bildirgec.org

kişisel hakkında tüm yazılar

güneş, ay, sorgu sual ve ötesi…

astral | 14 September 2009 13:32

Gece ve gündüzün ruhu kadın erkek gibi farklı. Ay ve güneş. Gündüz işe sarpa sarmış, düşünemeyiz iç dünyamızı. Oysa ay… Ay dipten derinden etkiler. Esir alır, düşündüklerini değil düşünmediklerini dahi ele alırsın. O seni alır. Debelen dur. Zaman durmaz, akmaz; oysa saatler geçmiştir.

Gündüz işte saate bakarsın, akşam ne çabuk geçti dersin. Gündüz iş yaparsın. Kalp, rötarlı bir saat misali kapıda miyavlar usulca… Oysa akşam saatleri başladı mı, kapı ağır ağır açılır… Dökülür yaşananlar, acılar, bohçalar, keder, umut, olan ve olmayan/ olmayacak olanın kederi ve bunu bilmek gene de istemek bir yandan da… İşte akşam bir yandan ateştir. Yakar. İster sıcağında ister cehenneminde… Ruhun neye uygunsa çekip çevirir. Bazen akşam olmasın dersin. Çünkü dünya üzerine akar, yanıt veremezsin, onca soruya/ sorguya…

akşam, bir koku ve melankoli

astral | 14 September 2009 09:11

Bağışlanan yazıtlar sundum akşam üstleri… Söz hep edimden sonraydı ya, o edimleri deli gibi özlüyorum desem; anlatmaz, anlatmaz kederimi…

Sen benim gibi çıldırmıyorsun bensizliğe. O zaman beni, benim seni sevdiğim kadar sevmiyorsun. Bu daha da zor kılıyor dünyayı.

Dinle akşamlar konuşuyor, sevgilim. Rüzgarın sesi tenime dokunuyor, aynı rüzgarı sen hissediyorsun. Bu denli yakın olup,bu denli dokunamamak… Kederin adı işte bu.

Bildiğim kelimeler valizini toplayıp arabaya bindi. Şimdi kelimesiz bir şehirde kendimi nasıl anlatsam diye düşünemiyorum dahi. Çünkü kelime olmayınca içimdekini nasıl tanımlayacağım. (Sanırım bu söylediğime yapısalcılıkta Strauss, ‘Evet’ derdi. Bir parça yapısalcı mıyım, neyim? Zaten bazen çok katı görüşlü bulmuşumdur kendimi…)

azar işitmek istiyorsan

astral | 08 September 2009 15:43

Dün, bugün, yarın… Dün hiç bitmeyecek. Yarın hiç gelmeyecek ve bir o kadar da, içimize bir şehir kurup bekleyecek öylesine. Şu an mı, o kim? Tanıyanınız var mı? Sorup soruşturdunuz mu? Tanımadıklarınıza bulaşmamanız gerektiğini söylemedi mi anneniz? Bana söyledi, ben de o yüzden bulaşmıyorum. Ne olmaz ne olmaz. Buralarda gelecek de gelecek midir acaba diye sorular sorulmaz çok ayıptır, çok.

Azar işitmek istiyorsan, yeni silinmiş beyaz bir koltuğa çamurlu, kirli pantolonunla oturmana gerek yok. ‘Sadece gelecek nedir? Ben geleceğe gidiyorum.’ gibi anlamsız sözcükler söylediğinde; annenin seni -en yalın silah aleti olan- süpürgeyi alıp eline kovaladığını hayal etmek zor değil ya da bu kasabada en çok uygulanan –süpürgeden oldukça etkili bir ceza olan- ayaklarından halatla sıkı sıkıya bağlanıp siyah, beton ve pas kokan, dipsizmiş gibi duran kuyaya sarkıtılmak olacaktır.

