bildirgec.org

ego hakkında tüm yazılar

ego

luciferinneverland | 21 November 2007 09:20

insan garip bir mahlukat. ne yapar ne eder kurtarır kendini saçma durumlardan. insanlar “çok“a ayrılır. korkarım çokluktan kaçmak isterim insanlıktan.
ego insanın en büyük düşmanı. yanlış anlama başkalarının değil sadece kendinin de en büyük düşmanı.
ego ve ikiz kardeşi hırs…
bu ikizlerle tanışan insanlar bir daha kurtulamaz onların elinden. ilk başta herşey çok tatlı gelir sonra yavaş yavaş…
et kurtları gibi kemirir içten içten… kocaman yaralar açılır iğrenç kanlı ve irinli…
işte o çok’un diğer bir kısmı henüz bu ikizlerle tanışmamış olanlar bu yaraları görür ve tiksinir kaçmak ister ama bırakmaz onları sosyallik denen çok kişilikli kuzenleri…

Kahverengiye dönüsmüsüzdür çünkü…

| 05 November 2007 09:31

Dogdugumuz zaman yuvarlak ,keskin,saf bir yüzümüz vardir.icimizdeki evren bilincimizin kirmizi atesi yanar durur.Ama yavas yavas ….
bizi
ana babalar yer,
okullar yutar,
sosyal kuruluslar emer,
kötü aliskanliklar kemirir,
yas ise tüketir.
Sindirildigimiz zaman;tipki ineklerdeki gibi alti mideden gectigimiz zaman,pis bir kahverengi tonunda cikariz.

Yanmam Lazım

| 24 October 2007 02:36

Harcadım hırpaladım
çok zarar verdim beni affet
insan tuhaf ne hoyrat
ne şaheser ve nasıl ilkel hayret
kibir bir canavar gibi
bekliyor pusuda
tıpkı bir volkan gibi uykusunda
kalbini kurban veriyor
sen aşkın talibi o galibi
olmaya tutkun yok korkusu da
küçük bir hayat var biliyor
yanmam lazım daha yol almam lazım
kendimden caymam lazım zor…

Beste olarak egoya, güfte olarak insan ruhuna hitap eden şarkılara pek rastlanmıyor günümüzde.
İlk dinlediğimde bu şarkıyı, ya Sezen Aksu yazmıştır ya da Nazan Öncel diye düşünmüştüm. Yanılmamışım, söz ve müziğini Sezen Aksu yazmış. Özellikle sözlerdeki felsefi yaklaşım hemen belli ediyor Sezen Aksu menşeli olduğunu.

