bildirgec.org

hikaye hakkında tüm yazılar

Bir Türkü Hikayesi

| 24 June 2008 15:50

Türkülerimiz
Türkülerimiz

Yüzyılın tanığı aslında onlar.Türküklerimiz.Acılara,sevdalara,ayrılığın her türlüsüne tanıklar.Söyleyemdiklerimizi onlarla söylemiş.”Oy nerdesin nerdesin,kaldır camın perdesin,diyeceğim çok ama,pek kalaba yerdesin”.Ayrılıkların en acısı onlarda gizli değil mi? “Hastane önünde incir ağacı,doktoır bulamadı bana ilacı”Şimdilerin cafelerde buluşması türkülerimizin dilinde “Göynüm gitmek ister yare” diye yüreğimize işlemiyor mu?.Acıların dayanılmaz hal aldığı zamanlara tanıklar.Şimdi de sığınıyorum ben yüreğimin yaşadıklarımı kaldırmadığı zamanlarda türkülerimize.
Yiğitliğe onlar tanık,savaşlara onlar.kavuşmalara onlar….Her birinin ayrı hikayesi.Yıllar sonra öğrendim çocukluğumda yüzdüğüm kalabak derelerinin “Halkalı Şeker” türküsündeki dere olduğunu.Ve daha neler neler…

İMKANSIZLIKSIZLIK

zoey | 24 June 2008 09:50

sana seni öldürmek istediğimi tüm samimiyetimle söylesem samimiyetime binaen buna izin verir misin?çünkü seni gerçekten öldürmek istiyorum
ve bunu yapamassam eğer bu durum bi tramva doğurabilir ve zamanla şizoit bi duruma dönüşebilir içimde…bunu istemezsin değil mi?
eğer ben seni tanıyorsam istemezsin ve bu yüzden;sadece benim iyiliğim için değil seninde ilerde bi gün “keşke buna izin verseydim” dememen için;yani senin içinde istiyorum bunu.çünkü sen iyi bi insansın yani benim gibi değilsin…neye göre mi o bildiğin kurallara göre işte…yolları gri yapan;koluma saat taktıran;gece olunca uyumam,sabah erkenden işe gitmem gerektiğini;paraya kutsal kitap kadar ihtiyacım olduğunu;big brotherin izin vermediklerine karşı çıkılmayacağını söyleyen kurallar gibi…kurallar o kadar çok ki…mantık kavramının egale olduğu tek diyar bu kurallar diyarı.ve ben şimdi seni öldürmek istemekle bütün kuraların dışına çıkacağım!buna izin verir misin?…seni öldürmeme izin verir misin…bana kendimi ilk ve son kez özgür ve samimi hissettirmek ister misin…bunu başkasından isteyemem…son kez soruyorum seni öldürmeme izin verir misin anne?

not:bu hikayedeki tüm unsurlar ve kişilikler hayal ürünüdür.

“O” İşte “O”ooooooo

07ebru | 24 June 2008 09:46

Doktorlar çağırdı,gittim odalarına
-Buyrun Oturun Lütfen
-Peki (Dağıtacaklar şimdi beni belli işte otur ayakta kalma söyleyeceklerimizden sonra sarsılacaksın sonra bayılırsın kafanı bir yere çarpar başımıza iş açarsın otur işte sağlam olsun)
-Sanırım hastanızın durumundan haberdar değilsiniz? Sizi çok umutlu görüyoruz o nedenle gerçeği bilmeniz gerektiğini düşündük.
-(İşte şimdi bittim ben “O”nun gidişine hazır ol diyecekler.Nasıl sustursam şunları?) “O”nun bu hastalığı ancak moralle yeneceğini biliyorum o nedenle elimden geleni yapıyorum.
-“O”nun tüm ciğerlerini sarmış ve dağınık durumda ancak bir kütle var ki hızla büyüyor (söyleme işte biliyorum ben ne olduğunu ama kabullenmek ağrıma gidiyor sus söyleme ağlamamak için dudaklarımı parçalıyorum boğazımda yumru nefes alamıyorum sus dedim sus) damara gelerek parçalamasını bekliyoruz.O nedenle hastanızı bir an bile yalnız bırakmamalısınız
-geldiğimden beri hiç ayrılmadım yanından…(Konuşamıyorum artık sadece gözlerimi silerken kafa sallıyorum biliyorum der gibi bir sessizlik şaşırıyorlar bana günlerdir dimdik ayakta duran hiç ağlamayan kadın şimdi ağlamasını kesemiyor diye.Çok uğraşıyorum ağlamayı kesip konuşmak için ama kendime geçmiyor hükmüm o da doktorların sözüne inanıyor mu ne? Yok inanamaz.Doktorlar beni teselli etmeye çalışıyor ama buna bile izin vermiyorum konuşamıyorum ama işaret parmağımla hemşirelerin resimlerindeki gibi susun işareti yapıyorum ve susuyorlar.Derin bir nefes alıyorum.)
Dünyada örnekleri var bu konu ile ilgili çok araştırma yaptım milyonda da bir olsa mucize şansı var ve ben o mucize hakkımı kullanmak istiyorum.Ben “O”nunla bu hastaneden yürüyerek çıkacağım.Şimdi müsaadenizle “O”nun yanına gitmeliyim.( bir şey söylemelerine fırsat vermeden atıyorum kendimi odadan dışarı hastanede tek başıma kalacağım yer wc önce kendimi toparlamalıyım yoksa bu halde “O”nun odasına nasıl gider ve gözlerine bakabilirim ki?)
Wc boş hıçkırıklarımı salıyorum rahatça ahhh bu nasıl bir acı yüreğim sökülür gibi fayanslara tırnaklarımı geçiriyorum manikürüm bozuluyor “O” bunu fark eder ve üzülür kendine gel aynada gözüm gördüğüm yüz korkutuyor beni rimellerim akmış “O” ağladığımı anlarsa kahrolur hemen düzelt saçını başını makyajını tazele,tırnakları saklarım bir süre ve ona çaktırmadan törpülerim hemen.
Ahhh aklıma neler geliyor senin yerine orada yatan ben olsaydım şimdi burayı ayağa kaldırırdın ben yapmaz mıyım senin için aynı şeyi yaparım tabii ki ama ayağa kalkması gereken burası değil…
SENSİN SENNNN!!!

