bildirgec.org

ihanet hakkında tüm yazılar

The Town (2010)

| 04 August 2010 10:06

Yönetmenliğini, daha evvel Gone Baby Gone filmini de yazıp yöneten Ben Affleck‘in üstlendiği bir banka soygunu filmi. Filmin başrollerinde Ben Affleck, Blake Lively, Jeremy Renner, Rebecca Hall, Jon Hamm ve Chris Copper mevcut. Filmin senaryosu Ben Affleck, Peter Craig tarafından kaleme alınmıştı.

Doug, istedikleri ne varsa çalan ve ortalığı silip süpüren bir hırsız çetesinin ismi konmamış lideridir. O güne kadar Doug ve takımı arasında herhangi bir sorun yaşanmamıştır. Ancak yaptıkları son banka soygunu tüm dengeleri değiştirecektir, çünkü aralarında rehine aldıkları banka müdürü Claire vardır.

Bil Bakalım

karuma76 | 03 August 2010 11:24

7 yaşındaydı daha ve o küçücük yaşında başladı acıyla tanışmaya. Küçük yaşta babasını uğurladı son yolculuğuna ve yetim kaldı. Okumayı çok seven o yetim 8 yaşında okuldan alındı ve köy hayatına terkedildi. 10 yaşında okulun en korkunç yüzüyle tanıştı. Yüzü kanlar içinde kalana dek yeni okulundaki yeni hocası tarafından öldüresiye dövüldü. 17 yaşında ilk hayal kırıklığıyla tanıştı. Hayal ettiği okulun, en çok istediği bölümü için gereken not otalamasına ulaşamadı. 24 yaşında tutuklanıp günlerce sorguda kaldı ve sorgudan sonra tam 2 ay boyunca tek başına hem de küçücük bir hücrede günleri saydı. 25 yaşında sürgün hayatına merhaba dedi. 27 yaşında kendisinden bir yaş büyük meslektaşının ağırlığı altında ezildi, arkadaşı kahraman ilan edilirken kendisi sefil muamelesi gördü. 30 yaşında başka şehirler için cephede savaşırken doğduğu şehir düşman işgaline uğradı. Yine 30 yaşındayken amiri tarafından başka görevlere atandı ve orada uzun süre işsiz bırakıldı. Hayatı yalnızlıklar ve sefalet içinde geçerken 37 yaşında böbrek hastası olduğunu öğrendi. Viyana’da 2 ay boyunca bu hastalığın pençesinde yattı. 37 yaşında komutan yapıldı ama onu komutan yapanlar başında bulunduğu orduyu dağıttı. 38 yaşına geldiğinde üzerindeki kara bulutlar hala vardı. Savunma bakanı tarafından görevine son verildi. 38 yaşında cebindeki 80 lira ile yaşam mücadelesi veriyor, takım elbisesi bile olmadığından toplantılara katılmak için ödünç alıyordu. 38 yaşındayken kendisine tekrar tutuklama kararı çıkarıldı. Aynı yaşta, etrafına toplayabildiği en yakın 5 arkadaşından üçünün ihanetine uğradı. Arkadaşları onun kongre temsil heyetine üye olmaması yönünde oy kullandı. 39 yaşına geldiğinde artık beklenen oldu ve idam cezasına çarptırıldı.
Ve sonra… Ne olduysa ondan sonra oldu.
42 yaşında iken ülkenin cumhurbaşkanı ilan edildi.
Kim bu zaferi icad eden, kim bu başarma azmiyle dolup taşan, kim bu en büyük kötülükleri zafere çeviren?
Bilen var mı?

Aşkuşka

| 26 July 2010 14:24

Telefon kulübesinde titriyor bir kadın;
Kırmızı mantosunun içine gizlemiş,
gözyaşlarının dudak boyasına karıştığı yüzünü..
Ben severim göçebe kadınları.
Severim, sevişirken şaşı bakmaları.
uzak çan seslerini severim.
Ve onların sesinde düşeceğim kör kuyuları severim…
Güneş, bir yanıp bir sönüyor kadının yanağında.
kanım kaynıyor..
ve iki arzunun çığlığı kopuyor sesizce;
Aşkuşka kaderdir.
Aşkuşka esmerdir.
Bir kokudur bazen.
Gözlerde parlayan kederdir…
Ve, aşkuşkanın canı sıkılır,
sonra kaybolur gider bir güzel!
Ama nereye, bilmez kimseler bilmez.
Bilinmez nereden gelip ulaştığı bize.
Ve bulanık bir gün, canlanır birdenbire.
Gıcırdaya gıcırdaya açılır eski kapılar
Düştüğüm en güzel kuyuyu kazmakla meşgul…