İşte çivit mavisi insanının sıradan sorunları:

astral | 01 September 2009 09:40

Gün akar. Gün coşar. Gün zamandır. Gün ki, gülüp geçemediğin günler olur. Gün olur vurursun kendini sokaklara, kendini unutmak istediğin anlara imza atarsın. Başka bir gezegene gitmeyi ve orada kimsenin tanımamasını fayda olarak gördüğün durumları deneyimlemek istersin beyninin/ ruhunun içinde.

Gün olur anı unutmak istesin, an olur; yaşamak değil yaşıyor olmak saydığın. Yaşamayı istediklerini yaşamaktır arzun, kederin. An olur bir okyanusa bakar bulursun gözlerini, uzaklara dalar tüm anların, bir yandan da uzak ne henüz bilmezsin. Belki uzağı bilmemek, bulunduğun her yeri uzağa dönüştürendir. O ki, kendine de uzak olursun, bir bakışa da, bir gülüşe de belki de…

gecenin ahengini çılıçırpıyla kovalayan yaşlı adam edasıyla arıyorum, anıyorum şimdi yağmuru bir anıyı ve tılsımı

astral | 28 August 2009 11:31

Yürüdüğüm sokaklara bakıyorum. Gözleri olup da görmeyen insanlara… Ben miyim deli, bunca güzelliği fark eden? Yağmur yağıyor, bir ağaç sırılsıklam. Sonbahar. Ağacın yaprakları sonbaharın renkleriyle prenses olmuş, düş kuruyor; o yağmurda. Ağacın üzerinde bir sokak lambası. Sokak lambasının ışığı yağmurda kırılıp ağacı aydınlatıyor, gecenin lacivertinde.O gece ki, tanrının yarattığı en güzel sığınak. En güzel resim kimi zaman.

Düş bu, düşün…

Dar bir sokak. Bir merdiven, küçük taşlar, kenarlarda çiçekler ve ağaçlar var… Kimsenin olmadığı saatlere yakın. Şemsinin altına sığınan sevgililer, ağaç, ışık ve lambanın altına geldiğinde durur ve anı sonsuza taşırlar. O an ki, fark ederler. Aynı birbirilerine duydukları aşk ve hayranlıkla ağacına üzerine düşen yağmur damlaları içinde, yaprakların renginin ahengine kaptırırlar kendilerini ve tanrının en güzel tablosunu izlerler; gördüklerine şükrederek.

Yanında nefesini duyuyordu kadın, nefesi vardı, elini sımsıkı tutmuştu. Aşkı kalkıp, onun için 600 km’den -onun gözlerini görmek için- gelmişti. Anın sustuğu zamanlardandı. Bilmiyordu ki kadın, aradan on yıl geçecek ve o an aynı tazeliğinde duracak beyninde ve her yağmurda, her yağmurda, her ağacın altından geçerken ve ona ışık vurmuşken; o büyüyü hatırlayacak ve aslında büyüyü yaratanların kendileri olduğunu bir kere bir kere daha anlayacaktı. Bir iç çekecekti, derinden, iz bırakılmış, bir iç çekiş…

Zehr-i şehvet

astral | 28 August 2009 09:16

Şehvet ne kadar zehirli bir şehir? Hangi ruh buna dayanır, kaç ruh?
Kaç adam öldü bunun için?

Napolyon’un Josephine’e aşkı neydi?
Savaş dönerken kendinden bir önce bir askerle yollayıp okuttuğu şehvet iletileri neydi? Dünyayı kasıp kavuran adam bir kadının ruhunda esirdi ve esirliğinden de memnuniyeti dillere destandı.

Ya Ree, Salome ve Nietzsche üçgeni neyin tekerrür edişiydi zamanda- zindanda? Ki, zamanda kimi zaman bir zindan değil midir?

