Hani insanlarda kalp denen bir organ vardır.Çoğu kimse o organın insanı yaşattığını sanır ama bilmiyorlarki kalbin bilinmeyen bir çok özelliği vardır.
Kalp insanları herzaman doğru yola sürükler ve en önemli şeyi sevgiyi,aşkı saklar içinde.Kimse ne zaman o sevgiyi kullanacağını bilemez herşey bir anda olur yani çatkapı olur.Hani derler ya ilk görüşte aşka inanırmısın diye o bazen gerçekleşir zaten o anda anlarsın olup olmadığını.
Normalde sevgi,aşk insanların birbirlerini tanımasıyla olur.Mesela ben kimseyi kolay kolay sevemem çünkü birine bağlanırsam o kişiyi kaybetmekten korkuyorum.Diye düşünürken Bir gün liseye başladığım ilk günlerde bir kız benim en sevdiğim Hastane Önünde İncir Ağacı adlı parçayı söyledi. Kim söylüyor diye baktığımda çok saf ve güzel bir kız gördüm.Güzel sesiyle beni büyülemişti.Dikkatli birşekilde onu dinledim ve gözümü ondan alamadım.Bir süre sonra onunla konuşmaya başladım aramız çok iyi olmuştu ama o beni en yakın arkadaşı olarak biliyordu.Ne yaptıysam açılamadım ona seni seviyorum diyemedim.
Tam 4 yıl boyunca onu sevdim bir türlü vazgeçemedim.Kafamdan silmeye çalışsam bile,kalbim izin vermiyordu.Her zaman aklıma geliyor daha doğrusu aklımdan hiç çıkmıyordu.Bir çocukla sevgili olmuştu.Ama ben hiçbirşey yapamıyordum hep onu sevdim,sevdim ve sevdim.Bunu yazmamın sebebi bir taraftanda içimde birikmiş olan duyguları açıklamaktı şuana kadar en yakın arkadaşıma bile söylemedim onu sevdiğimi.Biz birbirimizin dengiydik ikimizde neşeli,aynı şeyleri düşünen,gülmeyi seven vede aşka önem veren kişilerdik,ama o bu sefer yanılttı beni…Biliyorumki bu devirde gerçek aşk kalmadı varsada sayısı çok az.Keşke bende o eski zamanlarda yaşayabilseydim,o sevgiyi,aşkı tatmayı çok isterdim ama bu devirde böyle birşey çok zor.İnsan kimseye güvenemiyor…
Neyse aşk hayatınızda sizlere şans diliyorum…
aşk acısı hakkında tüm yazılar
Bir ‘doğru’ söyle bana
lemii | 14 June 2011 09:55
Biliyorum bunu hiçbir zaman okuma şansın olmayacak.Yazma sebebim de budur belki…Senin okumayacağını bile bile seni anlatmak.Elimden geldiğince.Daha doğrusu beni anlatmak.Çünkü bir zamanlar sen ‘ben’ değil miydin ? Hiç ben olmadın mı ? Biz hiç olmadık mı ? Bilmiyorum…Ömür boyu da öğrenemeyeceğim.Öğrensem,ne olur,ne değişir acaba? Bana yaşattıklarının daha kötüsünü bir daha yaşayabilir miyim ? Herşeyin bu kadar sonuna gelmişken…
Senden sonra hiçbişey istediğim gibi gitmedi.Her ne kadar sen gittiğini sansan da.Gitmedi işte.Tam anlamıyla mutlu olamadım mesela.Gülemedim seninle güldüğüm kadar içten…
Hayal Şiir
omeredz | 22 December 2010 18:48
HAYAL
Her zaman hayal kuruyorum
Lakin resmine bakınca rüyada olduğumu anlıyorum
Deryaya bıraktım şiirlerimi
Sana beni anlatsınlar diye
Ben huzuru senden aldım
Yıllar geçti unutamadım
Hergün sevgim arttı
Artık içime sığmadı
Yazdım güneşe ismini
Yazdım dağlara kaylara
Yazıdım ismini şu yüreğime
Bırakmaz bu bedende can durdukça
Ben seni hep kendimde aradım
Lakin hep bana uzak kaldın
Sana hiç kavuşamadım
Sen beni bir mum gibi yaktın
Ahh aşka aşina olanlar anlar halimi
