Aynada gözlerine bakarken, yeni birşey farketti onlarda. O’nu tanıyan herhangi birinin göremeyeceği, ancak kendisinin yakalayabileceği kadar minicik, varla yok arası bir duygu kırıntısı…Peki neden dün ya da iki hafta önce değil de tam şu anda gözleri, çoktandır unutmak istediği, hatta unuttuğunu düşündüğü o duyguyu böylesine acımasızca bir şekilde ortaya döküyordu?!Yıllar geçer, olaylar yaşanır ve onlarla ilgili acı-tatlı sayısız duygu hissedilirdi. Sonra yeni olaylar ve yeni duygular… Böyle sürer giderdi bu döngü. Bir an gelir, duygulardan biri silinirdi kişisel tarihten. Bu iş nasıl olurdu, bilemezdin. Ama sonuçta olurdu… Ve eğer sözkonusu olan, acı verici bir duyguysa, yıllardır olmasına uğraştığın ve bir gün uğraşmaktan vazgeçecek kadar gerçekleşmesinden umudunu kestiğin o sonuca vardığın için garip bir suçluluk duyardın.Senin çabanla gerçekleşen bir sonuç değildi çünkü bu. Bu nedenle başarı olarak adlandırmak ancak bir kandırmaca olurdu. Evet… Artık yoktu o duygu. Ama onunla birlikte varolan, onun varlığına yol açan herşey de öyle… Kendinden birşeylerin eksildiğini hissederdin.Peki şu anki bu duygu neydi, gözlerinden O’na haykıran?! Onun kaynağını oluşturan olay ya da durum, herneyse, şimdi neden öne fırlamıştı bir anda?Aylardır zihninden kovmaya çalıştığı, ama ısrarla kapıları zorlayan arsız bir misafir gibi bir an olsun O’nu rahat bırakmayan o görüntüden kurtulduğunu düşünüyordu oysa. “Senin bir suçun yok!” diyordu görüntüdeki adamın uzaklardan gelen sesi. “Senin suçun yok.” demekle, en ağır suçlamanın yaratacağından çok daha büyük bir tahribat yarattığını düşünemeyeek kadar zalimcesine…Görüntüde kendisi yoktu. Ama duygusu, görüntünün dışında kalan kendisinden oraya ulaşıyor ve onunla da kalmayıp zamanı aşarak şimdiye ve buraya, bu aynanın önündeki kadına geliyordu. Oysa görüntünün içinde, tam o anki haliyle görebilmeyi isterdi kendisini. Belki o zaman, oradaki adamın karşısındaki kadının neler yaşadığını şimdiki gibi iliklerine dek hissetmezdi.Duygu görüntünün dışına taşmaz, sadece oradaki kadına ait kalırdı.Aynaya biraz daha yaklaştı. “Bir oyun oynamaya ne dersin?” diye sordu kendisine. “Ben O’yum şimdi. Sen de o zamanki ben’sin… Ve ben sana o açıklamayı yapıyorum. Var mısın?”Kocaman bir gülümsemeyle karşılık verdi aynadaki aksi… Ve oyun başladı……………………………………………………………….”Beni çekici bulmuyor musun artık?!”Adam her tür suçlamaya hazır, bekliyordu birkaç saniye öncesine dek. Hazır olmaktan da öte aslında itiyaç duyuyorbu böyle bir suçlamaya. Çünkü ancak böyle kurtulabilirdi kendikendini suçlamaktan… Ama kadının sözleri, kurtuluş umudunu suya düşürmüş, kendini yine kendine karşı savunmasını sağlayacak tek silahını, yani ‘hak ettiği cezayı çekme’ durumunu ortadan kaldırmıştı.Kadın aksine kendini suçluyor, yeterince çekici olmamasının doğal bir sonucu olarak karşılıyordu ihanetini.”Hayır!” diye karşılık verdi kadının sorusuna. Adeta haykırıyordu. “Bununla bir ilgisi yok!””Peki neyle ilgili öyleyse? Hala benden hoşlanıyorsan… Hala heyecanlandırıyorsam seni… Neden?!!””Bak! Bunu sana anlatabilmem o kadar güç ki! Şunu söyleyebilirim ancak: Böyle şeylerin kesinlikle bir mantığı olmuyor.”Bunları söylerken kendinden ve bu durumu yaşamasına neden olan herşeyden, başta da ‘aşk’ denen şeyden nefret ediyordu.Keşke gerçek olsaydı sözleri! Keşke gerçekten O’nu çekici bulabilseydi! Ellerini tutmak dünyanın en güzel şeyi olsaydı yine. O zaman sözcükleri, O’nun gözlerindeki incinmeyi hiç olmazsa biraz olsun hafifletebilirdi. Kelimelerin içini boşaltan, onlarla taban tabana zıt anlamlarla yüklü olmazdı gözleri.”Seni rahatlatacaksa şu kadarını söyleyeyim: Bir gün, şu an hissettiğim şey de bitecek. Tıpkı diğer aşklar gibi…”Önceki söylediklerinden farklı olarak buna

gerçekten inanıyordu. Çünkü aşk yenilenmek demekti. Bize tamamen yabancı birinin gözlerinden kendimize bakabilmek ve orada bir yabancı görmek, üstelik kendimizi gerçekten o yabancı olduğumuza inandırabilmek demekti. Yani aşık olduğumuz kişiyi tanımaya çalışırken, bir yandan da kendimizi yeni baştan keşfetmeye girişmek…Bize eskidiğimizi hissettiren ve aynı zamanda da eskiyen kişilere karşı aşk duyamıyorduk. Bu yüzden de ancak bu karşılıklı tanıma sürecinin uzunluğuyla sınırlı kalabiliyordu aşkın ömrü.En azından O böyle düşünüyordu. Ama kadının gözlerine bakmadığı zamanlarda… Çünkü oraya her baktığında, bu düşüncesine hiç uymayan bir parıltıyla karşılaşıyordu. Yıllar önce kendi gözlerinde de varolan ama çoktandır kaybettiği bu ışığın O’nda halen sürüyor olmasına hem şaşırıyor, hem de büyük bir öfke duyuyordu. Çünkü bu, aşkla ilgili düşüncelerini koca bir yalana dönüştürüyor; soruna aşkın genel doğasıyla ilgisi olmayan, çok daha kişisel bir boyut katıyordu.”Çok garip…” diye mırıldandı.”Ne?””Hala bana bu şekilde bakman… Bu, senin çok özel biri olmandan mı kaynaklanıyor, yoksa… Yoksa ben bir eşek miyim?”………………………………………………………….”Biliyor musun? Bu oyunu oynamamız gerçekten iyi oldu. O’nun yerine geçmemi kastediyorum. İnanması güç ama… Acı çekenin sadece ben olmadığını anladım.””Acı mı?!” dedi aynadaki aksi. “O kadının yanına gittiğinde zerresi kalmamıştır. Seninle yaptığı konuşmayı bir an olsun düşünmemiştir bile.””Evet de… O da kabul etmiyor mu zaten?””Neyi?” dedi ayna.”Eşeğin teki olduğunu…”İkisi de uzun uzun güldüler.