bildirgec.org

rüya hakkında tüm yazılar

Çöl ve Kum

plakton | 13 March 2009 23:30

(*-Cevapsız kalmışlara...)
(*-Cevapsız kalmışlara…)

Nice zaman önce geçmiş kervanın, silik izlerini takip ederek geldim bu Han’a… Elimdeki kahverengine çalan yaprakları ve önceki okuyana ait, önemli paragraflarına notlar düşülmüş, içindeki yazılanlara inat, üç bilemedin beş solukta okuna bilecek bir kitapla. Son yolcunun bıraktığı izler, devrilmiş tabure ve tozlu masanın üzerinden gülümsüyor, gelmemden rahatsız olan şimdiki konuklar örümcekler ve fareler iyice uzağıma sinip hoşnutsuz gözlerle seyre koyuluyor… Neresi olduğunu sorma bana. Biliyor muyum sanıyorsun? Hiç bir şey bilmiyorum aslında. Neden bu çölde olduğumu, kaç zaman olduğunu yâda kaç yaşam daha göreceğimi mesela… Bilmiyorum. Bilmekte istemiyorum nasılsa…

Ah! Unuttum… Zamanın koyuluğuna, ağdalaşmış günlere ver unutkanlığımı, kusuruma bakma. Sana da “Merhaba” Dediğin gibi. Gitmedim aslında. Buralarda gibiyim. Belki de değilim. Yeni bir “ad” vermişler sana. Ben beğenmedim. Ama “Merhaba”n iyi geldi. Bunu rahatlıkla söyleye bilirim. Başka şeylerde söyleye bilirim sana. Bunca geçen zamanda merak ettiklerin, yâda sadece benim fikirlerim…

Anlık Bir Aşk

psikozy | 12 March 2009 13:18

Derin bir uykudayım sanki. Nasıl bir uykuysa, hiç uyanmamacasına kapatılmış gözler. Benliğinden bıkmış bir beden…

Toz ve duman yığınının arasında belli belirsiz seçiliyordu yüzü, ışıl azdı, daha da azaldı. Belki loş bir odaydı, belki alacakaranlık zamanında bir sahilin kenarıydı. Tatlı bir esinti alıp gidiyordu saçlarını. Ne uzundu ne de kısa ama dalgalandıkça titredim baktığım yerde.
Mağrur bir bakışla seyrediyordu gökyüzünü, belki de odadaki o muhteşem avizeyi. Yüzünde acı bir tebessüm vardı, çok merak ettim nedenini. Soramadım yanına gidip, ben yaklaşmak istedikçe dünya büyüyordu belki, belki de ben küçülüyordum olduğum yerde.
Sesleneyim istedim, o anda duydum o derin ve güzel melodiyi. Bir şarkı mırıldanıyordu, içten içe delip geçen beni. Çıkaramadım sesimi, hiçbir şey bozmamalıydı o ezgiyi.
Endamına hayran, izledim dakikalarca, saatlerce, günlerce, aylarca, belki bir ömür izledim…

KAYIP HAYALLER

admin | 06 March 2009 15:18

Öyle yakınsın ki bana,
Yüreğinin sıcaklığı ısıtır bedenimi.
Öyle sıcak ki yüreğin,
Güneş bile kıskanır, yakar gövdemi.

“Mesafe tanımaz” sevgimiz büyüdükçe
Yollar küçülmeye mahkum olur önümüzde,
Mahkum olur sevgi sözcüklerimizin altında ezilmeye.
Ve küçüldükçe yollarseni bulacağım karşımda.
Sıcak gülümseyişin ile umut dolu yüreğini.
Yanında, kayıp hayallerim olacak; senden ayrılırken yoldaki bir taşın altına sakladığım.
Ve sarılırken birbirimize
Güneş dostumuz, yollar düşmanımız olacak.

