bildirgec.org

hayal hakkında tüm yazılar

Dizüstü Mutluluk – Yalanmış!

admin | 05 March 2009 13:42

İşte o gün başladı herşey
Birgün kumdan bir şato yapmaya karar verdik seninle
Denize inat, rüzgara inat, kötülere inat…
Acelemiz yoktu hiç, çünkü sevgi kattık biz kumlara
Kimsenin gücü yetmezdi şatomuzun bir duvarını yıkmaya
Öylesine muhteşemdi ki şatomuz,
Öylesine büyüktü ki…
Herkez kıskandı şatomuzu, kimbilir kumsal bile…

Büyülü şatomuzda buluşmaya başladık seninle.
Hayallerimizi büyütürken dünyamızı küçülttük.
Öylesine büyüdü ki hayallerimiz, şatomuzun odalarını doldurdu.
Kapattık odaları birer birer hayal yüklü sandıklarla,
Bir gün açmak üzere…
Öylesine küçüldü ki dünyamız, kabına sığmaz aşkımız kumlara bulandı
Bir gün temizlenmek üzere…

Marijuana Yapraklı Kravat

admin | 04 March 2009 10:18

Başlık aklıma geldiğinde keşke olsa böyle bir şey diye hayal etmekten alıkoyamadım kendimi. Şöyle çok sıkıldığımız, çok bunaldığımız anlarda bi yaprağını çekip sarsak, tokasındaki hazneden kağıdı çıksa. Ne güzel olurdu bir düşünsenize.
Daha sonra kravatı suladıkça zamanla yeni yapraklar çıksa üstünde. Siz kravatınıza ne kadar iyi bakarsanız o da o kadar güzel ürün verse size.

Hayal dünyasına adım attıkça; sıradışı ama nedendir bilmem, çocukluğumdan beri “öcü diye bir şey yoktur.”, “filmlerdeki karakterler senaryodur, bilgisayar animasyonudur, gerçekte yoktur.” gibi realiteye ait unsurlara bir türlü inanasım gelmiyor. Bu daha sonra ayrıntılarla değinmek istediğim bir konu, çünkü kendim hakkındaki bazı “kritik” sorulara yanıt bulabilmiş değilim.

TRAJİKOMPLİKE

admin | 28 February 2009 18:02

Rüzgara kapılmış gidiyorum ben…

Mümkün mü? 2 yanımı da alıp gitmem… O kadar soyut olabilir miyim?Hayal ederken bile şu an yaptığım gibi onu gerçeğe dönüştürme çabam, herşeyin illa bir gerçekliğe kavuşması gerektiğini vurgulamıyor mu zaten? Hayallerimin amacı gerçeğe ulaşmaksa;ya da her hayalin sonu gerçekse, güzel olan hayal değil de sonsuzluk,sınırsızlık olsa gerek. Sonu yok çünkü hayal kurmanın. Özgürlük güzel olan yani.Özgürce düşün ve özgürce sınır koyma işte. Nereye istersen oraya git,anında, yanına iki kanat almayla biter iş. Ve bir gün gerçekten de git. Ve bir sonraki gerçeğe devret bir sonraki hayalini… Güzel olan gerçek mi yani bir de şimdi? Yani,güzel olan özgürce bir gerçek olsa gerek.

var mıyız yok muyuz?

nazokiraze | 13 February 2009 11:29

Yaşlar henüz büyük değilken, pembiş pembiş hayallerle yaşadığımız zamanlarda ki düşüncelerimizi, hayallerimizi, umutlarımızı düşünüp ulan neymişiz be diyenimiz var mıdır acaba? Bazen sırf büyümekten bu yüzden vazgeçiyorum, yaş ilerledikçe , aslında bildiklerimizin öyle olmadığını, yapmam denilen şeylerin yapılmaya mecbur olduğunu, sevilmeyenin sevildiği, sevilene sahip olunmadığı, kötü bilinenlerin iyi, iyi şeylerin salakça oldugu öğrenilen bir dünyaya daldık.