Egoyu tatmin etmek

blood sugar sex magik | 31 July 2007 16:22

ahh ne hıssediyorum bilmiyorum bile.. öz’ün zamanında yüklettiği şarkılar çaldıkça içimde buruk bir mutluluk konu bizimkiler filan değil konu ne onu da bilmiyorum. şu an garip bir duygu fırtınası yaşıyorum hemde koca bir hiç için… garip bir korku içimde, garip bi hal… her şey garip bugün… erol bey’ın dediği gibi garibiz be kardeşim… sürrealizm buymuş! tamam işte o benim! Öz’üm şiir yazıyormuş aklım ona da takıldı serbest şiirmiş… bu da düz yazı nesir miydi bunun adı? nesir ışte!…
bu da bir garip, bu yann tiersen şarkıları beni niçin böyle yapıyor vurgun yemiş gibi… nerede olduğumu unutuyorum akropolis’te buluyorum kendimi! bir anda o kadar çok amacım üşüşüyorki beynime, aklım zaten bir kaçışta hangisini yapacağımı şaşırıyorum, yapabilecek miyim onu da bilmiyorum… aklımdan geçenlerı boşaltıyorum ne gelırse aklıma sadece o kadar… serbest cağrışım bunun adı. aklına ne gelırse söylemek serbest çağrışımmış! ‘kişi susamayacağı yerde konuşmalı sadece ve sadece aştığı seyler hakkında konuşmalı’ diye okumuştum… öff daha okuyacağım çok sey var. ’20 yaş’ ne ki hayatın hangi noktası ki dante gibi ortasında bile değiliz! neredeyiz?.. akropolisteyiz! ne işim varsa orada!… hey ıstediğim yere giderim, şimdi de sicilyadayım biraz sonra da kalahari çölünde… insan olmanın en guzel yanı işte bu akıl! hani 2 lob filan var sağ, sol dıye. benim sağ lob çok gelişmiş, sanki hayal mahsülleri ofisinde çalışıyorum…müzikler dönüp dönüp duruyor bense serbest çağrışıma devam… gözlerimi kapatınca aklıma ilk gelen garip bi çocukluk anısı oldu, bugünkü konu belli zaten “her şey garip” çıkış noktası bu! benim çıkış noktam… kaçış noktam? “ben”! nasıl bir kavramdır böyle, kimiz ki biz? nereden gelip nereye gidiyoruz? sonra biraz düşündüm… iyi bir insansın be BSSM, herkes iyi olduğunu söylüyor dedim, sonra ne basit bir kavram şu iyilik dedim içimden. her şeyin cevabı iyi!! beni ben yapan cevap bu olmamalı!! iyinin nesi kötü ki? ama “ben kimim?” sorsunun cevabı iyi değildir.libidom mu beni hayata bağlayan tabikide o ! adı üstünde yaşama sevinci! iyi de ya bu gözlerim bazen niçin sebebsiz yere doluyor? her şeyimde sebebsiz yere oluyor sanki sebebini bilmiyor muşum gibi… işte kaçıs noktası bu! olanı görmemezlikten gelmek, hey sevdim ben bunu! insan nasıl yaşar yoksa dimi? derinlere dalmamam lazım. sığ sularda kalmalıyım. ya o derin sular beni içine çekerse ya geçeçeğini umduklarım geçmezse ya bir fırtına daha çıkarsa…”kurtaaarrr!! beni bu derin kör kuyudan! dibini bile göremediğim kahrolası boşluktan, tut elimi çek beni, koyma beni tek başıma!”…tek geldik be hayat, tek gideceğiz. uyudun uyanamadın olacak… gelirken bişi getirmedin ki giderken götüresin… hakkın yok!
-evet bir şeyim yoktu ama şimdi çok şeyim var. adları da kısaca “ŞEY” işte! ne garip şeyin çoğul hali EŞYA değil mi? arapça kökenli! nasıl bir ironi, yoo BSSM sen bu değilsin ki “görünüş sadece giysin”, “türk giysili Јαсqυelіne” hesabı! sahip olduğum tek şey eşyalar mı? ya ailem, dostlarım? insan onları neden sever, sevdiği için mi yoksa sevmeyi sevdiği için mi? biz nesneleri değil o nesneyi isteyen güdüyü doyurmayı seviyormuşuz. bilimin yüzümüze bir tokadı bu galiba, ne kadar acı! aslında her şey Öz’ün de dediğinden ibaretmiş ‘egoyu tatmin etmek’…
egoyu tatmin etmek ya da edememek meğer bütün mesele buymuş!…

OYUNCAĞIMI ELİMDEN ALDILAR!

