bildirgec.org

hikaye hakkında tüm yazılar

BEN CAHİLİM, AMA…

zy positive | 01 September 2008 09:10

BEN CAHİLİM, AMA…

Kanlıca’da oturduğum 80 li yıllarda, işe, genellikle Boğaz Vapurlarıyla gidip gelirdim. O vapurlarda pek çok insan tanıdım ve gözlemledim. Psikoloji ile ilgim yoktu. Fakat insanları gözlemler, davranışlarına dikkat eder ve onları kendi hayal dünyamda oluşturduğum kategorilere göre sınıflandırırdım.Bugün size o insanlardan birini anlatacağım. Bir Cuma günü vapurla eve gidiyordum. Karşı koltukta ince bıyıklı, sürekli çevresini inceleyen bir adam ve üç çocuk vardı. Çocuklardan, büyük olanı 16 yaşlarında bir erkekti ve adama “Dayı” diyordu. Diğerleri beş yaşlarında bir kız çocuğu ve 13 yaşlarında bir erkek çocuğuydu. Onlar adama “Baba” diyordu. Vapurda dolaşan turistleri gören çocuk, okul çantasından İngilizce defterini çıkardı, liseye gittiği anlaşılan diğer çocuğa ödevlerini gösterdi ve onları bilip bilmediğini sordu. “Kolay” dedi büyük çocuk “Ben sana gösteririm”. Adam çevresine duyurmak istercesine “Aferin çalışın, İngilizce öğrenirseniz turistlerle konuşursunuz “ diyerek, onlara yabancı dil eğitimin ne kadar önemli olduğunu vurgulayan beylik sözlerle bir nutuk çekti, aslında tüm amacı çevredekilere sesini duyurmak ve kendini saygın bir insan gibi göstermekti. Adamın oğlu babasının aksine akıllı, meraklı ve çok sempatik bir çocuktu. Hem küçük kardeşiyle ilgileniyor hem de liseli çocuğun anlattıklarını dinliyordu. Liseli “kolay” dediği konuları aslında bilmiyordu ve soruları yanlış cevaplıyordu, küçüğün sorduğu mantıklı soruları da geçiştiriyordu. Akıllı ve öğrenmeye istekli bu çocuğun yanlış bilgilendirilmesine gönlüm razı olmadı. Çocuğa “Cevaplar yanlış oluyor, istersen ben yardımcı olayım” dedim. Çocuk en ufak bir utanma ve tereddüt göstermeden yanıma geldi. Ben çocuğa konuları anlatmaya başlayınca babası hemen dikkat kesildi ve bizi izlemeye başladı. Diğer çocuk, yaptıklarının yanlış olduğu ortaya çıkınca biraz bozuldu, sanki hiç ilgilenmiyormuş gibi dışarıyı seyretmeye başladı. Adam benimle konuşmak için adeta yanıp tutuşuyordu, aslında oğlunun öğrenip öğrenmediği de umurunda değildi. Daha fazla dayanamayıp konuşmaya başladı. Eminim neler söylediğini sizler de biraz tahmin ediyorsunuzdur. Ben her ne kadar adama bakmayıp çocukla ilgilensem de adam hiç susmadan konuşuyordu.

Mavi Başlıklı Genç

rpc | 30 August 2008 16:25

O.K. gençleri bilinçlendirmek için; “yatmadan” önce okusunlar diye bir masal yazmış…

Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde…
Pireler berber iken, develer tellal iken… Ben anamın beşiğini tıngır mıngır
sallar iken ormanda yaşayan mavi başlıklı, yakışıklı mı yakışıklı, erkek
mi erkek bir genç varmış. Elma elma yanaklara, baldan tatlı dudaklara sahip bu genç,
jöleli saçlarının üstüne bu başlığı takar, ormanda gerine gerine yürürmüş.

Bu mavi başlıklı genç, prensese gönlünü kaptırmış. Her gün ormanın yolunu
tutup, ağaçların arasından geçerek, prensesin o sıcacık şömineli kulübesine
gidermiş. Bir gün mavi başlıklı genç dışarıda yağan yağmura rağmen ‘’ bu sefer de
takmasam ne olur canım, aman!’’ deyip, başlığını kafasına takmadan dışarıya çıkmış,
yine prensesin kulübesine gitmiş, yine iri iri şeftalileri, al al elmaları, balları bademleri yiyip
birlikte hoş vakit geçirmişler. Daha sonraki günlerde de prens, prensesin kulübesine gitmeye
devam etmiş. Bir gidişinde ise her zamankinden farklı bir prenses görmüş karşısında…
Masal bu ya, prensesin karnı davul gibi şişmiş, elleri ayakları, kocaman olmuş. Üstelik de
canı ne elma, ne kiraz, ne de bal yemek istiyormuş. Genç o an kerametin başlığında olduğunu
anlamış, anlamış ama biraz geç kalmış. Fakat bu olay ormandaki herkese ders olmuş… O günden
sonra ormandakiler dışarıya çıkarken başlarına hep güllü, çikolatalı, renkli renkli ve tırtıklı
başlıklar takmışlar.

“AŞK ” dediğin laf değildir..

| 22 August 2008 12:26

Uyuyor. yorgun kısrakların sıcak nefesini duyuyorum yanında..bundan beyle her daim duymak istediğim bir nefesti bu.
Yarın yine burada son günümüz.ikimiz de sık sık ayrılmaların sıkıntısını yaşamıyacağız artık; sık sık canımız istediği zaman nerede ne zaman olursa plansız,programsız..
Bugüne kadar hayatıma hiç kimse girmemişti, hiç birinin önemi kalmamıştı adeta. bu ilişkinin tadı macera kokan bir tarafının olmamasıydı. bilincimi ikiye ayırmıştı o’nun varlığı; bir yanda kendi dört duvarımın güven dolu dünyası, bir yanda da şu an yanımda uyuyan sevgili..
Elimi eline aldığında, düşüncelerim birden dağılıverdi.. ellerimi göğüslerine doğru çektiğinde ,içimdeki duygu sadece sabırsızlıktı..uzun uzun öpüştük..bugüne kadar bir kör gibi yaşadığımı düşündüm.nedenini bile bilmeden nice aptalca kavgalara girip çıkmıştım..
Belki de bu sonsuza varmadan geçirdiğim son sınavdı..
” hiç bu kadar iyi uyumamıştım ” dedim

okuma notları-bilmem kaç

kahramancayirli | 22 August 2008 11:01

en son okuma notlarımın üzerinden üç kitap okuyabildim: elif şafak-bit palas, perihan mağden-dünya işleri ve ahmet büke-alnı mavide…
perihan mağden’in şiir kitabını fellik fellik kaç zamandır aramadığım kitapçı kalmamıştı. almak izmire kısmetmiş. yetmişdokuz sayfalık dünya işleri’ndeki şiirler bana çok iyi geldi. çok dokunaklı, çok hüzünlü. radikal gazetesindeki köşesindeki o sopalı kadının altında meğerse küçücük bir kız çocuğu varmış. keşke romanla beraber şiire yeniden eğilse (yoğunlaşsa). hoş, belki de yazıyordur yeni şiirler, en kısa zamanda gün ışığına çıkarır inşallah..
elif şafak’ın bit palas’ı için söyleyecek pek bir lafım yok, müthiş çünkü. karakterler çok zengin, anlatımı çok iyi ve akıcı (genelde bu ikisinden birine sahip olur yazarlar, edebi açıdan yetkin olan yazar akıcı olamaz, akıcı olabilenler de edebi tarafı yetkin kılamaz). hiçbir edebiyatseverin kaçırmaması gereken bir romanmış. velhasıl, elif şafak’a devam. bit palas biter bitmez araf’a başlayacağım.
ahmet büke’nin alnı mavide’sine (hikaye kitabı) dün başladım. o da çok keyifli gidiyor, bakalım…
son olarak güzel bir haber: orhan pamuk’un masumiyet müzesi 30 ağustosta tüm kitapçılarda..

Son Oktav

Dejavuu88 | 19 August 2008 00:34

….Rıhtımda gemileri izlerken ceketinin iç cebinden çıkarttığı küçük ajandaya bir şeyler karalamaya başlamıştı. Henüz kızın ona bıraktığı mektubu açmamıştı. Ağlamaklıydı yıllar sonra, kaskatı kesilmişti..

Serdeki gururu ayaklar altına sererek ağlamayı seçiyorum. Hüznün, yokluğun şiddetli bin tokat ve munis duran benliğim hayata inat. Aynı şarkının damarlarında pıt pıt atıyorum Zor bu sefer dayanmak. Darbımesel yazarlar ne anlar halimden. Ayakları birbirine dönük, nutku tutuldu tüm doğruların. Yüreğinin yüzüne el sürdüğüm, yılları harcıyoruz, bir tek anı kazanmadan. Nasırlaşacak süprizler naftalin kokan çekmecelerde. Şişesinin dibine vurduğumuz kaçıncı emanet sevince diyet ödüyor varlığımız bir bilsek

benim aşk anlayışımda sorun var

photonnn | 18 August 2008 14:35

Uzun zamandır düsünüyorum, ve haleda çözüm bulamadım. Kendi içimde çelişki yaşıyorum. Sorunu size anlatmak için hikayeleştireceğim. Hikaye tamamen hayal ürünü, gerçekte böyle bir olay yaşanmadı. İki yıl önce bir kızla tanıştım, ondan hoşlandım ve çıkma teklifinde bulundum, o da kabu etti. İki yıl boyunca çok güzel vakit geçirdik, hayatımın en güzel anlarını onunla geçiriyordum. Ona gerçekten aşık olmuştum, yatmadan önce hep onu düşünür, uyandığımda yine onu düşünürdüm. Parkta el ele dolaşır, bir birimizin yüzüne bakarak gülümserdik. En mutlu anlarım ise onu yanağından öptüğüm anlardı. Sonunda evlenmeye karar verdik. Ailelerimizi haberdar ettik. Kısa zaman sonra da nişanlandık, düğün gününü de belirledik. Artık hazırlıklara başlamıştık. Düğüne iki hafta kala kız kaza geçirdi, yüzüne kaynar su döküldü. Yaşamsal tehlikesi yoktu, ama yüzü fena yanmıştı, yüzü sargı bezleriyle kaplıydı. Düğünü erteledik. Sargı bezlerinin açılma zamanı gelmişti, artık hastaneden ayrılabilirdi. Sargı bezleri açıldığında şok oldum, yüzü çok çirkinleşmişti. Benim güzel yüzlü sevgilimin yüzü basbaya çirkinleşmişti. Artık ona aşık olmadığımı hissetmeye başladım. Onunla yine evlenecektim, yoksa vicdan azabına dayanamazdım, onu çok acıyordum. Fakat bu benim için zoraki bir evlilik olacaktı. Bu durumda aşkımın ne kadar yüzeysel olduğunu fark ettim, demek ki kıza aşık olmamızın temel sebebi yüz güzelliğiymiş. Eskiden hayatamın en mutlu anları onu öptüğüm anlardı o tatlı yanaklarından, ama şimdi onu zoraki öpüyordum, yalnızca üzülmesin diye. Kendime kızıyorum, çünkü yüz güzelliği ya da beden güzelliği insanın elinde değildir. İnsan kendi yüzünün güzel ya da çirkin yaratılmasını sağlayamaz. Bu yüzden bir insanı bu özelliklerine göre sevmek, ya da bu özelliklerin bir kıza aşık olmada çok etken olması, çok ilkel geliyor bana. İnsanın ruhuna aşık olmalıyım, karakterine, huyuna aşık olmalıyım, yüzüne değil. Fakat böyle düşünmeme rağmen, ben de ilkelce davranıyorum. İçimdeki bu çelişki beni hasta ediyor. Eğer benim aşklarım böyle oluyorsa benim aşk anlayışımda bir sorun var demektir. Fakat bu benim elimde olan bir şey değil ki. Duygular, düşüncelerden bağımsız takılıyor. Düşüncelerle duygularıma hükmedemiyorum. Evet, sizce neden böyleyim? Bence çoğu insan da benim gibi düşünür. İnsanlar neden böyledir? İnsanları yüz güzelliklerinden dolayı sevmek adaletsizlik değil midir? yüzü çirkin olanlar ne olacak? insanları neden yalnızca ruh güzelligine göre sevemiyoruz?

Yenikapı ve 4.Murat

mehmetbastug94 | 14 August 2008 10:59

4. Murat
4. Murat

Yenikapı ve 4.Murat

Dördüncü Muradın bir hikâyesi vardır. Bunu bana Konya Selçuk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü 4. sınıftaki abim anlatmıştı. Direk hikâyeyi anlatayım ben sizlere;

4. Murat ve hanımı birgün otururlarmış bahçede. Sonra halkının içki ve tütün ithaline baktığında korkuya kapılmış ve ülkesinin geleceği için ; Tütün, içki ve fal bakmayı yasaklatmış. Birgün halkını denemek için saraydan sivil bir şekilde ayrılmış. Gitmiş bir teknecinin yanına ve demişki; Beni karşıya götür sana 10 akçe. Hemen demiş. boğazdan geçmekte o günün şartıyla 1 saat tekneyle sürermiş.Adam boğazın ortasında elini suya daldırmış ve 2 adet şişe çıkarmış.
-Bunlar nedir?
-İçkidir
-Padişahımız yasaklamıştır onu haberin yok mu?
-Var. Ama denizin ortasında kim görecek ki?
-Padişahın kulağına giderse kellen gider
-Boşver kardeş içeceksen al bitane
Padişahın bir anda gençken içtiği şarap tadı gelir ağızına ve alır içer bir tane.Tekneci elini cüppesine daldırır sonrada çıkarır.
-O nedir?
-tütün
-padişah bunuda yasakladı bilmiyormusun?
-biliyorum yahu biliyorum. Denizin ortasında bizi kim görecek? İstersen yak bitane.
Padişahın ağzına tekrar gençliği gelir ve alıp yakar bitane. Sonra tekneci bi kutu alır eline ve açar.
-O taşlar nedir?
-Fal taşları istersen bakayım sanada?
-Yas
-Aman biliyorum yasak yasak.