O sıralar aşık olunan Thomas Anders, John Eric Hexum türünden 80 li, 90’lı yıllar yakışıklılarıyla tanışılacak, hatta evlenilecek olunursa asla soyunulmamalıydı, öyle cıbıl cıbıl çıkılırmı sevdiceğin yanına. Ne ayıp şeydi, zaten onlarda soyunmazlardı, hele kilot ve kara çorapla komik duruma düşen erkeklerden hiç değillerdi. Onların belki de hiç kilot giymeye gerek olacak organı bile yoktu. Sadece karşılıklı canım cicimle geçecekti evlilik nede olsa.
Belli yaşlarda kimin uydurduğu belli olmayan efsanemsi şeylere inanır, ona göre plan yapar, umutlanır ve yaşardık. Belki şimdi bizim o yaşımızda olanlar da aynı durumdadır bilemiyorum. Mesela yakışıklı erkeklerin asla kaka yaptıklarını düşünemezdim, benim sevecegim erkek benimle evlenirken biz asla kaka yapmazdık, yada birbirimiz evde yokken tuvalet ihtiyacını giderirdik. Öyle ya insan tuvalete girdiğini nasıl belli eder o yakışıklı ilkokul çocuguna.(güzel kızlar minik kaka yapar)

GÖZLERİ KAPAYALIM,YENİDEN DOĞALIM

il mare | 11 February 2009 18:24

Hadi biraz oturup tüm yalanlar arasından henüz doğmamış gerçeklerden bahsedelim.doğmaya yüz tutup yarıda bırakılmış,tamamlanmamış,kimi zaman fazla erken ve çoğu zaman da fazla geç bizi bulmuş ya da kendimizi, ellerimizi kollarımızı saklandığımız yerden sağa sola sallayarak zorla buldurttuğumuz bi dolu şeyden… Ya da yok yok… Bunlar her yerde…Güzel çirkin, verimli verimsiz ,doğru yanlış da olsa birşeyler her biyerde,dışarı çıktığımızda kollarımızla bir sağa bi sola itiştiriveriyoruz hepsini bu havuzda boğulmamak için,kalabalıklar her yerde… Biz iyisi mi bi dünya kuralım kendimize… 🙂 Ve önce bizi değiştirelim gene.

Fear And Loathing in Las Vegas

mnc | 30 January 2009 09:52

Tam bir anlam karmaşası film olan Fear And Loathing in Las Vegas (artık Falilv diyeceğim) ya da Türkçe ismi ile Las Vegas’ta Korku ve Nefret kesinlikle ilginç ve bilindik filmlerin dışında bir film.

Bir Terry Gilliam filmi olan Falilv’in başrollerini ise Johnny Depp (Raoul Duke) ve Benicio Del Toro(Dr. Gonzo) paylaşıyorlar, aslında film için Marlon Brando ve Jack Nicholson düşünülmüş ama yaşlı oldukları için yer alamamışlar. 60’lar sonrasını anlatan filmin konusu işe şöyle, Raoul, Las Vegas’a portekizli bir fotoğrafçıdan yarışlar ile ilgili haber ve fotoğraf almak için avukatı ile yola çıkmış olan bir gazetecidir, ancak Raoul uyuşturucu müptelasıdır ve avukatının da kendisinden farkı yoktur, üstelik arabalarının bagajları ise 7’den 70’e çeşit çeşit uyuşturucu doludur, macera boyunca yaşadıkları her olay aldıkları uyuşturucunun etkisiyle kabus gibidirler ve sürekli sanrılarına göre hareket ederler.

Takip edildiklerini, zannederler, yoldan adıkları otostopçuya kendilerini normal gibi göstermeye çalışırlar, ancak yeterince korkutuculardır zaten.

İyi bir başlangıç..

pillibebekkuyuda | 12 January 2009 14:34

Onu, havaalanında, karşılayacaktım, başlangıcı iyi olmalıydı, bir ilişkinin..

Artık, çoluk çocuğa karışmanın zamanı gelmişti.. İleride ” Babanızı havaalanından almaya gittiğim gün, birbirimizi görür görmez, aramızda bir ışık bulutu oluştu ve göğe yükseldi, o anda işte hayatımın erkeğinin, o olduğuna karar verdim” diyebilmeliydim..Bu sefer gelişinde, beni, anne ve babasıyla tanıştıracaktı..