Yama

kharis | 06 July 2010 15:10

gün doğuyor yine,
kızıllık hakim semada.
ama ben üşüyorum.
ısınmıyor artık bedenim, buz tuttu her yerim,
ya yalnız kalıcaktım seninle,
yada yalnız kendimle.
asırlar gecti sanki yol hala eskimedi,
bır viraj diğerini kovalarken ellerim ellerım hala çözülmedi……
gözlerimi kapıyorum birden,
ellerim sende ellerim sıcak,
ellerim bende şimdi yine buz kesiyorum.
neden yaptım bunu sana bilmiyorum.
sen ilk günah, ilk sırdın..
ama ben seni aldattım ,
ahh bilsen ne çok pişmanım
avuçlarım üşüyorr, avuçlarım kanıyor..

gece karası

menderes utku | 02 July 2010 09:45

Karanlığımı çaldığın pencereden sızıyor kanım ağır, yaralı…
Başıboş bir sarhoşluğun kara üzüm kokusunda damlıyor pencereme mehtap.
Bacak arası savurganlığında üflüyorsun umutlarımı
Kadınlığın düşüyor peşime ne zaman erkek duracak olsam…

Yit ve git
Cennet ne cehennem yok kaygım
Sen kendine melek dediğin gün
Ben bütün meleklerimi bağışladım…

Şeytanın cürümü kadar sevişmedim boğma beyaz rakı kadehiyle
Gecenin bacak arasından geçti tüm arsız günahlarım
Yok sen de kalan bir yüzüm, bir dilim, bir dudağım
İnlemeli gecelerinden arta kalan kirli çarşafların günahı
Yok benim günahım!
Sen sabi bir bebek çığlığıyla sustuğundan beri
Ben arsız, asi, yaşlı bir ihtiyarım.

KARŞIDAN BAKMAK

mavilikler | 08 March 2010 17:40

Aynada gözlerine bakarken, yeni birşey farketti onlarda. O’nu tanıyan herhangi birinin göremeyeceği, ancak kendisinin yakalayabileceği kadar minicik, varla yok arası bir duygu kırıntısı…

Peki neden dün ya da iki hafta önce değil de tam şu anda gözleri, çoktandır unutmak istediği, hatta unuttuğunu düşündüğü o duyguyu böylesine acımasızca bir şekilde ortaya döküyordu?!

Yıllar geçer, olaylar yaşanır ve onlarla ilgili acı-tatlı sayısız duygu hissedilirdi. Sonra yeni olaylar ve yeni duygular… Böyle sürer giderdi bu döngü. Bir an gelir, duygulardan biri silinirdi kişisel tarihten. Bu iş nasıl olurdu, bilemezdin. Ama sonuçta olurdu… Ve eğer sözkonusu olan, acı verici bir duyguysa, yıllardır olmasına uğraştığın ve bir gün uğraşmaktan vazgeçecek kadar gerçekleşmesinden umudunu kestiğin o sonuca vardığın için garip bir suçluluk duyardın.

Mağdur Olma Sevinci

nikinewman | 16 January 2010 10:33

ihanetin temsilî resmidir
ihanetin temsilî resmidir

Genç olmak… Her şeye çare bulunur, bir şekilde onunla kıyaslayınca kendini abartabilirsin ama “doğum günün bana geldiğin gündür”. Ne acı, dönüş yok, rekabet yok. Güzellik kaz ayaklarıyla yavaş yavaş geriye giderken, sen modern-şehirli kadın da olamamışsan, iş-ev arası o kadar da uzak bir mesafe değilse, ipoddan yana da yoksun, spor salonu üyesi de değilsen…İhanet neden senden gelmesin? Genç kalmak, güzel hissettmek…
Kendimi Ezel dizisinden bir kesitin içinde bulduğunda bunlar ilk aklıma gelenler olmadı. Taksiciye “sağa çek abi”, deyip yeni zamlardan nasibini almış, ilk kez denediğim murattı sigaramı içerken, aklıma bunlar gelmedi. Sonra düşündüm, bir dolmuşta düşündüm, takside başka şeyler düşündüm. Neden ben? dedim.Neden benim en yakın arkadaşım? dedim. Ben de “çok acı var, dayanamıyorum” deyip hemen köprüye…” dedim. Dinletemedim, içimde garip bir de sevinç duydum: “mağdur sevinci”. Hiçbir şey yapmadan, gecenin yıldızı olma, haklı olma, acınacak olma, hatasız olma sevinci. Üç gün aralıklarla ağladım, dördüncü gün ağlamadım. İyiyim ben dedim, eşi dostu aradım, onlara haber uçurabiecek eşi dostu..”Onlar” ve “ben” olarak 2’ye ayrılmıştık. Daha sonra onlar da kendi aralarında 2’ye ayrılmışlar zaten. Kız üzgün, midesi bulanmış vaziyette, adamdan haber yok. Kulağımda Tuncel Kurtiz’in sesi, Monte Kristo Kontu’nu da yanıma aldım. Unuttum, gitti. “nikahlı kocam mı?” dedim, unuttum, gitti.
Kız aradı,”sarhoştum, iyi hissetmek istedim” dedi, “aslında 2 gün kötü oldum sonra çok da önemli bir şey olmadığını anladım”dedi, “büyütmeyelim” demedi ama en çok onu demek istedi. Dışarıdan bakılınca nasıl gözüküyoruz diye bir bilmeyene sordum, cevabı en başa koydum…