Dizüstü Mutluluk – Yalanmış!

admin | 05 March 2009 13:42

İşte o gün başladı herşey
Birgün kumdan bir şato yapmaya karar verdik seninle
Denize inat, rüzgara inat, kötülere inat…
Acelemiz yoktu hiç, çünkü sevgi kattık biz kumlara
Kimsenin gücü yetmezdi şatomuzun bir duvarını yıkmaya
Öylesine muhteşemdi ki şatomuz,
Öylesine büyüktü ki…
Herkez kıskandı şatomuzu, kimbilir kumsal bile…

Büyülü şatomuzda buluşmaya başladık seninle.
Hayallerimizi büyütürken dünyamızı küçülttük.
Öylesine büyüdü ki hayallerimiz, şatomuzun odalarını doldurdu.
Kapattık odaları birer birer hayal yüklü sandıklarla,
Bir gün açmak üzere…
Öylesine küçüldü ki dünyamız, kabına sığmaz aşkımız kumlara bulandı
Bir gün temizlenmek üzere…

Sayısal üstünlük

aggali | 14 February 2009 09:37

Seçim geliyoooor, kaçıııııın.

Son duydyğu feryat bu şekildeydi, seçmenin. SEçmek onun için artık bir görev değil eziyet olmaya başlamıştı.

“Seçmek ya da seçmemek” bütün mesele buydu belki de. Belki de konuya daha değişik yaklaşarak “seçilmek ya da seçilmemek ” olarak da bakılabilirdi.

Seçmen intiharın eşiğindeydi, kendi eğilimlerinin yansıtmayanların dayatmalarının yarattığı psikolojik ve psiko-genetik gerginliği nasıl giderebileceğini de bilmiyordu ki.

21’in 89’a üstün geldiği dönemleri gören biri olarak; şimdilerde 48’in 52’ye üstünlüğü onu fazla çileden çıkartmıyordu başlarda.

Ben Ne için(lere)…

| 11 February 2009 19:59

Kapı aralığında kalmış istekler, denize ulaşamamış hedefler, ertelenen duygular ve aman boş verler… Ne için? Her şey ne için?
Güneşin her güne yeniden misafir oluşu, mehtap ve deniz; bu güzellikler ne için? Yaşadığını sanmak mı? Yoksa yaşamak mı?
Ne için arkadaş? Sorular senin için mi? Yoksa benim için mi? Söyle aradığın aşkı buldun mu? Ne için buldun? Seviştin mi dorukta, ne için? Bulabildin mi tüm sorularının cevabını, ne için?
Böyle soruları eminim arkadaş çevreniz de veya başka çevreler de sormuş veya duymuşsunuzdur…
Sabahın dördü ve bu saate kadar dayanılmaz sorularla; dört arkadaş, inanılmaz bir çıkmazın içine sokuyoruz birbirimizi. Yaş 25’ti o gece ve yığınla sorularla uğraşıyorduk.
Birden aklıma gelmedi, geçmişteki o gece. Yine, o arkadaşlarla bir aradayız bu akşam. İnanılmaz bir şekilde aynı sorular dönüyor ağızlarda ve hiç bıkmadan cevaplanıyor, aynı repliklerle. Kaderden tutun da ölüm, aşk ve neler…

GÖZLERİ KAPAYALIM,YENİDEN DOĞALIM

il mare | 11 February 2009 18:24

Hadi biraz oturup tüm yalanlar arasından henüz doğmamış gerçeklerden bahsedelim.doğmaya yüz tutup yarıda bırakılmış,tamamlanmamış,kimi zaman fazla erken ve çoğu zaman da fazla geç bizi bulmuş ya da kendimizi, ellerimizi kollarımızı saklandığımız yerden sağa sola sallayarak zorla buldurttuğumuz bi dolu şeyden… Ya da yok yok… Bunlar her yerde…Güzel çirkin, verimli verimsiz ,doğru yanlış da olsa birşeyler her biyerde,dışarı çıktığımızda kollarımızla bir sağa bi sola itiştiriveriyoruz hepsini bu havuzda boğulmamak için,kalabalıklar her yerde… Biz iyisi mi bi dünya kuralım kendimize… 🙂 Ve önce bizi değiştirelim gene.