Ruh da öyle zindandır kimi zaman… O denli şehvetli gelir ki, tutsaklık; şehvetin d önüne geçer araç yerine amaç olur çıkar. Kişi her ne kadar kafası karışmış, bunalmış, on yedinci kattan her an aşağı atlayıverecekmiş ruh haliyle ortada dolaşsa da; aslında bilir ki, tutkunun kendisi aslında bu yaralı duruma asılı kalıyor olmaktır.

requem- dua

astral | 24 August 2009 16:19

Requem- filozofumdu. ‘Var mı böyle biri, gerçek mi acaba?’ dediğimdi…

Sebep benim, kalmasına da gitmesine de.

Tanıdığım ilk gün -deli etkilendik.- O etki büyü gibiydi. Gitti, aradan iki yıl geçti. Etkisi azaldı, bitti hatta desem; yalan! Yok öyle birşey.

Sanki kopmadık. Sanki parçalanmadı, evrende atomlarımız farklı kıtalara dağılıp, birbirimizi unutup, yaşama öyle ediyor olduğumuz, yalan!

Ankara. O şehir ki, her gün sokaklarını arşınladığın, bir ton gereksiz adamla karşılaştığın şehrin… ‘Her küçük adım, uzak diyarların sebebi değil mi?’ Görülmez mi o kalp- o ruh- o yürek/ o tutku tekrar?

Yazmamışlar kaderimi kimseyle…

astral | 23 August 2009 19:08

Ruh durur bazen. Zaman da akmaz. O anlar da yalnız bir parça müzik vardır, bir parça matem… -Neye olduğu belli olmayan-

An durur ya, bir gece yarısı, gökte yıldızlar varken, gök lacivertten; yüreğin laciverde yakınken; Özlem Tekin bağırır bir yandan: ‘Yazmamışlar kaderimi kimseyle…’

‘Bu şarkı bana yazılmış olmalı ya da bu kadın beni hissetti, yazdı.’ dersin.

Bir iç geçirirsin, bir sigara yakıp üfler gibi içli hissedersin kendini. Oysa hiç sigara içmemişsindir. Uzaklardan bir kadın sesi duyarsın, bir şarap kadehi yere düşer, tuz buz olur; kadının gözünden bir damla yaş süzülür, duyacağını hiç ummadığı söz kulaklarında çınlar; bilmiyordur ki, bir yüzyıl çınlayacaktır o laf, o an…

EH BE KADIN!!!

admin | 02 July 2009 09:03

acizlik, senin adın kadın..
acizlik, senin adın kadın..

kadın aşağılık.. kadın zavallı.. ve işin aslı hamlet’in şu sözlerinde saklı:
frailty; thy name is woman..

hayatın, kaderin ya da erkeklerin değil; sınırlarını sadece kendisinin belirlediği ve aslında kendisini sadece kendisinin sınırladığı bir dünyaya mahkum kadın..
gercekci olalim; 2010’a az bir zaman kala; kadin üzerindeki baskinin geçmiştekinden hiçte farklı olmadığını söylemek cok komik ve ahmakça bir durum olur..
bir projeyi anlatirken, bir tezi savunruken, siyaset yaparken, bilimsel makaleler yayımlarken ya da tüm gün tv kanallarını işgal ederken, hatta işi abartarak botokslu yüzleri ve şişirilmiş dudaklariyla spor haberlerini sunarken; hangi erkek karsi cikiyor bu duruma dersiniz?kabul edin, kadin sosyal hayatta hiçte abartildigi kadar göz ardi edilmiyor aslinda. erkeklerin tüm tersanelerine girdiniz; tüm ordularını dagittiniz.. buna rağmen bile sizinle derdi olan bir erkek topluluğu yok ortada; kimse sizi kisitlamaya; aşagilmaya; ezmeye calismiyor bayanlar.. sizin icin söz konusu olan bir engel varsa o sadece “siz”siniz.. içinizdeki potansiyelin farkinda degilsiniz.. sex yapmak, cocuk doğurmak, bir erkege ait olmak, evlilik programlari izlemek, oje sürmek, babanızın ya da eşinizin verdiği parayla alışveriş yapmak dışında baska kabiliyetlerinizde var! tabii ki, öncelikle bunlari “siz”in keşfetmenız gerekiyor..