan haberdar olması gerekir ki yazarın ne yapmaya çalıştığını kavrayabilsin. Anlatım tekniklerini bilmeyen bir okur yeterince sağlam bir okuma elde edemez ya da çoğu zaman okuduğumu anlamıyorum hissiyle kafası karışır. Günümüz romanları eskiye oranla çok daha karmaşık bir yapı barındırır. Ancak anlatım teknikleri romandan çekip çıkarılacak olsak geride ya bir psikoloji ya bir sosyoloji ya da salt bir tarih kitabı kalırdı. Bu nedenle bilinç akımı tekniğinden başlayarak anlatım tekniklerine değinmek istedim. Bilinç akımı esasında psikoloji biliminin romana bir armağanıdır. Önceleri psikolojiye ait bir terim olup roman sanatının gelişimiyle yazıya intikal etmiştir.
Bilhassa insanı ve iç dünyasını ele alan eserlerde ya da psikolojik romanlarda insanı en doğal haliyle karşımıza çıkarmayı planlayan romancı bilinç akımı tekniğine sık sık başvurur. Peki, nedir bilinç akımı ya da bilinç akışı? Bilinç akımı roman kahramanının zihninden geçenlerin aralıksız, seri halde bir iç konuşma şeklinde okura verilmesidir. Bu teknik kahramanın kafasından geçenleri okurun adeta izlemesini sağlar. Hiçbir gramer kuralı sentaks, yapı vs. gözetmez. Yazar, bu tekniğin kullanıldığı yerlerde imla bile gerek duymadan hiçbir noktalama yapmadan akış buyunca ahengi bölmeden, kahramanın zihnini ortaya döker. Bu uygulamanın en kapsamlı ve ilk kabul edilebilecek örneğini Joyce’un Ulysses romanında kullanılmıştır. Yazar 45 sayfalık bir bölümde bilinç akışı tekniğini kullanırken hiçbir noktalamaya yer vermez. Çünkü zihnin imlası yoktur.
Bilinç akımı romanın niteliğini etkileyen en önemli tekniklerden biridir. Bu tekniğin kullanıldığı romanlarda psikolojik bir derinlik mutlaka vardır ve kahramanın ne yaptığından çok ne düşündüğü vurgulanır.
Bilinçaltından geçenlerin yazıya aktarılması özel bir dil kullanmayı gerektirir. Bu nedenle de çoğu zaman kendi kendimize ne denmek istiyor? Gibi sorular sormamız kaçınılmazdır. Ancak eline bir kâğıt ve kalem alan okur sadece zihninden geçenleri, üzerinde durup düşünmeden yazıya dökecek olursa yazarın yaptığına yakın bir deneyim elde etmiş olacaktır.
Bilinç akımının psikolojik bir boyutu olduğunu söylemiştik. Bu nedenle zihinden anlık geçen düşünceler ya da kelimeler çoğu zaman bir imaj ya da sembolün ardına saklanmış olarak da ortaya çıkar. Bu semboller ise romanda daha evvelden anlatılmış bazı konuların zihinde yeni bir şekle bürünmesinden başka bir şey değildir.
Dünya ve Türk edebiyatında sıkça kullanılan bu teknik özellikle post-modern romanda daha dikkat çekici bir boyuta ulaşır. Tolstoy-T. Mann-Proust-Faulkner-Joyce-V. Woolf gibi romancılarda en fazla kullanılan tekniklerden biri olmuştur. Türk edebiyatında ise Oğuz Atay- Tutunamayanlar, Peyami Safa- Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, Adalet Ağaoğlu- Romantik Bir Viyana Yazı örnek verilebilir.
Konunun daha anlaşılır olması bakımından Romantik Viyana Yazı’ndan kısa bir bilinç akımı paylaşalım:
“…E peki küvet boş mu temiz mi ip orada mı yoksa başka yere gitti mi lafa bak uçak kaçtı olur mu taksi parası yok diye dönmüş geri hani ne oldu komşu havaalanındaydı hani ben sana söyledim bunlar çekmez yolun altında silkeleyiverirler dedim şimdi yeni bir bilet alması gerekecekmiş Bülent’in plak sabun paralarını da çaldırdım artık siz ödersiniz değil mi Hoca somon füme seviyor boş ver bir duş alırım sonra…”

Erkekleştirilmiş Kadın Yazarlarımız

mehmetbastug94 | 15 October 2009 17:07

Ünlü yazarlarmızın eşleri, kardeşleri, ablaları ve hatta anneleri…

Onların çoğu 18.yy a kadar rahat yazamıyorlardı.

Yazmak erkek işiydi.

Fuzulinin bacısı, Tolstoyun karısı ve daha yüzlercesi.