Günlükten-2-

| 20 January 2009 17:46

Öğlen oldu. Afyonum patlamadı, patlatsam ne olacak ki bugün kendime gelemiyorum. Yedi acı kahveden sonra yine tık yok, kafamı toparlayamadım. Toplasam ne olacak ki… İnsanlarla cebeleşiyorum ve hala kafamı toparlayamıyorum; bugün git yarın gel mi? Desem acaba, desem ne olacak ki… Gece gördüğüm rüya mıydı? Darmadağın oldum, bilemiyorum ki bilsem ne olacak ki…
Rüyamı çözsem mi? Acaba, evet evet rüyamı bilinç üstüne çıkarıyorum işte…

RÜYA TABİRİNDEN ANLAR MISINIZ?

keremx | 22 December 2008 14:39

RÜYA TABİRİNDEN ANLAR MISINIZ?

Bizden önce rüya vardı, desem, bana inanır mısınız ? Dünya var olmadan önce yaşamın bir rüya gibi olduğunu düşünüyorum. Yaşamdan önce var olduğu gibi yaşamdan sonra da devam edecektir bu düş. Yaşadığın düş müdür, gerçek midir, bilemezsin?

Yusuf Peygamberden beri rüyanın bir ilim olduğunu, bilirim. Yine bilirim ki; rüyalar geçmişten izler, gelecekten işaretler taşır. Rüya bir sırdır bilirim. Herkesle paylaşılmaz. Bu sebeple gerçek hayatta rüya tabiri de yaptığımı bilen çok azdır.

SÜRREALİZMİN DAYANILMAZ İTİCİLİĞİ…

| 21 December 2008 12:19

SÜRREALİZMİN DAYANILMAZ İTİCİLİĞİ…
Boş bir sandalı dolduran gölge, ben miyim? Etraf zifiri karanlık ve sadece mehtabın yansıması ile ağaçların gölgesinde, sakin akan bir nehirde yol alıyorum. Puslu havanın sis dalgaları üzerime gelirken, nehir hızlanıyor ve küreklerin ağırlığı ellerime çöküyor, acıyor ellerim, çok acıyor. Kabaran nehrin sularında boğuşan pençelerimi artık hissetmiyorum. Beynimde çınlayan, göğün haykırması mı yoksa şelalenin gürlemesi mi, ayırt edemedim. Hiçbir şeyi ayırt edemiyorum, nehrin ejderha gibi dalgalarıyla kayalıklara çarpan sandal, yolun sonuna geliyorum. Birden bir ışığın belirmesi ile küçücük bir çocukken yaptığım resimlerdeki güneşin içinden geçiyorum, güneşin kavurucu sıcaklığı buz gibi olan yanağımı yakıyor. O da ne okyanusun tam ortası, nasıl geldim ben buraya derken sandal su alıyor. Masmavi bir su sızıntısı doluyor ayaklarımın altına ve ben yine üşüyorum. Kurtulmak için koyu maviye bakarken dipte beliren devasa gölge, soğuk okyanus sularını yüzüme çarparak bana bakıyor. Üç kollu, dişleri öne doğru ve yedi boynuzlu kamburumsu sırtı olan yaratık. Birde ortalık siyah beyaz kesiliyor gözüme ve gözlerim tabiri caiz ise yuvalarından çıkıyor, zıplıyorum ve birden açılan gözlerimle etrafa bakınıyorum. Kaybolmuştu yaratık, sağıma baktım birde soluma, kimseler yoktu etrafta. Bir oh çeken ben! sanki karşıki dağlar beni duyacak derken arkamdan gelen gürlemeyi duymuyorum, hayır duymayacağım. Dönemiyorum arkamı, bende tık yok, “nutkun mu tutuldu” diyeceksiniz ama tutulmamış, aniden dönecekken omzuma dokunan bir el üzerime doğru eriyor. Fakat dokunan el o kadar yumuşak ki bu yaratığın eli olamaz diye düşünüyorum. Birden gerçekten fal taşı gibi açılan gözlerim kapkaranlık odanın içine bakıyor. Yine mi diyecektim ki, “susadım” diyen bir sesle irkildim…

Evet, bu bir rüya idi, ama gördüğüm değil, yazdığım bir rüya.
Siz, hiç görmeden rüya yazmayı denediniz mi?
Hayata, hiç Sürrealist yaklaşanlardan oldunuz mu?