İçimde bir şeyleri kaçırıyormuşum gibi bir his… Nerede, neyi kaçırıyorum? Belki iç sesim. Sadece bu.’Evet, yanıt bu olmalı.’ dedi küçük melek; mavi kanatlarını çırparak ve beyaz tüllerin arasından sıyrılarak ve ağaç dallarının arasından kayboldu. Bunun için gelmişti belli ki.Bir filmde bir yazar, onun nereye gideceğini ben de bilmiyorum, yazarken ortaya çıkacak dedi, bana ait tonla şeyi bilmeden yanıtlarken…Sen benim kadar, sert olsaydın kimi zamanlar, – sert derken doğru sözcüğü kullandığımdan emin değilim- ne bu ilişki kalırdı, ne de bugün bu denli unutulmaz geçerdi.Senin sayende, benim değil.Bu benim hatam. Tamam, itiraf ediyorum. Delice üzüleceğim şeyler yapıyorum kimi zaman. Biliyorsun, bu kadar zamanda ne kadar hatalı davrandım.Senin hatan, belki ağzından çıkana benim sinirleneceğimi düşünmemekse; benim hatam, senden ayrıldığımda kahrolacağımı düşünmemek.
Yaptığım kötülük hem sana hem bana. Ben bazen moda girmiş ya da hipnoz olmuş gibi yapısalcı talıkılıyorum. (Tek düşünceye takılıp kalmış, sabit. Fikri zor değişir şekilde durduğum yerde duruyorum, belki günlerce)Esnek olmuyorum tersine, ne fena.Bir ömür üzüleceğim, dinlemiyorum o an/lar.Laf da dinlemiyorum.Oysa şımardık bütün gün birlikte, oyun oynadık. Kahkahalarla geberdik. Oyunun içinde kahramandık. An’ı yaşadık.
Sarıldık.Virgülsüz ve katıksızdık. Elbette eksiksizdik. Eksik olan bizi eksik görenler. Bu hep böyle.

Emir Kusturıca’nın kahramanlarından daha eğlenceli olan biz, en az onlar kadar başarılı olduk ‘bazı’ konularda.Huuup, bana söz ver!Ellerimi tut, (aynen böyle) şimdi. Ama bu kadar gülersen olmuyor ki…
Seni seviyorum. Sonsuz.(Kalbim çarpıyor, sanırım bu yazı beni heyecanlandırdı. Ama yine de, yine bu heyecanın içinde sen varsın.)