bildirgec.org

çocukluk hakkında tüm yazılar

Çocukluk=Acı

melody park | 25 April 2007 22:07

”Unicef Çocuk Yoksulluğunun Önlenmesi Raporu’na göre, 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 83. yılını kutladığımız şu günlerde ne yazık ki ülke çocuklarının durumu pek de bayramlık sayılmaz. 15 yaş altındaki 5.6 milyon çocuk gıda ve gıda dışı yoksulluk içinde yaşıyor; 770 bin çocuk işçi olarak çalışıyor; 1000 bebekten 29’u bir yaşını tamamlamadan, 37’si beş yaşından önce hayatını kaybediyor…”

(http://www.yeniaktuel.com.tr/dun105,[email protected])

Yeni Aktüel’ün son sayısının kapağı ’23 Nisan’sız çocuklara ayrılmış. Günümüzde çocuk olmak eskiden olduğu gibi ‘şeker’ bir durum değil artık. Çocuk askerler, çocuk işçiler, sokak çocukları, suç işleyen çocuklar, madde bağımlısı çocuklar… Bunların her biri insanı derinden üzen birer insanlık ayıbı. Tüm bunlar bir yana içimi en çok cinsel istismara uğrayan çocukların durumu acıtıyor. Birgün çocuk ve seks/porno kelimelerinin yanyana aynı cümlede kullanılabileceğini hangimiz tahmin ederdi?

Anılarım-1(Yırtmaçlı Turuncu Pantolonum)

| 08 April 2007 01:12

Kendimi boşukta hissettiğim zamanlarda çok düşünürüm eskileri.Anılarım canlanır,yüzümde isteksiz bi gülücük meydana gelir.Karar verdim başımdan geçen güzel anılarımı yazacağım artık.Belki bana da iyi gelir…

