bildirgec.org

hikaye hakkında tüm yazılar

Ekonlar

admin | 06 March 2009 09:43

Ekon
Ekon

Sevgili pilli network takipçileri; Sizlere yeni bir keşfimi açıklamaktan gurur duyuyorum. İşte karşınızda dünya üzerinde hiçkimsenin bilmediği yeni bir kavim: Ekonlar.

Ekonlar Muz Cumhuriyeti semalarında yaşayan (evet evet semada yani gökyüzünde) günümüze kadar keşfedilememiş bir kavim.
Efendim bu kavimin varlığından şüphelenmeye bundan 7 bilemedin 8 sene önce başladım. Ortalarda dolaşmayan insan içine karışmayı sevmeyen yani kısacası ayakları yere basmayan bir topluluk olarakta tanımlayabiliriz. Muz Cumhuriyetinin yerini soracak olursanız sizlere kesin bir şey söyleyemem ama Afrika’da olabilir herhalde oralarda muz bizde olduğunda daha fazladır diyebilirim.

Muz Cumhuriyeti
Muz Cumhuriyeti

Tik Tak-2

admin | 28 February 2009 11:33

Köpeğin sahibi benim adımı nerden bilebilirdi ki? Hem bu çevrede beni kimse tanımazdı. İsmimi cismimi bilmezlerdi. Ben onlar için sabah çıkan, akşam evine geri dönen hanım kızdım sadece. Etliye sütlüye karışmaz, sesi çıkmaz, ölse evinde kimseciklerin ruhu duymaz…Tipik yalnız kadın işte.

Şaşkınlığımı gizlemeye , gözlerimi küçültmeye çalışıp yaşlı amcaya doğru yöneldim. Önemsemiyormuşum gibi, normal bir olay varmış gibi baktım sadece. Ama karşımda hiç yaşlanmamış şimşek çakan mavi gözler , kır saçlar , ve kırşıklıklarla kaplı bir yüz vardı. Artık tepkimi saklayamazdım. Kuşkuş Dede! diye bağırıp alışkanlıktan kaynaklanan hareketle boynuna atlamaya doğru yöneldim. Sonra yaşımı ve onun yaşını tartım, artık boynuna atlayamayacak kadar iriydim, ve o da beni taşıyamayacak kadar yaşlanmıştı…Sevgiyle bakan gözleri hiç değişmemişti ama.
-Çiçeğim senin burda ne işin var?
-Ben bu mahallede yaşıyorum Kuşkuş Dede, asıl senin ne işi var burda?
-Bende buraya yeni taşındım , burada böyle bir dükkan görünce içeriye girdim ve ilk gördüğüm köpeği aldım dedi.
İçimden benim sevebileceğim ve almak istediğim tek köpeği diye iç geçirdim.

Tik Tak-1

admin | 23 February 2009 18:31

Evden çıktım pet shop denilen o sıkıcı yerlere gitmek için. Aslında benim içim kaldırmaz pek oraları, her yerde bir kafes, tüyler , garip bir koku…Kafesler ürkütür beni… Bir an bizim mahallede arka sokakların birinde de pet shop olduğu aklıma geldi. Geri döndüm. Aramaya başladım sokağı. Kendi mahallemde yolumu bulamamaktan korktum. Acaba tek korktuğum kendi mahallemde yolumu bulamamak mı? Sanmıyorum hep yol bulmak, bir yerlere gitmek sorun oldu benim için. Hep bir kere gittiği yeri hemencecik bulabilen, her yeri tarif edebilen insanlara imrendim. Bu bir yetenek olsa gerek. Ben eksikliğini hissediyorum ama bu yeteneğe sahip olan insanlar onlara nasıl imrendiğimin farkında değiller, çaktırmıyorum. Gözlerimi kocaman açıp hayran hayran bakmıyorum.