miyazaki | 02 May 2007 10:09

Hepimizin küçükken öyle yada böyle mutlaka bır oyuncağı olmuştur,arkadaşlarımızdan ve kardeşimizden bıle kıskandığımız.sonra ergenlık falan derken bu oyuncaklar ya çöpe gıderler yada tavan arasında bır yerlerde yenı mekanında tozlanmayı beklerler.bızlerde zamanımızın çoğunu onunla geçirir iken hatta uyurken bıle yanımızdan ayırmadığımız bu sessız ama yününe tarafımızdan can katılmış canlıları terk ederız. çünkü artık büyümüş kocaman bir insan olmuşuzdur ve oyuncak dönemının tavan arasında kaldığını sanarız.halbukı öyle değildir büyüyüp insan içine karıştığımızda onların yerını başka şeyler alır. bu oyuncakların en önemlısı de bence İNSANdır insan dediğimiz varlığı bazen farkında olmadan oyuncak yerıne koyar bırısının yardımına sıcaklığına sesine sexine dokunuşuna tesellısıne ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda onlarla evcılık oynarız.fakat oynadığımız oyunu bılmeyen karşı taraf bu durumdan etkılenıp zarar görmeye başlar bır süre sonra, ama oyun oynanmıştır zaten. bırısı onun sahıbı diğeride elden bırakılmayan oyuncağı olmuştur çoktan.bızler bu durumu ençok eski sevgılilerimize yaparız eğer bırde kavgasız ayrılmış ama arkadaş olarak hala görüşüyor isek.eskı sevgılımıze yenı sevgılımızı anlatır onun kucağında başkası için salya sümük ağlar sonra barışınca onu bır kalemde yenısı gelınce attığımız oyuncak gıbı atarız herkes bızı terk ettiği zamanda onun arkadaşlığına sığınır ”benı senden başka kimse anlamıyor” dıye yakınırız.sonra oyuncak başka bırı tarafından içi ruhla doldurulunca başka bır sahıp bulur tabı, onun elınde oynamaya başlar.derken senınde yıne ay halın depresyonun yada ne bıleyım terk edilmişliğin tutmuştur işte cindy bebeğini attığın yatağın altından almak için eğilirsin ve boşlukla kalakalırsın herşeyın yerını sessiz bır çığlık halını alan şu söz kaplar OYUNCAĞIMI ELİMDEN ALDILAR!

Bağımlılıklarımız ve Özgürlüğümüz…

hypatia | 18 April 2007 20:52

Bağımlılıklarımız ve özgürlüğümüz…
Aslında başlangıç kelimem bağımlılıklar olsada ben özgürlükten başlayacağım. Hani şu dilimizde her an söylediğimiz “Ben Özgürüm” kelimeleri varya işte ondan.
Özgürlük…

Nedir bu özgürlük ? Gerçekten özgür müyüz acaba ? Özgürlüğümüzün sınırları nasıl belirlenir, nelere endekslidir ? Özgürlüğün kesinlikle mümkün olmadığı bir nokta varmıdır ? Kendimizi gerçekten özgür ne zaman hissederiz ? Veya gerçekten özgür olabilir miyiz ?
İşte bu kadar sorudan sonra bağımlılıklarımıza geri dönebiliriz.

Ebeveyn Olma İsteği, Çocuk ve Sanatçı Üzerine

admin | 29 March 2007 23:33

Ebeveyn Olma İsteği ve Çocuk Üzerine:

Canlı doğar, yaşar ve ölür. Bu arada neslini devam ettirir. Neslini devam ettirmek ister. Bu istek, içinde, başka hiçbir şekilde dolduramadığı boşluktan kaynaklanır. Bu boşluk ancak kendinden bir parça üreterek doldurula bilinir. Yaratarak. Herkesin günün birinde anne-baba olma hayali de bundandır. Kendi eseri olan, kendinin yarattığı, heyecan verici bir ürün. Kendi boşluklarını doldurmak için tasarlanmış yegane kalıplar. Ürettiği-yarattığı sonuna kadar onundur. Herkesin onu sevmesi, ona saygı duyması, ondan bahsetmesi hoşlarına gider, onları yüceltir. Bundandır ki onları önemli bir yerde, önemli bir insan olarak görmek isterler.Kendilerinin olmayana karşı sürekli dirençleri vardır. Çünkü en basiti kendi ürünü değildir diğerleri. Örneğin kişinin dışarıda ona ihtiyacı olan birisine yardım etme isteksizliği de bunun sebebidir. Etmez, edemez. Çünkü başkasınındır o, boşluğunu doldurmasına zerre etkisi yoktur.