10 yaşında ya var,ya yoktum.Taa o zamanlarda süslü bir kız çocuğuydum.Süslü,mini mini,bıcırık bir kız olmak çok hoşuma giderdi,ayrıcalıkmış gibi hissederdim hep.Arkadaşlarımla parkta bisiklet sürdüğüm güzel zamanlardı.İki kız arkadaşım vardı.Kız kardeştiler.Birbirlerinin tıpatıpı,boyları ağaç misali uzayıp gitmiş,iki kız çocuğuydu.Anneleri ikiz gibi göründüklerinden hep aynı giysileri giydirirdi.Birine aldığını diğerine de alırdı.Takım olarak dolaşırlardı hep.Ben de tek kız çocuğu olmam sebebiyle her istediğimi giyerdim.Giysilerimi annem gidip,beğenip,bana sormadan almazdı.Beraber gider,beraber beğenirdik.Turuncu renkte,kareli bir pantolon almıştık annemle.Yanlarında yırtmaçlar mevcuttu.Aldığımızın ertesi günü dışarı oynamaya çıkarken büyük bir hevesle giymiştim yeni cicimi.Annemin bana aldığı bebek kolonyaları vardı o zaman.Çocukluk aklı,onu sürmeyi de ihmal etmezdim yüzüme gözüme.Yine üstümün başımın batacağını bile bile,minik bir kız çocuğu ne kadar cilveli,süslü olursa o kadar süslenmiştim.Arkadaşlarımda dışarıdalardı.Büyüğünün adı Sevde idi.Büyüğü derken,benimle aynı yaşıttı.Ama ben küçük kız kardeş Banu ile daha iyi anlaşırdım.”Bakın bu da yeni pantolonum.Ne cici değil mi?”diye tanıtırken yeni giysimi,iki kızda da bir tuhaflık sevdim birden.Yüz ifadeleri değişikti.Umursamadım pek…Çocuk kıskançlığı işte.Beni sinirlendirebilmenin tek yolunun boyumla dalga geçmek olduğunu düşünürlerdi.Kıskançlıklarını,kaprislerini hep boyumla dalga geçerek çıkarırlardı.Ama ben hiç bir zaman umursamazdım.Cevabını verirdim.Onlara göre oldukça ufak boyluydum.Şimdi 1.80-1.85 civarındalar galiba,ben de 1.60 civarındayım.Hesap edin işte.Ben tınmaz bir şekilde eğlenirken,birden iki kız kardeşin bir araya gelip fısırdaştıklarını gördüm.Hoplaya zıplaya yanlarına gittim.”Ne var ne fısır fısır konuşuyorsunuz??” Büyük kız kardeş cevap veriyor “Hmm,şey,aslında bu pantolon kapri ama sen kısa olduğun için sana uzun gelmiş.Kapri olduğu anlaşılmıyor ki.”
Ben bu lafın üzerine, “Hahaytt boyu uzun aklı kısa kız,hiç mi yırtmaçlı pantolon görmedin.Cahilsin işte cahilsin.Kardeşinle aynı giysileri giymekten yırtmaçlı pantolon görmeye ve giymeye zamanın olmamış.Boyun uzamış ama aklın kısa kalmış.hehehehehe” diye cevap veriyorum.Bu sözü abimden öğrenmiştim.Boyu uzun aklı kısa…Belki anlamını da bilmiyorumdur o zamanlar.Sinirlenince yanaklarımın al al yanması o zamanlarda vardı.Ateş gibi yanan yanaklarımın hırsını çıkarmak ister gibi saç saça,başbaşa girdik Sevde’yle.Aman Allahım,ne kavgaydı.Annelerimiz çıkmıştı dışarı ayırmak için bizi.Çocukluk işte.Bir pantolondan nerelere geliyor konu.
Geçen yaz evlendi.Boyu benim bildiğim en son 1.85’ti.Küçük yaşta evlendi.Belki bir kaç cm daha uzar.Ama küçükken doğru söylemişim.Hakikaten aklını boya vermiş o.Hala da öyle.Evlenirken bile boyunun uzunluğundan,ve zafiyet geçirmiş gibi görünen zayıflığından meydana gelmiş olan sırtındaki kamburu görmemezlikten gelerek konuyu benim boyuma getirmeyi başarmıştı.Zavallı Sevde…Bir kompleksi vardı da biz mi farkedememiştik acaba??Şimdi evlendi,uzaklara taşındı,farketsem ne değişir ki:)

çocukluk

asymptot | 29 January 2007 17:13

çocukluk uzaktan bakınca güzelleşen karanlık bir dünyadır. dünyaya gelmeden önce yaşanan bağımlı karanlığın devamı. son günlerde iyice artan taciz, şiddet vs haberlerine rağmen sanki bütün bunlar biz çocukken yokmuş gibi herkes çocukluğuna dönmek ister. en azından çocukluğun belirli bir kısmına.

bazıları ise çocukluğa dönmekten öte, fiziksel olarak büyürler, zamanın geçmesiyle yaş alırlar ama 3 yaşında, 4 yaşında kalırlar. çevreyle kurdukları ilişkiler, insanlarla kurdukları ilişkiler hep 4 yaş aşamasındadır, yalnızca araçlar değişmiştir, oyuncaklar yerine “iş” geçmiştir örneğin.
gerçekten 3 yaşında olan bir çocuğun içinde 3 yaşında bir çocuk olması doğal ve sevimli iken 40 yaşında birinin 37 yıldır 3 yaşında kalması rahatsız edicidir hatta bana göre tiksindiricidir. geçen yılların hepsi boşa gitmiştir.

ben çok büyüdümm

nevdalist | 16 January 2007 21:07

BU BİR UYARIDIR, İLK VE TEK DUYGUSAL YAZIM OLACAK.