Acaba, görür görmez Türk filmlerindeki gibi, yavaş ve estetik hareketlerle, ona mı koşmalıydım, yoksa, kendinden emin bir şekilde, hafifçe gülümseyerek, yanıma gelmesini mi beklemeliydim..

Yeni yıl testi: yap ve 2009’a nasıl gireceğini öğren…

admin | 30 December 2008 14:14

1) 2008’de en çok hangi tür müzik dinlediniz?
A) Arabesk, uzun hava, sanat müziği veya slow tarz vs…
B) Türkçe pop, pop türkü, pop, rap veya hip-pap vs…
2) 2008’de en çok hangi tür film seyrettiniz?
A) Gerilim, korku veya dram vs…
B) Komedi, macera veya aksiyon vs…
3) 2008’de en çok izlediğiniz TV. Yapım türleri hangisiydi?
A) Dizi filmler vs…
B) Belgesel, eğlence, haber veya yarışma programları vs…
4) 2008’de en çok hangi renk kıyafetleri tercih ettiniz?
A) Siyah, gri, lacivert veya kahve tonları vs…
B) Mavi, yeşil, beyaz, sarı, kırmızı vs…
5) 2008’de en çok sahip olmak istediğiniz otomobil ne tarzdı?
A) Küçük veya orta büyüklükte binek otomobiller…
B) Büyük veya Jeep tarzı otomobiller…

SÜRREALİZMİN DAYANILMAZ İTİCİLİĞİ…

| 21 December 2008 12:19

SÜRREALİZMİN DAYANILMAZ İTİCİLİĞİ…
Boş bir sandalı dolduran gölge, ben miyim? Etraf zifiri karanlık ve sadece mehtabın yansıması ile ağaçların gölgesinde, sakin akan bir nehirde yol alıyorum. Puslu havanın sis dalgaları üzerime gelirken, nehir hızlanıyor ve küreklerin ağırlığı ellerime çöküyor, acıyor ellerim, çok acıyor. Kabaran nehrin sularında boğuşan pençelerimi artık hissetmiyorum. Beynimde çınlayan, göğün haykırması mı yoksa şelalenin gürlemesi mi, ayırt edemedim. Hiçbir şeyi ayırt edemiyorum, nehrin ejderha gibi dalgalarıyla kayalıklara çarpan sandal, yolun sonuna geliyorum. Birden bir ışığın belirmesi ile küçücük bir çocukken yaptığım resimlerdeki güneşin içinden geçiyorum, güneşin kavurucu sıcaklığı buz gibi olan yanağımı yakıyor. O da ne okyanusun tam ortası, nasıl geldim ben buraya derken sandal su alıyor. Masmavi bir su sızıntısı doluyor ayaklarımın altına ve ben yine üşüyorum. Kurtulmak için koyu maviye bakarken dipte beliren devasa gölge, soğuk okyanus sularını yüzüme çarparak bana bakıyor. Üç kollu, dişleri öne doğru ve yedi boynuzlu kamburumsu sırtı olan yaratık. Birde ortalık siyah beyaz kesiliyor gözüme ve gözlerim tabiri caiz ise yuvalarından çıkıyor, zıplıyorum ve birden açılan gözlerimle etrafa bakınıyorum. Kaybolmuştu yaratık, sağıma baktım birde soluma, kimseler yoktu etrafta. Bir oh çeken ben! sanki karşıki dağlar beni duyacak derken arkamdan gelen gürlemeyi duymuyorum, hayır duymayacağım. Dönemiyorum arkamı, bende tık yok, “nutkun mu tutuldu” diyeceksiniz ama tutulmamış, aniden dönecekken omzuma dokunan bir el üzerime doğru eriyor. Fakat dokunan el o kadar yumuşak ki bu yaratığın eli olamaz diye düşünüyorum. Birden gerçekten fal taşı gibi açılan gözlerim kapkaranlık odanın içine bakıyor. Yine mi diyecektim ki, “susadım” diyen bir sesle irkildim…

Evet, bu bir rüya idi, ama gördüğüm değil, yazdığım bir rüya.
Siz, hiç görmeden rüya yazmayı denediniz mi?
Hayata, hiç Sürrealist yaklaşanlardan oldunuz mu?