Tik Tak

Galanthus | 21 February 2009 09:40

Tik tak
Tik tak, zaman geçiyor, bense elimde kâğıt kalem, düşünüyorum. Kendimi her zaman sevdiğim bir eylem olan yazmaya hapsetmek istiyorum, defterimin içine gömülmeliyim. Oturup saatlerde parmaklarım yorulup bileğim acıyana, keşke sol elimi de en az sağ elim kadar güzel kullanabilseydim diyene kadar yazmak istiyorum… Ama konu bulamıyorum…

Konu nedir ki diyorum kendi kendime bazen, bir yazar için her şey konu olur, hatta bir öykü yazarı için aynı bir fotoğraftaki gibi “o an” bile konu olabilir. Bir fotoğrafın anlatabildiğini, sadece uygun zamanı bekleyip, doğru yerde doğru zamanda çıkarılan bir deklanşör sesinin anlattıklarını, şimdi uzun uzun dallandırıp budaklandırıp, kalemin kağıdın üzerinde gezinme sesiyle anlatmak istiyorum. Uzun uzun ,ince ince bir oya gibi işleyip sonunda “oh be bu sefer oldu sanırım , bu sefer istediğim derinliği yakalayabildim, dibine vurdum” demek istiyorum. Tabiri caizse bokunu çıkardım da denilebilir. Dediğime göre tabiri caizdir zaten.

Saçmalama hakkı

Galanthus | 19 February 2009 14:21

Saçmalama hakkımı kimse elimden almasın…
Ben “ben” olarak içimdeki tüm bencilliğimle istediğim şeyi söyleme, istediğimi yazma hakkında sahibim, çektiği fotoğraflar bile bunu anlatır.Evet, ben , kötü bir fotoğrafçıyım,kadrajım berbattır, renklerden anlamam, zaten moda fotoğrafı da çekmem , tiksinirim moda fotoğrafından…

Benim amacım olanı yokmuş, olmayanı da varmış gibi göstermek. Malum objeleri insanın beyninden silmek , gerekirse tuz ruhu, çamaşır suyu ve arap sabunu kullanmaya hazırım.

Arap Sabunu demişken, çok severim kokusunu. İçime bir temizlik aşkı yayılır. İnsanların beyinlerinden objeleri sileyim derken kendimi elimde bez, gözlerini oyarken bulurum. Gözlerini silemediğim zamanlarda kezzap kullanmak isterim. O zaman boş boş bakan gözlerle fotoğraflarımı seyredebilirler. Ne de olsa insanların gözlerini silerken “crop” ya da “delete” yapmak imkanım yoktur. Hem delete yaparken , mazaallah tümden silerim o insanı piyasadan, ki bu hiç istediğim bir durum değildir. Ne gerek var insanları ortadan kaldırmaya. Benim tek istediğim gözlerini silmek , gözlerini sileyim ki gözlerindeki objeleri de sileyim sonra onlar benim fotoğraflarıma ve objelerime boş gözlerle bakabilsinler. Ancak o zaman çalışmalarımı anlayabilirler.

Endirsin

linet | 18 February 2009 18:01

Midem ile kalbim arasında oluşan bu ağrı, nefes almama izin vermiyor. Derince iç çekmek istiyorum ama başarılı olamıyorum. İştahım da azaldı, hele uyku uyumak imkansız hale geldi. Arkadaşım diyor ki “ Aşık Oldun” galibaa.. Hayır diyorum aşık falan değilim, sadece benim modelim böyle çabuk ısınıyorum, bu da su kaynatmama sebep oluyor, sonra buz gibi soğurum biliyorum … Gülüyor banaa, gülsün ne yapayım..

Barcelona Barcelona adlı filmi izlerken, ordaki kontrollü kadın karakter ile kendimi özleştiriverdim, sonradan kendisinin bile inanamadığı şeyi yapıvermişti.. Yaaa bende bu çok kontrollü halim dışında içgüdüsel olarak hareket edersem neler olurdu… Saçmalamamalıydım, bu hayali bir kahramandı sörsinin uydurduğu, benim hayalini kurduğum..

Belgesel Film…

| 13 February 2009 09:55

Soru: Genellikle takip ettiğiniz televizyon programları?
Cevap: Belgesel Film.

Nanook of the North
Nanook of the North

Belgesel Film (Documentary)
İnsan duygularının ön planda olmadığı, eğlenceden uzak, tarihsel, sosyal, bilimsel ya da gerçek olaylarla ve kurguya dayanmayan konularla ilgilenir. Gerçeğin kendisini iletir. Bu tür filmler, tamamıyla belgelere, gerçek insanlara, gerçek mekânlara ve gerçek olaylara dayanır. Belgesel filmin genel amacı; bildirmek, öğretmek, eğitmek, inandırmak ve coşturmaktır.