Bugün lünaparka gittim, sonra Cankurtaranda gezintiye çıktım. Epeyce zamandır gitmiyordum. Erol Taş’ın kahvehanesinin yerinde çok şık bir kafe vardı. Oturamadım. Önceden atlayıp Göksü deresine, şuraya buraya giderdim. Artık anlamsız geliyor. Eskiden bir bara gidip oynamak da çok cazipti. Artık o da anlamını yitirdi.
Bütün bunların bir sebebi olmalıydı. Çünkü herşeyin bir nedeni vardır. İlk önce tükettiğim için artık cazip gelmediğine karar verdim. Sonra büyüdüğümü, değiştiğimi farkettim. Oysa hiç değişmem zannediyordum. Bir yerlerde çocukluğumu bıraktım. Ki herkesin kırılma noktası farklıdır. Benim kırılma noktam; babamın ben 23 yaşındayken ölmesidir. O öldü, dünya da durdu. Kız çocukları için babanın çok daha farklı bir anlamı var. Otorite, güç, iktidar vb. bir sürü şey baba figüründe canlanır. O gidince yapayalnız kalırsınız bu koca dünyada.

Çocukluk anıları…

darjeeling | 28 December 2006 01:40

Benim babam zeka gelişimine takmış bir insandır.Çocukken yapbozlarla oynadım ben. Yaşıtlarım Türkçe’lerini geliştirirken babam bana İngilizce kelimeler öğretiyordu(Dur baba önce dilimizi kavrayalım). Ekmek bread’miş,kaşık spoon’muş (Herhalde bu sebepten İngilizce öğretmeni oldum.) ‘Anne-baba-ben’ sloganını bulmuştum, hep öyle uyudum ikisinin arasında.Sonra bir kardeş çıktı ortaya. Onun uzaktan kumandalı yarış arabaları mükemmeldi. Tabi biz kardeşimle mücadeleci insanlar olarak üstünlük yarışına girdik ve böyle şeyleri bir kenara bırakıp,doğallığı seçip, oklavayı kılıç, uyuduğumuz pikeleri pelerin yaptık,’Allah Allah’ çığlıkları atarak evdeki tüm camları yere indirdik.
Misafirliklere gittik her çocuk gibi. Hep arabada uyuduk, altımıza çiş yaptık, evde hep çarşaflar değişti, misafir evlerinde muşambalar serildi durumu bilen ev sahipleri tarafından.
Her zaman daha yola çıkarken ‘kaç ta döneceğiz?’ diyen ben oldum(bkz.hala misafirliklere bayılmam).
Ölümler de yaşadık.Daha salyası sümüğünden ayrılmayan ve olayın bilincinde olmayan kardeş kolay atlattı tabi bunları, ama büyük çocuk hep daha şanssız,bunu anladım, daha o yaşlarda.
Ebeveyn odasını karıştırdık.İlk o yaşlarda prezervatifi keşfettik dolapların en gizli yerlerinde, balon sandık, çok şişirdik çok, ama hiç haberleri olmadı bunu kullananların.(şimdilerde Marmara Denizi’nde dalgalara karışıp yüzen bu cisimleri görünce insan bir garip oluyor)
Yaş biraz daha büyüyüp okumayı çözdüğümüzde artık yatakta 4 kişiydik ve tuhaftır ki anne ve babanın okuduğu Teksas, Tommiks’leri okuyorduk.
Ben araştırmacı ruhuma engel olamayıp babamın eski mektuplarını bile buldum anneme yazdığı.Heralde bu saplantılı-duygusal-aşk durumlarına daha o zamanlarda ben esir oldum.
Kişilik problemleri de yaşadığımız oldu,hele hele ben..Tam kendini keşfetme dönemlerin.Ah o misafirlikler yok mu misafirlikler.’Gel bakayım oğlum buraya’ sesleri.Yok yok erkek kardeşime seslenmiyorlar, saçlar kısa ya,o seslenişler bana,bu sebepten bir anda kötü hissediyorsun kendini.(O misafirleri hiç özlemiyorum,duyrulur)
İşte sıkıntısı da vardır mutluluğu da vardır herşeyin çocukluk ta bile.. Bir kaç anı derledim size. Aramızda benzerlikler olabilir, en azından altımıza çiş yaptık kabul edin..