Joseph Fouche

buddhala | 07 October 2009 14:00

Rafta gördüğümde, ilgimi çekmeyen bir kitaptı aslında. Arkadaşım tavsiye etmişti ve içini karıştırınca okumam gerektiğine karar verdim.
Fransız ve dünya tarihinde belli bir yere sahip olamamış gibi gelir size Joseph Fouche, yoldan geçenlere sorsanız “İşe yetişmem lazım!” cevabını alırsınız, “Tanımıyorum!” ya da “Bilmiyorum!” demeye bile tenezzül etmez sorduklarınız. Sadede gelelim ve şahsi kanaatim, bir meslek ancak bu kadar kusursuz icra edilebilir ve ancak bu kadar iyi yapılabilirdi. Farklı yönlerden özdeşleştirdiğim biri daha vardı ama o bir film karakteriydi:Heath Ledger’ in Joker’ i. Bu ise kanlı canlı, Joseph Fouche’ dir. İkisinin en büyük ortak özelliği, birini onlara benzetirseniz Joker’ i de, Fouche’ yi de aşağılamış olursunuz. Çünkü kimse onlara benzeyemez, benzetilemez. Tarihin kötü karakterilerinden biri gibi gelir size, Joseph Fouche. Napoleon’ un önceleri sağ koluyken, sonradan “yaşamım boyunca tanıdığım en kusursuz dönek” diye nitelendirdiği Joseph Fouche, güvenlik bakanıydı. Abdullah Öcalan’ ın güvenlik bakanı olduğunu düşünün. Burda hakaret Fouche’ ye değil, Napoleon’ adır. Hiç kimse sağ kolu olan bir insanı, kendisi düştükten sonra -ki Napoleon’ un da ipini Fouche çekmiştir.- hala başta görmeye dayanamaz. Bunu sizi terk eden sevgilinizin hemen bir sevgili bulup mutlu olduğunu duyduktan sonra ona bok atmanıza benzetebilirsiniz. Sadede gelelim deyip yine uzattım: dünya siyaset tarihinde yüzlerce bu adamdan kırıntılara sahip insanlar vardır, siyasetçiler, iş adamları, öğretim görevlileri vardır, gazeteciler vardır ama hiç biri Joseph Fouche gibi değildir. Joseph Fouche’ de Joker gibi gökdelenden düşerken Batman’ i de aşağı çekmiştir. Batman artık eski Batman değildir, Dark Knight’ tır veya Napoleon koltuğunu paşalar gibi Kral’ a (Louis XVI) devretmiştir.

biliyordum.

massay | 16 September 2009 09:39

GİTTİN.
” Yarın yine gelirim ” dedin.
ayakkabılarını bağlamadan, asansörü çağırmadan.
ıslığını duyuyordum. Bir kerede beş merdiven inişini.
BİLİYORDUM GELECEĞİNİ.
Aşağıda bir araba bekliyordu.
film çekilmişti camlarına. kimdi önde oturan? sigara içiyordu. Yalnızca elleri. bembeyaz.
Beautiful Day çalıyordu.
yanlış mı hatırlıyorum.
yağmur yağıyordu.
kadın mıydı, erkek miydi, gerçek miydi?
Yalnızca elleri gezinecekti vücudunda öyle mi?
çığlık tutuyordu. hıçkırık.
pencere pervazı tutuyordu.
ben kendimi tutamıyordum.