Bu terim, Fransızların kullandıkları “documentarie” kelimesinden alınmış ve ilk defa John Grierson tarafından, Robert Flaherty’nin 1926’da çektiği “Moana” adlı filmin eleştiri yazısında kullanılmıştır. Gerçeği, bir öykü çerçevesinde değil, gerçekliğinin kendi dramatiği ile aktarır. Lumiera’nın çektiği ilk gerçekçi filmler, bu türün ilkleri olarak görülebilir ancak, dünya genelinde modern anlamda belgesel sinema Robert Flarherty ile başlamıştır.

Nanook of the North : www.filmreference.com
Nanook of the North : www.filmreference.com

Belgesel filmin ilk örneği, Flarherty’nin 1922 yılında çektiği “Nanook of the North” (Kuzeyli Nanok) olarak kabul edilir. Ancak bu tür, sinema tarihine birdenbire ortaya çıkmamış, bir takım süreçlerden geçerek oluşmuştur. Bu yıllardan da öncesine dayanan teknik ve konu bakımından önemli gelişmeler kaydedilmiştir.

DESTANSI AŞK HİKAYELERİ 1: TAHİR İLE ZÜHRE

fyalcin | 12 February 2009 18:02

Tahir ile Zühre dendiğinde ilk akla gelenler sonu acıklı biten bir aşk hikayesi ve Nazım Hikmet’in o güzel şiiri.

Tahir ile Zühre Meselesi

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Sen Bakar mıydın?

dimoedes | 06 February 2009 12:53

Yıllar önce bir kitaptan okuduğum hikayeydi birden aklıma gelidi ve sizinle paylaşmak istedim.
Sınıfta öğretmen öğrencilerine bulunduğu durumdan bahseder ve bitidiğinde yorumlarını almak istediğini söyler : ‘Evimde bakmakla yükümlü olduğum bir insan var. Yerinden kalkamıyor konuşamıyor. Altını biz değiştirmek zorundayız acıktığında yada altını pislettiğinde sadece ağlıyor durumunun ne olduğunu biz anlamak zorundayız. Sürekli onunla ilgilenmemiz gerekiyor. Gündüzleri uykusunda bir sorun yok ama geceleri çok fazla uyuyamıyor ve ilgilenmediğimiz zaman ağlıyor.”Sizin evinizde böyle biri olsa bakar mıydınız?’ diye soruyor.. Sınıftaki öğrencilerin büyük bir çoğunluğu hayır diyor evet diyen kısım ise yarım ağız bunu söylüyor.. Bu tepkilerden sonra öğretmen şunu ekliyor : ‘Benim kızım daha 3 aylık’Hikayeyi sonuna kadar okumadan önce kendimi öğretmenin yerine koymuştum ve Allah yardım etsin demiştim ama sonuna geldiğimde çok daha farklı hissettim. İkilemde bırakan bir hikaye. Peki sizin tepkiniz??

Kitapçı

ozanTi | 29 January 2009 14:58

Bu öyküyü nerede okuduğumu hatırlamıyorum.Muhtemelen bir röportajda okumuşumdur ama notlarım arasına alırken nereden aldığımı yazmamışım.Şimdi ne yazayım diye düşünürken aklıma geldi de notlarıma baktım.İlk okuduğumdaki lezzeti bulunca buraya aktarıyım istedim.Öyküyü buraya aktarıp kendi öykümü de eklemek istiyorum.

Kitapçılık yapmaya karar verdiğim günlerdeydi.Yani, dükkânın henüz boyandığı,rafların ev vitrinin filan yapıldığı sıralar.Kitap almaya başlamamışız daha.Bir akşam, akrabalar eve konuk olarak gelmişlerdi.Yaşı elliyi aşmış bir kadın…Çocuklarının kimini avukat yapmı,kimini mühendis…Evdeki kitapların çokluğuna baktı baktı da… “Evladım” dedi, “Sizin için güç olmayacak mı dükkânın kitaplarını önce eve getirip sonra dükkâna taşımak?” Sağa sola küme küme yığılmış bunca kitap, ticaret için değil de, sadece okunmak için alınmış olsun… “Tövbe yarabbi!”

Bu okuduğunuz bir yerden aldığım öyküydü.Aşağıda okuyacağınızsa benim öyküm: