bildirgec.org

sevda hakkında tüm yazılar

yaşam, gerçek ve kabullenmek kavramları

astral | 16 November 2009 16:00

Yaşam ağır bir gerçek. Önceki enkarnelerinden topladığın bir iz.

Taşıyabilene ne ala. Gerçek, öncelikle kabullenmek içindir ki; bazen en ızdırap verici olan da budur.

İddia ettiğim her şey yalan. Bu böyle olur mu hiç dediğim her şeyde gördüm ki, durum hiç de öyle değilmiş. Biliyorum dediklerim komple palavra çıktı. Ben yanıldım. Dünyaya karşı atıp tuttum, tükürdüklerimi yaladım. Komple ziyanmışım.

bir pazar, sıradan ve dokunaklı kaygısı taşımadan; öylesine bir pazar…

astral | 16 November 2009 15:04

Son söz uçtu.
Yıllar önce bir kırlangıç konmuştu pencereye yalanmış, rüyaymış…

Düştü pencereden bir kadın. Miyavlayan ve başka şey bilmeyen bir kedi sırnaşarak, sürünerek ahşap sehpanın altına sokuldu, mutlu dünyasını herkese göztermek istercesine…

-Bugün şarkılar çalınmıyor farkettin mi?
-Tabii fark ettim, bugün bizim evlilik yıldönümümüz.
-Ne kadar espritüelsin.
-Hadi kahvaltı yapalım.
-Canım istemiyor.
-Canının istediği birşey var mı?
-Canımın neyi istemediğini söyleyebilirim.
– Neymiş o?
-SEN.

farkında mısın?

sonbahar kizili | 10 November 2009 16:11

Hiçbir şey eskisi gibi değil artık
Ne sen sevdaya kuruyorsun saatleri,
ne ben aşka uyanıyorum.
Günaydınlar yollamıyorsun güneşle,
telefonum çalmıyor sabahın yedisinde.
Bilmediğim bir yalnızlıkta
her şeyi biliyor gibi yaşıyorum.
Üstüme saldığın hüzünlerin
adını ayrılık koyuyorum olmuyor.
Gitmekle kalmak arasında bir yerdeyim
Yavaş yavaş kopuyoruz farkında mısın?

Azaldı telefonlarımın çalışı
ve daraldı vakitler.
Konuşacak şeylerimiz mi bitti
yoksa konuşup ta çözemediklerimiz mi sıktı canımızı?
Dert ortağın değilim artık,
kader arkadaşın hiç değilim.
Bana anlatmıyorsun canını ne sıkıyor,
ne daraltıyor içini.
Beni, bana şikâyet edemediğin için mi?
bütün susuşların.
Gülüşmelerimizin yerini derin bir sessizlik aldı şimdi
Bitti mi anlatacaklarımız?
Yavaş yavaş kopuyoruz farkında mısın?

NEFESİ TÜRKÜ KOKAN YARİM

kahvekokusu | 05 November 2009 14:34

Biri vardı… Uzak dağ köylerinin serinletici poyrazıydı nefesi… Başım her derde düştüğünde derdin derdimdir, demesini sevdim.
İğde ve çam ağaçlarının rayihası dolarken havaya, ben onun kokusunu duyardım kaç kilometre öteden…

Gözleri gözlerime değdiğinde ruhum muydu eriyen? Ben O’nda eriyip O’nunla birleşmeyi sevdim…
Korkmazdım O yanımdayken engebelerden, uçurumlardan, derin mavilerden…
Aşkıyla hemhal olmuş kalbime güveni de sunmasını sevdim…

Sevmek Düşmeden Uçmayı Bilenlerin Marifeti

kahvekokusu | 30 October 2009 09:41

Kendi yağmurunda ıslanır şehir
Yüzüm kendi yağmurunda yıkanır..
Her aşk kendine büyüktür
Ve her ayrılık kendi yalnızlığını tanır…

Gel..desen, yalınayak
Kızgın sahralardan, harlı yollardan geçerek gelirdim sana…
Gel! Desen
Düşmekten korkmadan,
Kırık kanatlarımla, uçarak gelirdim sana…
Yüreğimde bin kamyon yükü sevda
Uykusuz gecelerimi nevbetlere devredip
Yıldızlardan sızan bir ziya gibi
İcabet ederdim çağrına
Oysa ne “gel” dedin ne de geldin.
Ey hüznümü umuduna çözdüğüm sevda!
Kaybetmek bulanlara mahsustur
Ben seni hiç bulmadım ki….

akşam, bir koku ve melankoli

astral | 14 September 2009 09:11

Bağışlanan yazıtlar sundum akşam üstleri… Söz hep edimden sonraydı ya, o edimleri deli gibi özlüyorum desem; anlatmaz, anlatmaz kederimi…

Sen benim gibi çıldırmıyorsun bensizliğe. O zaman beni, benim seni sevdiğim kadar sevmiyorsun. Bu daha da zor kılıyor dünyayı.

Dinle akşamlar konuşuyor, sevgilim. Rüzgarın sesi tenime dokunuyor, aynı rüzgarı sen hissediyorsun. Bu denli yakın olup,bu denli dokunamamak… Kederin adı işte bu.

Bildiğim kelimeler valizini toplayıp arabaya bindi. Şimdi kelimesiz bir şehirde kendimi nasıl anlatsam diye düşünemiyorum dahi. Çünkü kelime olmayınca içimdekini nasıl tanımlayacağım. (Sanırım bu söylediğime yapısalcılıkta Strauss, ‘Evet’ derdi. Bir parça yapısalcı mıyım, neyim? Zaten bazen çok katı görüşlü bulmuşumdur kendimi…)

gecenin ahengini çılıçırpıyla kovalayan yaşlı adam edasıyla arıyorum, anıyorum şimdi yağmuru bir anıyı ve tılsımı

astral | 28 August 2009 11:31

Yürüdüğüm sokaklara bakıyorum. Gözleri olup da görmeyen insanlara… Ben miyim deli, bunca güzelliği fark eden? Yağmur yağıyor, bir ağaç sırılsıklam. Sonbahar. Ağacın yaprakları sonbaharın renkleriyle prenses olmuş, düş kuruyor; o yağmurda. Ağacın üzerinde bir sokak lambası. Sokak lambasının ışığı yağmurda kırılıp ağacı aydınlatıyor, gecenin lacivertinde.O gece ki, tanrının yarattığı en güzel sığınak. En güzel resim kimi zaman.

Düş bu, düşün…

Dar bir sokak. Bir merdiven, küçük taşlar, kenarlarda çiçekler ve ağaçlar var… Kimsenin olmadığı saatlere yakın. Şemsinin altına sığınan sevgililer, ağaç, ışık ve lambanın altına geldiğinde durur ve anı sonsuza taşırlar. O an ki, fark ederler. Aynı birbirilerine duydukları aşk ve hayranlıkla ağacına üzerine düşen yağmur damlaları içinde, yaprakların renginin ahengine kaptırırlar kendilerini ve tanrının en güzel tablosunu izlerler; gördüklerine şükrederek.

Yanında nefesini duyuyordu kadın, nefesi vardı, elini sımsıkı tutmuştu. Aşkı kalkıp, onun için 600 km’den -onun gözlerini görmek için- gelmişti. Anın sustuğu zamanlardandı. Bilmiyordu ki kadın, aradan on yıl geçecek ve o an aynı tazeliğinde duracak beyninde ve her yağmurda, her yağmurda, her ağacın altından geçerken ve ona ışık vurmuşken; o büyüyü hatırlayacak ve aslında büyüyü yaratanların kendileri olduğunu bir kere bir kere daha anlayacaktı. Bir iç çekecekti, derinden, iz bırakılmış, bir iç çekiş…

Zehr-i şehvet

astral | 28 August 2009 09:16

Şehvet ne kadar zehirli bir şehir? Hangi ruh buna dayanır, kaç ruh?
Kaç adam öldü bunun için?

Napolyon’un Josephine’e aşkı neydi?
Savaş dönerken kendinden bir önce bir askerle yollayıp okuttuğu şehvet iletileri neydi? Dünyayı kasıp kavuran adam bir kadının ruhunda esirdi ve esirliğinden de memnuniyeti dillere destandı.

Ya Ree, Salome ve Nietzsche üçgeni neyin tekerrür edişiydi zamanda- zindanda? Ki, zamanda kimi zaman bir zindan değil midir?

Ruh da öyle zindandır kimi zaman… O denli şehvetli gelir ki, tutsaklık; şehvetin d önüne geçer araç yerine amaç olur çıkar. Kişi her ne kadar kafası karışmış, bunalmış, on yedinci kattan her an aşağı atlayıverecekmiş ruh haliyle ortada dolaşsa da; aslında bilir ki, tutkunun kendisi aslında bu yaralı duruma asılı kalıyor olmaktır.

Mektup-3: İnceden Sevda

Kuduz maymun | 14 August 2009 09:41

Korkunç bir yanılgıyla kendimi aldatıp aldatmamış olduğumu düşündükçe hüznümün sınırı bulunamaz oluyor. Körolasıca gönlüm de avunamaz oluyor.

Ezelden hırpalanarak yaratılan kadının öfkelenmeye gerçekten de takati yok. O nasıl bir korkunç yanılgı olacak kimbilir. Çaresini nerelerde arayacağım kimbilir. Hangi şiir anlatabilecek halimi, merak ediyorum.

Sordum bir keresinde: “Hiç kalbin ince ince sızlayarak sevda çektin mi”, diye. Hayır, öyle bir duyguyu ömründe tatmamıştı.

aşkı yazmak

taha3045 | 24 July 2009 11:54

tüm yaşanmış,yazılmış,bitmiş aşklardaki kahramanlardan biriyim ben
hepimiz onlardan biriyiz
tüm doğuran kadınlar, tüm duygusal insanlar
kızlar,adamlar çaresiz,duygusal veya fettan
kim varsa yaşayan
tüm hikayelerin baş kahramanı onlar

daima bedel ödeyen
seven sevilen veya öyle oldugunu zanneden
geçmiş ve gelecek zamanlardaki tüm aşklardaki
gizli yada açık, hükümlü hükümsüz
sevmek hepsine dair

En güçlü imparatoru güçsüz kılan neyse
en basiretsizi tarihe geçiren de o
geçerli olanı yoksayan, en geçersizi geçerli yapan
kural tanımayan ve en sert kuralları koyan o
esiri en aydınlıkta hür eden de o
en özgür insanı tutsak kılan da..