YAZIK ÇOK KÜÇÜKLER DAHA

| 23 June 2008 09:41

Zor günler yaşadığına inanıyordu.Neye üzüleceğini şaşırmıştı aslında.Sabah yataktan Bismillah deyip fırladıktan sonra mı başlıyordu işkenceler yoksa daha önceside varmıydı.Sokağa çıktığında her tarafta bir telaş.Küçücük çocuklar ellerinde,pet şişelerin sesleri ile koşturuyorlardı.Farkında bile değillerdi o şişeyi nasıl sıktıklarının.Diğer ellerinde iki kale,silgi, vs. Ne için yollarda oldklarını bile bilmiyorlardı.Sonra O da anlamıştı.”DİKKAT SINAV VAR” yazılı bez afişi gördüğünde işkencenin ne için olduğunu.Cikletini çıkardı,ağzına attı.İlk üzüleceği olay daha kapıdan çıkar çıkmaz dikilivermişti karşısına.SINAV!

Sen Sordun Ben Anlattım.Neden Kızıyorsun ki…

| 20 June 2008 14:49

Küçükken her elektrik kesildiğinde gözlerimiz kapatır elliye kadar sayardık.Elli dediğimiz zaman tek gözümüzü açardık gelmişmi diye.Gelmiş ise eğer büyük bir çığlık atardık.Gelmemiş ise devam ederdik saymaya bir bakardık ki sabah olmuş uyuyakalmışız.Özlemek mi? Unutmak mı? yoksa yaşlandık mı? karar veremiyorum çoğu zaman.Eski arkadaşlarımın isimlerini yazıp aramaya başladım googla.Bunu neden yapıyorum bilmiyorum.Çoğunu bulamıyorum zaten.Demek ki bir çok arkadaşım bayanmış,soyadları değişmiş diye düşünüyorum kendi kendime.Bazen oturup eski Türk Filmlerini izliyorum.Kızıyorlar bana.Ya ama bizim ömrümüz bufilmleri beklemekle geçti.Haftada bir yayınlanırdı.Filmin önünden de mutlaka Yurttan Sesler Halk Topluluğu konserleri olurdu.Bizim için önemli olan film olduğu için uyuyakalırdık.Annemize derdik anne;
-Film başlayınca uyandır ha!

SEN HALA EN BÜYÜKSÜN BABA!

toz66 | 20 June 2008 12:00

Baba… Baba sevgisi, şefkati ve içtenliği… Küçüklüğümü aklıma getirdiğimde, hep en güçlünün, en iyinin ve en bilginin, babam olduğunu düşünmüştüm… En iyisi, en yakışıklısı, ve benim için en değerli olanı her zaman babamdı… Düşünsenize, benimle bilek güreşi yapar ve her defasında onu yenerdim. Fakat başka birisiyle güreştiği zamansa, her seferinde babam yenerdi. Yani bana karşı dünyadaki en cesaretsiz kişi oluverirdi, çünkü o benim babamdı ve ben onun oğluydum. O benim babam…. İlk bisikletimi alan ve bana “hadi bakalım, sür de görelim” diyen. İlk boyama kitabımı alıp, bana renkleri öğretmek ve sevdirmek için; “ne kadarda rengarenk ve güzeller demi?” Sorusunu soran. Ve ilk hikaye kitabımı aldığında bana “eğer bu seriyi bitirirsen, sana daha ne kitaplar alacağım “deyip sözünde duran ve 18 yaşındaki birine, şimdiden küçük bir kütüphane bırakan, eskilerin öğretmeni, şimdilerin, emekli bilgini, eskiden ve hala en büyük babam benim… Hani derler ya “ben hastalandığımda babam sabahlara kadar başımda bekler..” diye. Benim babam, başımda beklemezdi . Hasta olduğum günlerde beraber uyurduk, ben güvende olayım diye…
Hele o küçükken gece korkuları; onlar yok mu? Gece korktuğumda, gittiğim iki yer vardı. Birincisi, babaannemin yanı, ikincisi ise babamın yanıydı… Laf aramızda, en çok babamın yanını severdim. Çünkü koskocaman elleri ve kolları beni daha iyi korur diye düşünürdüm gecenin karanlığından… O benim babam… Çünkü, o en büyük sevgilere layık, eskiden ve hala o benim en büyüyüm, kocamanım ve en güçlüm…