Mest ediyor gülüşün beni
Neden sevmiyorsun bu mecnunu
Divane derviş eyledin sen beni
Karşılıksız Aşk
omeredz | 22 December 2010 17:28
Aşkın kadirini öğretti bana
Sevdim ben onu içimden kan aka aka
Ey yar ben sana meftunum
Sensiz harap ve bitabım
Öldürüyor yıldızları güzelliğin
Söndürüyor hem şemsi hem kameri
Özledim özledim seni
Aşkın mest ediyor beni
Ey yar yüreğimde oldun har
Sen rüyama düşende uyanmak bana zarar
Ağlatma bu garibi senden başka kimsesi yok
Sen siz yetimler gibi mazlumum
Gülüşündür yarama merhem ey aşk
Seni görende öğrendim ben aşk nedir
Seninle tutundum hayata ve rahmana
Ağlıyorum yana yana
Bir öğretmenler günü sana hediye alırsam bana gülme
Çünki aşkı bana öğreten sensin ey benim özgürlüğüm
Sen azad et beni kafesimden sensizlik bana zindan
Ey yarrr Huda aşkına beni koyma yoksun koyma aşkından
Bugün canım sıkkın
hayalicindegecti | 29 July 2010 14:05
Akşamdankalmalık değil sadece. Evet, kafam kazan gibi ama “o son kadehi ne diye içtim ki ?”den ibaret değil. Avucumun bir yerlerine hala duran ve sızlatan o incecik, büyüteçle bile göremediğim ve günlerdir çıkaramadığım diken de değil sıkıntımın sebebi. Sanki o diken yüreğime, yok yok beynimin bir yerlerine batmış gibi. Hah, tam öyle işte, anlatabildim mi? Şimdi anladınız mı?
Aynaya bakıp yüzümü beğenmemek mi? I-ıh… Yüz değil ki önemli olan, gözler de, gözlerin rengi de.. Bakışlar asıl olan… Bunu öğreneli çok oldu. Öyleyse aynadaki o sıkıntılı bakışın sebebi ne?
Ne tatsız bir sabah. Uyandığım andan bu yana peşimi bırakmayan şu sıkıntı.
Bol köpüklü sade bir kahve mi içmeli? Bilmem ki, sıkıntımı geçirir mi dersiniz? Yok yahu boşver, o sevdiğim fincan da dün kırıldı zaten. Oysa ne güzeldi o incecik porselenin dudağa değişi… Kahvenin damağa sıcak, kalın ve pütürlü yayılışı, hele o güzelim kokusu…
Yoksa üşenmeyip toparlanıp giyinip sokağa mı çıkmalı? Deli misin? Bu sıcakta ha? Zaten Nereye gideceğim ki? Bana kim gülümseyecek? Amaaan boşver.
Sıkıntının sebebi ne peki?
Son günlerde yeni bir tatsızlık olmadı ki… Olanlar hep eskiler. O halde eskileri ne diye kafanda evirip çevirip duruyorsun?
Köpeğin ölümü mü hala acıtan? Oo, üzerinden aylar geçti. Hem nefes alamaz olmuştu… 17 yaşındaydı düşünsene… Rekor kıracaktı neredeyse. O meşum akşamüstü yine kriz geçirdiğinde, veteriner onu uyutan iğneyi bir an önce yapsın, zavallının çektikleri son bulsun diye gözyaşlarıyla yalvarmadın mı?
Yoksa aşk acısı mı?
Sahi, niye günlerdir, haftalardır hiç aramadı o?
Aramaz tabii, aramasın da. Sen değil miydin “Bu sevda ateşten gömlekmiş diyen? Kurtulmalıyız bu sarmaldan” diye ısrar eden… Olsun, arasaydı eğer, belki sesini duymak ferahlatırdı… Soğuk sular serpilirdi yüreğine.
Yok yok, gitsin, küllensin, yok olsun o arayış.
Bilemediğim başka bir şey bu… Anlatamıyorum da zaten.
Uzun süredir görüşmediğin o arkadaşınla aranızda geçenleri yeniden hatırlamak mı peki? Hani adını tam koymasanız bile dostluğunuzu noktaladığınızı bal gibi bildiğiniz o gereksiz tartışmada sarfedilen sözlerin kafandaki resmi geçidi… Ufff ne kötüyü.