Rocker’lar çocukken!!

Kiba | 06 December 2006 14:33

Rock yıldızları küçükken nasıldı diye merak ediyorsanız, buyurun buradan yakın. İçlerinde kimler yokkki, Kiss elemanlarından James abimize, Sebastian Bach, Steve Vai’ye.. Çok süt oğlan sütmüş canım bunlar.. 🙂

futbol ayakkabısı ve bilgisayar

bildigimiz son sey | 16 October 2006 12:10

Soğuk ve karlı bir kış günüydü. Sonunda babasını ikna etmeyi başarmış, bilgisayarı aldırmıştı. Sevincinden yerinde duramıyordu. İki yıldır bu anı bekliyordu. Hızla odadan içeri girdi. Teknik servis çalışanları, bilgisayarın kurulumunu halledip gitmişlerdi.

Kapalı bilgisayarın o kocaman güç düğmesine bastı, fakat bilgisayar açılmamıştı. Hemen fişlere baktı, hepsi üçlü prize takılıydı ama üçlünün fişi bağlı değildi. Çarçabuk fişi elektriğe takıp düğmeyi tekrar yokladı. Bilgisyar açılmıştı.

Babası içeri girdi, oğluna baktı. Sevinci gözlerinden okunuyordu. Çocuk, bilgisayarın karşısına oturdu, pürdikkat ekranı izliyordu. Ekranda hızlıca gelip geçen yazıların hiç biri sabit durmuyor, sürekli değişiyordu. Sonunda beklenen yeşil ekran gelmişti. Çocuk heyecanla bilgisayarın disk düğmesine bastı, disk kapağı dışarı çıktı. Çocuk titrek elleriyle diski yerine oturttu ve tekrar aynı düğmeye bastı. Kapak tekrar içeri girdi.