BONCUK GELİN OLDU

teacher07 | 19 June 2008 17:05

Minicikti evimize geldiğinde… Çocuklar bizden habersiz getirmişler. Ah oğlum ne yapacağız bunu? diye çıkıştık… Ama bir iki gün sonra alışmış, bir bebek gibi bakmaya, beslemeye başlamıştık… Pek de sevimliydi yaramaz. Kucağımızdan inmez olmuştu… Türlü oyunlar yapıyordu. Kendimizi kaptırıp, biz de oyunlarına katılır olduk. Dedim ya bir bebek gibi sevdik onu…Annesi Van Kedisiymiş. Süt beyazdı. İki kulağı arasında siyah bir leke bile beyazlığını bozamıyordu. Günlerce gözlerini kontrol ettik ama anneye çekmemişti gözleri. Süt beyazlığından, adını pamuk dedim ben. Boncuk olsun dediler çocuklar. Demokratik bir oylama ile adı Boncuk oldu.Yaşına geldi Boncuk. Evde bakamayacağımız fikri sardı bizi.Evde girmediği yer yoktu. Karıştırmadığı köşe bucak kalmamıştı… Bırakıp bir yerlere de gidemez olduk. Ne yazık ki her taraf da tüydü… Götürüp; ne sokağa, ne de parklara bırakabiliyorduk. Şaşkınlığımız bir sevinçle son buldu. Verecek yer ararken; karşı apartman komşumuz istemez mi . İyi bakılacağını bildiğimizden, havalara uçtuk. Bir erkek kedisi vardı, ona arkadaş arıyordu. Yani gelin gidecekti Boncuk…Duygularımız kabardı., Boncuk giderken… Hiç kızımız yoktu. Kız gelin eden ana-babaların duygularını yaşadık… Dünür olduk dedi komşu kadın. İstediğiniz zaman gelip görebilirsiniz.Bilmediğimiz, tatmadığımız kız gelin etme duygusunu yaşadık… Mutluluk ve hüzün…

SAKSO’cuğum:)

STRAWBERRY07 | 17 June 2008 18:12

Az önce kendisiyle iletişim kurduk…Acıkmış da paşam, yemek istiyor…
Verdik tabi, ne yapalım? Kızıyor zaten gecikirse.
Kim mi?
Bizim Sakso. Adı Sakso. Kendisi şu aralar balkonumu yemek salonu zanneden bir saksağan aslında. Beni de esir etti kör olmayasıca. Her sabah – keşke sadece sabah olsa! her iki saatte bir – beni taciz ediyor. Yemek ver, diye.
Efendim, sakso’yla ilk iletişimimiz benim evde bayatlamış olan ekmekleri, garibim kuşlar yesin, diye balkona koymamla başladı. Bu edepsiz Sakso yüzünden kumrular ve serçeler pek nasiplenemiyor ama o kadarına da müdahale edemem. hayır bişey değil, beni bile yer bu edepsiz!
İki üç gün normal seyretti herşey…Ben ekmekleri koyuyorum, sonra birkaç saat sonra bakıyorum bitmiş, yenilerini koyuyorum…Ben zannettim ki bu iş böyle sürer gider…Ne münasebet? Adam (Sakso) üçüncü gün ekmek koymayı unutmuşum diye başladı camımı gagalamaya!!! Önce anlamadık ses nereden geliyor…Baktık, bizimki geçmiş balkon camının önüne, bir yandan kafayı eğip eğip perdenin arasından bakıyor, içerde miyim diye, bir yandan da tak tak cama vuruyor!

“Jale Utanç” ile tanışın…

| 16 June 2008 10:15

-“Pardon, soyisminizi tekrar alabilir miyim?”
-“Utanç.”

Dünyaya gelirken seçme imkanımız olmayan şeylerden biri de soyadlarımızdır.
Ender rastlanan isimler ve soyadları vardır.
Kimilerini kullanmaktan pek hazzetmeyiz, ama resmi işlerde mecbur kaldığımız zamanlarda karşıdakini şaşırtan benzer durumlara rastlarız.

Bir soyadı olarak “utanç” da pek hoşlanmayacağımız sözcüklerden biridir. İlk akla geldiğinde pek de olumlu çağrışımlar yapmaz.

Utanç deyince suç ve kusur gibi şeyler gelir.
Oysa ki utanç, daha olumlu çağrışımlar uyandırması gereken bir sözcüktür.