Keşke kabus görmüş olsaydım, ama değil, ne yazık ki değil.
Bu sabah eski üzüntüler tek tek kapımı çaldı.
Galiba en yenisi beni en çok sıkan.
Şu iş değiştirme planının suya düşüşü… Boşa kürek çekilen onca zaman… Harcanan çabalar, beslenen umutlar, o uzak ve yabancı kente dair kurulan hayaller. Hepsinin yıkılışı… “Üzülerek bildiriyoruz ki...” diye başlayan mektubu almak…
Of bilmiyorum. Başım ağrıyor. Umutsuzum, tükenmişlikle iç içeyim.
Hayır, istemem, kitap kapağı filan açmayacağım.
Müzik de çalmasın. Kapımı hele sakın çalmayın, sustum, gizlendim, yok oldum.
Beni bugün yalnız bırakın.
Aşka hasret kalbim
Elif Ece Tekin | 15 April 2010 09:45
Aşka dalıyor gözlerim,karanlık simsiyah bir gecede yanlızlığımı daha çok hissediyorum sen kokan odayı içime çektikçe.Bunları haketmişmiydim bilmiyorum ya da hep hayatın acısı kadınlardan mı çıkmalıydı bunu da anlamış değilim.Yıldızların içinde kaybolan bir yol gibiydi gözlerin,baktıkça sana ne çok ışıldardı oysa.Şimdi özlediğim o bakışlar düşman kesildi bana,ağladığımda yalvardığımda sert bir yürek gibi kesip attı içimi.Dağladıkça dağladı ,sanki zincirlere vurdu sana aşık kalbimi.Hiç bukadar acı çekmemiştim ,çocukluğumda yüzüme kum tanesi atan dişleri kırık dökük olmuş o çocuktan sonra.Sen ki beni mutluluktan havalara uçuran ,kalbimi biran olsun elinden bırakmayan sen ,şimdi okadar uzaksın ki bana.Ne bir ses geliyor ne de gölgen bile yok yanımda.Evimiz soğumuş buz kesilmiş,taş duvarları üstüme gelirken sabahı sabah etmek üzere sığındım yine gözyaşlarıma.
Gitmeyi ezberleyenleri durduramaz kapı kollarının tanıdık dokunuşları
kahvekokusu | 11 January 2010 09:33
www.fotolog.com
O gitti bir avuç tuz bırakıp kirpiklerime… Sırtımı yasladığım kayaydı şimdi devriliyorum yokluğunun üstüne. Zindan karası bir dehlizin yalnızlığını reva gördü, koynunda ısıttığı şiirlerimi ayaz bir geceye savurdu kül gibi… Yanık ve yarım bir sigara gibi kalakaldım, ne sönebiliyorum ne yanmamın anlamı var şimdi… O gitti aldırmadan alınmış hallerime, Süngüsü düşmüş bir savaşçı gibi kalakaldım ateşin orta yerinde… Kana susamış bir kurşun saplanıyor bu kez göğsüme… Kaç kez ölünür ki öldükten sonra?
Kefenime kan damlıyor vedalarından. Tırnaklarımla kazıyorum mezarımı, tırnaklayarak büyüttüğüm sevdayı gömüyorum içime… Layık mı bu sevda bu cinayete?
eskiye hatırlı anılarla kinaye – 2 –
talos | 14 December 2009 12:33
günahlarım sende kaldı…
doğrularda gördüğüm yalın kaderimdi ve geriye dönüp bakmadan bulduğum anılarım.
üzerimde duran aydınlık, adını paylaştığım hayat ve soğuk tenimde duran gölgeni alıp gittin. duyuyorum korkak sokakların çıplak seslerini. seninle geçiremeyeceğim anların hayalini kuruyorum.
ak teninde saklı naif, bir o kadar heybetli kokun. kokusunu senden almış kır çiçekleri haykırıyor gün batımının ufukta kayboluşuna, senin kayboluşlarına.
gittin…
Küçük Hanımefendi ; Belgin Doruk ve Hazin Son
kharis | 05 October 2009 10:51
Türk sinemasının küçük hanımefendi lakaplı biricik yıldızı , Yeşilçam’ın kraliçesi Belgin Doruk 1936 Ankara doğumludur. Çocukluk hayali olan artistlikle ortaokul yıllarında tanışır ve annesininde desteğiyle İstanbul dergisinin açmış olduğu bir yarışmayı kendisi gibi ilerde sinemanın kilometre taşlarından olacak “Taçsız Kral” Ayhan Işık ile birlikte kazanır. Arkadaşları okul sıralarındayken 1952 yılında Belgin Doruk sinemaya geçiş yapmıştır. İlk filmi “Çakırcalı Mehmet Efe’nin definesidir. Hemen akabinde 1953 yılında yapılan Güzellik yarışmasında ikinci seçilir. Duru güzelliği ve hanımefendiliğiyle kısa zamanda hüsnü tesir bırakır . Gamzesiyle ilgi çeken ilk yıldızlarımızdandır da diyebiliriz. İlk filmi Çakırcalı Mehmet Efe’nin Definesi filminde; Türkiye’yi ilk film kamerasıyla tanıştıran, Enver Paşa’nın yeğeni üstelik kendisinden 30 yaş büyük olan Faruk Kenç ile tutkulu bir aşk yaşar ve evlenirler. Sıradan bir insanken kendisini büyük bir servetin ve şaşanın içinde bulur. Yatlar, katlar, hizmetçiler, uşaklar… Fakat bu mükemmel tabloda bir eksiklik vardır muhtemelen. Sinemada ilk parlayışı 1960 yılında Ekrem Bora ile oynadığı Yeşil Köşkün Lambasıdır. 1964 yılında yönetmenliğini Orhan Elmas’ın yaptığı “Duvarların Ötesinde” adlı filmde Tanju Gürsoy ile başrolü paylaştı. Zeki Müren ile de birçok sinema filminde oynamıştır. Kendisi gibi İstanbul Dergisinin yarışmasıyla sinemaya adım atan Taçsız Kral Ayhan Işık’la sıkı bir ikili oluşturular.
Buradan aldığı “Küçük Hanımefendi ” serisi çok tutuldu. Çöküşün başlangıcı diye nitelendirdiğimiz olay daha genç ve yakışıklı olan Özdemir Birsel’e aşık olmasıyla oldu. Ne tuhaftırki eşinin yönettiği sinema filminde kullanılan Aydın yakınlarındaki Çakmak çiftliği Özdemir Birsel’e ait çiftlik evi kiralanmıştı. Faruk Kenç’ten boşandıktan sonra aşık olduğu yapımcı Özdemir Birsel ile evlenir. Bu evlilikten çok zaman geçmeden Birsel’in işkolikliği ve Doruk’a ilgisiz davranışları sebebiyle Belgin Doruk ilaç içerek intihar etmiş; eşinin zamanında yetişmesiyle kurtulmuştur. Ancak bu sefer de alkol tedavisi için yatırıldığı Lape’de korkunç günler başlamıştır onun için. Deli muamelesi görüp zincire vurulmasından tutun da hemşirelerden yediği fırçalar hakaretler sinir sistemini iyice zayıflatmıştır. Hastaneden çıktığında Çakıl Gazinosunda Zeki Müren’in de desteğini alarak başlayacağı şarkıcılık hayali de şarkıların sözünü unutmasıyla suya düşmüştür.
AŞK TEK KİŞİLİKTİR!
admin | 23 February 2009 10:28
Aslında “AŞK” kişiler arasında yaşanan bir şey değildir…
Aşk bir idoldür, gizemdir…
Tadı merak edilen tropik bir meyve gibidir.
Aşk zaten yaşanamadığı/ulaşılamadığı için aşk’tır. Cazibesi de buradan gelir…
İnsanoğlu yüzyıllarca bunun için göz yaşı döktü, dağları deldi, şarkılar yazdı ve besteledi. Aşkın ulaşılamazlığı, insanoğluna bunları yaptırdı! Çoğu insanın aşk diye nitelendirdiği şey; cinsel çekimden başka bi’şey değildir. Yani hormonlarının sana yaptığı küçük bir oyun….
Aşk aşk diye inleyen bir çok bedenin aslında tek arzu ettiği şey sekstir. Bunları birbirinden ayırt etmek gerekiyor sanırım. O yüzdendir ki ebediyete kadar aşkı arayıpta bulamayanlar olarak hep devam edecek olan bir mücadelemiz olacak…Haberiniz ola!