Neden her biri yazdıklarını gün ışığına çıkaramıyordu dersiniz?

Fuzulinin bacısı bir gün yazdıklarını abisine gösterir.
-Bunu bana komşunun oğlu verdi. Bir göster bakalım abine bende iş varmıymış diye sor dedi?
Fuzuli okur ve cevap verir
-Bu genç işlenmesi gereken bir maden. Söyle ona yarın yanıma uğrasın” der..

haftanın sözü-8-

| 04 April 2009 12:14

www.frmtr.com/
www.frmtr.com/

“Neşelenmek, içimizdeki toplanan zararlı birikintileri dışarı atmaktır.”
Kemal B.velioğlu…

Ne güzel söylemiş sayın yazar; hakikaten neşelendiğimiz zamanlar, içimizdeki tüm stresi ve hüznü veya biriken acıları bir nebze olsun dışarı atarız. Bir süredir stres yoğunluğu içindeydim. Bu yoğunluğu atmak için eğlence amaçlı bir tatil yaptık; baya neşeli geçti tatilimiz, döndüğümde epeyce zararlı birikintilerimden kurtuldum diyebilirim. Ta ki yeni birirkintilere kadar…

Molokanlar- Komünist Dinciler *

nevdalist | 18 February 2009 11:14

Molokan Ailesi
Molokan Ailesi

Rusya’da doğmuş benim dedemin dedesi. Bense Kars’ta doğdum. Kars dedemin göç ettiği zamanlar Ruslar’ın himayesindeymiş. Ben doğduğumda ise Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeydi. Memleket aynı, yönetim ve insanlar farklıydı sadece. Benim doğduğum yıl çok kar vardı. Kar, bu bağlamda Rusya’ya benziyordu. Ama anavatan dedikleri Rusya’da kar yağınca hayat durmaz. Kars’ta ise durur. Yıllardır Karstayım. Tek bir kimse sormadı, kimsiniz diye. Sonra Tarık Akan geldi, yeni filmi için. Bir Molokan’ı canlandıracakmış. Bir anda bakışlar bize çevrildi. Kimdik, Russak burada ne arıyorduk? Sorular artıkça yeniden ulaşımın kesildiği, hayatın durduğu ana dönmek istedim. Orhan Pamuk ile başladı, Kars furyası. Kars artık sineması olmadan film festivali yapılan şehir değil; Kars tarihin beşiği. Konumuz Kars değil, konumuz benim ve ailemin hikayesi. Anarşistik, deli doluyduk, Rusya’dan sürülünce en yakın ve en benzer olan şehre Kars’a geldik. Kimileri ise bizi çok sevdi. Lev Tolstoy onlardan biridir. Bize olan sempatisini her yerde haykırdı. Bizimle dayanışmak için kitabının teliflerinden verdi ve kampanyalar düzenledi. Ama yine de olmadı. Dünyanın dört bir yanında yaşayan, komünist özellikler taşımasına rağmen dindar olan, sürgünlerle geçen bir ömür süren, vatansız bir ulusuz.

İNSAN BİLMECESİ…

| 19 December 2008 18:51

İnsan nasıl bir bilmecedir ki hala oluşumu net ve kesin olarak çözülememiştir. Yüzyıllardır hatta milyon yıldır çözüme kavuşamamış bir bilmecedir. Dünyadaki tüm canlılar içinde önemli ve ayrıcalıklı bir varlık olan insan, en büyük ayrıcalığı ile gelişmiş zihni, dil ayrıcalığı ile konuşma yeteneğinin oluşturduğu kültürü ve biyolojik özellikleriyle kendisini diğer canlılardan ayırır. ama en nihayetinde hayvanlar âleminin en üst üyesidir. Nitekim bilim adamları insanı, memeli hayvanların en gelişmiş grubu olan primatlar (Primates) takımı içinde maymunlarla birlikte eşleştirerek, sınıflandırmışlardır. dallara tutunarak ve ağaçtan ağaca atlayarak yaşayan bu hayvanlar, zamanla bir takım değişiklikler geçirmeye başlamış. bu hareketler esnasında uzaklığı daha iyi kestirebilmeleri için, gözler yüzün ön kısmına doğru yaklaşmış. İnsanın en yakın akrabası olan maymun, ağaçlardan iner ve birkaç adım atmasını öğrenir. derken bilim adamlarının teorileri ortaya çıkar. (BKZ. EVRİM)
Dryopithecus cinsi olarak adlandırılan 22 yıllık ilk insanımsı maymun fosilleri, Doğu Afrika’da bulunmuştur. Hindistan’da bulunan insana ait en eski fosil ise 16 milyon yıllıktır.