Ego tamiri

kahramancayirli | 14 March 2007 14:33

İki yıldır Kurtlar Vadisi dizisiyle yatıp kalkıyoruz. Siyah takımlar giyip racon kesiyor, Çakır öldü diye gazetelere ilan veriyoruz. Zarar veren erilliği, sorunları konuşarak değil silahlarla çözmeyi toplum olarak ısrarla yeniden üretiyoruz… Ve işte, afyonu patlamış milliyetçiliğimiz üzerinden daha fazla para kazanmak isteyen akıllı film yapımcıları, bu kez hepimiz için, her yiğit Türk insanı için Süleymaniye’de kafasına çuval geçirilen Türk askerlerinin öcünü alıyorlar.20. yüzyıl boyunca Amerika ve Avrupa’da etkili bir propaganda aracı olan sinema ve çok hassas olduğumuz, üzerine cümle kurarken bile epey dikkatli olmamızın gerektiği milliyetçilik birleştiğinde ilginç bir karışım çıkıyor ortaya. Elbette bütün Amerikalı karakterler insani tarafları pas geçilerek kötü çizilecek, dünyaya bedel Türkler Amerikalılara hadlerini bildirecek. Kesin olan şu ki, bu film ABD düşmanlığımızı körükleyecek.Geçtiğimiz yıl Trabzon’da, Mersin’de ve ülkemizin başka yerlerinde ufacık bir kıvılcımla patlak veren milliyetçilik krizlerimizi, Sütçüler Kaymakamı’nın toplatılıp imhâ edilmesini istediği Orhan Pamuk kitaplarını düşünelim. Madem bu anlayışa göre bize bizden başka dost yok, çıkan arbedelerde kavga ettiğimiz insanlar düşman mı? Onlar bu ülkenin insanı değiller mi?Görünen tablo, eski Yeşilçam filmlerini anımsatıyor. Sinema salonlarına akın eden kitleler esas oğlan, senaryonun kötü adamını dövdükçe, koltuklarında oturan izleyiciler derin bir oh çekerlerdi içlerinden. Kurtlar Vadisi Irak filmi de aynı minvalde düşünülmeli: Esas oğlan Türkiye, kötü adam ABD’ye karşı! Bu bariz ego tamiri kuşkusuz en fazla filmin yapımcılarının yüzünü güldürecek. Perdede gördüklerimizden gururlanacak, “işte bu” diyeceğiz; “intikâmımız acı oldu”, “bize ilişmenin bedeli budur”…Kurtlar Vadisi Irak’a bilet bulmak zor, tüm seanslar dolu, kim bilir belki GORA’nın izleyici rekorunu da kıracak. Neticede film, sinema salonlarında aradığımız kırık dökük egolarımıza ilaç gibi gelecek. Peki, filmi izleyenlerin kendilerini Polat Alemdar sanıp rastladıkları masum bir Amerikalının boğazına sarılmayacaklarının garantisini kim verecek?

Ego, Süperego ve İd

aydindil | 09 March 2007 13:44

EGO, Id ve süperegonun baskılarından dolayı bir o yana bir bu yana haz ve suçluluk hisleri arasında savrulanın, yani kendinin, kontrolünü ele alandır. Ego, farkı fark eden zihindir. Ego asıl kimliğimizdir. İd kişiliğin biyolojik bölümünü, ego psikolojik ve süperego toplumsal bölümlerini oluştururlar. Kişilik üç ayrı parça olarak değil bir bütün olarak işler, yönetici egodur, yani benliğindir. Yani sensindir. İç gücündür.

Salt hazza yönelik dürtülerimiz, tatmin edilmesini istediğimiz dürtülerimiz, ilkel olan yanımız(ID) ile Toplumun, yakın çevrenin içselleştirdiği öğretilerin baskıları(SÜPEREGO) arasında denge kuran şey, egomuzdur.