GÖZLÜK

menese | 21 July 2006 23:53

Miyop olduğumu ortaokulun son sınıfında tahtayı görmede zorlanınca anladım..Hocanın gözüne çarpmamak için yer aldığım arka sıralar artık benim için eziyet verici bir hal almıştı..Ne kadar tembel olursan ol hocanın tahtaya yazdığı şeyleri görmek,anlamak ihtiyacı hissediyorsun..Bir yerde racon icabı olarak da korumam gereken mekanım olan arka sıralardan tahtayı görmem,ilk zamanlarda gözlerimi kısarak mümkün olabiliyordu..Ancak sonraları gözlerimi öylesine kısmaya başlamıştım ki bu sefer de hiç bişey göremiyordum..”Göz kısma”nın işlevsizliği beni yeni arayışlara itiyordu..Bir gün iğneyle delik açılmış kağıt kullanarak gayet net görebildiğimi keşfettim..Tabii bu aşamaya gelmeden önce deliği,elimin baş,işaret ve orta parmağını birleştirerek oluşturup,deneylerimi sonradan kağıt üstüne aktardığımı söylemeliyim..Elimi bu hale getirip de etrafa bakmam yanlış anlamalara,alaycı gülüşmelere yol açınca bu yöntemden vaz geçtim..Aynı şekilde gözümün önünde tuttuğum “delik kağıt parçası” usuluyle tahtayı okuyabilme çabalarım da öğretmenler ve arkadaşlarca doğal olarak pek tuhaf karşılandığında artık çaresizdim..Ne yazık ki gözlük edinmem şart gibi görünüyordu..Şu an bence de çok tuhaf ama o zamanlar bu zorunluluk bana ölümden de beter geliyordu..Sınıfta kalırdım hatta -gülebilirsiniz- ölürdüm de”dörtgöz” olmazdım..Bu durumda yapacak tek şey ufak ufak sıra atlayarak ön taraflara doğru yol almaktı..Böyle böyle en ön sıraya kadar gelmiştim..Ancak yine de tahtayı doğru dürüst göremiyordum..Ben de dersleri yanımdaki arkadaşın defterine bakarak takip etmeye başlamıştım..O aralar en korktuğum şey öğretmenin beni ayağa kaldırıp “oku bakalım oğlum tahtaya yazdıklarımı yüksek sesle” deme ihtimaliydi..Eee..Adı üstünde ihtimal..İşte o ihtimal gerçekleştiğinde sıradan çıkıp tahtaya iyice yaklaşıp okumaya başlardım..Öğretmenin “oğlum yerinden okusana,ne geldin buraya” laflarını da duymamazlığa gelerek tabii..Üniversite de dahil tüm öğrenimimi hiçbir mecburiyetim olmadığı halde “yarı kör” olarak geçirdim ki bana bile bu saçma inadım şimdi inanılmaz geliyor..Bu arada bir gözlük edinmiş ancak bunu deneme amaçlı olarak geceleri ya da beni kimsenin görmediğine emin olduğum yerlerde takıyordum..Bir de evde televizyon izlerken kullandığım bu gözlüğü sinemaya gittiğimde de gizlice cebimden çıkararak kullanırdım..Ve eşşek kadar olduğum halde hala gözlüğü tüm yaşantıma yayamıyordum..”Gözlük takma”nın bende böylesi etkili bir fobi oluşturmasının sebebi ne olabilirdi..Bu sorunu ancak otuzluyaşların sonuna geldiğimde ayrıntılı olarak düşünmeye başlamıştım..Dahası artık rahatca istediğim zaman gözlük detakabiliyordum..Bu aşamaya gelmemde yaşlanmanın getirdiği rahatlamanın önemli rolü vardı..Daha doğrusu gözlüğün bende oluşturacak artı “çirkinleştirici” işlevinin etkisizleşmesiydi söz konusu olan..Bir de “fobi”den kurtulmanın yollarından başta geleni olan “etkenin üzerine gitmek” teorisinin,yani burada gözlük takmayı kafaya takmamanın pratiği,önemliydi..Bu pratiğin artı bir değer olarak “yaşlı” kişide “karizma” yaratması da yadsınamazdı..Şimdi yukarıda dediğim gibi kendime de sorduğum ve üzerinde düşündüğüm bu “fobi” nin kökenlerine inersekşunları bulabiliyoruz:i. Her yaşta hareketi kısıtlayan gözlüğün,yerinde duramayan ve oyundan oyuna zıplayan bir çocuğa nasıl birengel oluşturacağını anlatmak gereksizdir bile..ii. Yine çocukluğumuzda tek tük olan gözlüklü arkadaşlarımızla hep bir ağızdan hem de nağmeli olarak “döörtgööz,döört gööz” lirikleriyle alay etmişliğimiz gerçeği var ki o aleti kendi burnumuz üzerine oturtmayıaklımızın ucundan bile geçirmemeyi kafamıza çakmıştır..iii. Bursa işi bir bıçak dahi,gözlüklü bir yiğidi kavga halindeyken söylenen “gözlüğüne bi sıçarım dünyayıbombok görürsün”lafı kadar yaralayabilir mi..iv. Özellikle yerli filmlerimizde görürüz ki en şahane kızlarımız,en yakışıklı jönlerimiz sadece bir gözlüktakarak çirkinleşir;çevresince küçük düşürülen,silik ve başarısız bir tip haline gelir..evet..evet..sadece bir gözlük takarak..hadi bakalım bu filmleri izlemiş bir çocuğa bu şeyi taktırın..v. Adı üstünde “gözlük” bir kusurun belgesidir..vi. Okulda bir aşağılanma nedenidir..Öğrenciyi “inek” olarak gösterir..Belki dahası vardır falan ama bu kadarı da bir çocuğun büyürken,beraberinde bir fobiyi de büyütmesine yeterde artar bile..