Historia de un amoR

Dejavuu88 | 31 July 2008 08:40

….Masanın bir ucuna yaslanmış, sofradakilerin siparişlerini esprili bir dille garsona aktarıyordu. Gülüşmeler ve ardı ardına başlayan sohbetler yüzünden doğru düzgün not edememişlerdi yemekleri ve o, her zamanki özgüvenli ve mütevazi tavırlarıyla bu işi de üstlenmişti.

  • Aynı anda hem zeki hem masum bakabiliyor oluşuna tav olmuştum. İnsanın ruhuna heybetiyle değil, inceliği ile yaslanıyordu. Lacivert gözlerinde bana ait bir düş evreni vardı. Lüzum görmüyorduk biçare sözcüklerle yormaya dudaklarımızı. Bumerang duygularımız geri dönüp sesimizi kesiyordu, bocalıyorduk ve savruluşuyla yeniden kendimizi buluyorduk her defasında. Bu sarhoşluğu izah edemez, gizli bahçelerde tohumlanan iklim çiçeklerini kimseye anlatamazdık; kendimize bile..
  • Koyu kestane saçlarına asla bir şeyler sürmezdi. Buğday tenli ve hafif yaralı bir yüzü vardı. Çenesinin yanlarında hafifçe bıraktığı sakallarıyla etkileyici görünüyordu. Elleri çok güzel ve ılıktı, parfümünün kokusu sersemletiyordu. Karşıma asla kılıksız bir halde geldiğini hatırlamıyorum. O akşam açık füme kumaş pantolonu, muzurluk peşinde bir çocuk misal omzundan salladığı aynı renk ceketi ve mavi gömleğiyle aklımı başımdan almıştı.
  • Ben de sade ama şık bir kıyafet seçmiş, mor elbisemin üzerine siyah ince bir hırka giymiştim. O zamanlar uzun ve dalgalı olan saçlarımı gevşek bir topuzla tutturmuştum. Ayakkabılarımı bile doğru düzgün giymeme fırsat vermemişti: “ geldim, küçük hanım aşağıya teşrif etmezler mi acaba”.
  • Bir dirseğini arabaya yaslamış vaziyette beni bekliyordu. Güzel sözlerin ardından nasıl göründüğünü sormuştu ve ümitsizliğin verdiği cesaretle “yanıma yakışıyorsun” demiştim.
  • Masada 24 kişi vardı ve en genç yüz bendim. Herkes şirketteki birilerinin dedikodusunu yapıyordu. Altı sayfalık bir cv ile onu havada kapmışlardı, kendisine yönelen hesaplı bakışlara aldırmıyordu. Çok zekiydi, masadaki çoğu bayan ona yanaşmaya çalışıyordu. Kavak yellerim olmamıştı hiç, sivilcem olmadığı gibi; ama ayaklarım o an için yere basmıyordu. Çünkü ben onun en iyi dostuydum !
  • Etraf ışıl ışıldı, mekan oldukça büyüktü ve zevkli biri tarafından dekore edildiği belliydi. Duvarda asılı tablolara bakıyordum.
  • Bu şarkıyla bu kadar içleneceğimi tahmin edemezdim. Ne kadar tutkulu, heyecan vericiydi gitarın sesi.. Bir an dikkatimi başka bir şeye yönelttim ve anında yanımda belirmişti. Beni dansa kaldırdı; gözlerinde birleşen iki denizin ortasında bir çift kürekle kalakalmıştım sadece..
  • Üzerime ok gibi fırlatılmış kadın bakışları ve onun kokusu arasında yalpalıyordum. Küçük bir kız için fazla ağır gelebilirdi bunlar. Biliyordum ki gecenin sonunda beni eve bırakmadan evvel bir yerlerde kahve içmek isteyecek ve yine “o”nu, “o”nun yaşattığı sıkıntıları anlatacaktı…Şu an umurumda değildi.

– Sizinkiler merak edebilirler, birazdan seni götüreyim ister misin?
– Hayır teşekkür ederim, bu güzel ağustos akşamını evde pijamalarımla geçirmek istemem.
-Öyleyse seni bu akşam bir hayli yoracağım, eminim bu sefer ayağıma basmanı gerektirecek yanlış adımlar atmam
– Ne kadar naziksin, ama hatırlatmasaydın keşke