Vatandaşlara Modern San’atı Nasıl Sevdireceğiz?Vatandaşımızın sokaklara dikilmiş heykellere yönelik saldırganca hareketleri dikkatimi çekiyor. Dikkat çekmeyecek gibi de değil. Daha yenilerde İzmir’de Mozart heykelinin kemanını koluyla birlikte söküp almışlar. Ankara’da da Yüksel Caddesinde bulunan bir takım heykellere oralara takılan bilumum lümpen taifesi yapmadığını bırakmadı. Oraya yolu düşen herkes görmüştür. Caddenin ortalık yerinde dikilip geleni geçeni seyreden meçhul memur heykelinin önce burnu, sonra bacakları kırılmıştı, en son da kökünden sökülüp götürüldü. Neyse ki tamir görüp eski yerine tayin edilmiş. Kenardaki bankta oturan meçhul çiçekçi heykeli, elindeki çiçek buketini çok geçmeden kaybetti. Caddenin Atatürk Bulvarı çıkışındaki meçhul boyacının da sandığını yürütüler. Başka güzide şehirlerimizde bu çeşit vandallıklara daha çook örnek gösterilebilir.Tüm bu olayların ardından kafama bir soru takıldı: Şehir sokaklarındaki heykelleri korumak için ne yapılmalı? Bazı vatandaşlarımız, bunun için organizasyonlar kurmuş, facebook’ta sayfa açmışlar. Ancak bence sorunun kökeni daha derinlerde aranmalıdır. Asıl sorun insanlara sanatı sevdirmektir. Sanatı seven insan heykelleri kırmaz.Peki biz bu vandallara san’ati nasıl sevdireceğiz? Diyeceksiniz ki ülkemizde ilkokullarda bile resim dersi var. Her sene bu derslerde çoluk çocuğun eline boya ve kağıtları tutuşturup, “Hadi bakiim kabotaj bayramıyla ilgili resim yapın.” “Yerli malı haftasıdır, muşmula çizin.” filan denmiyor mu yıllardır? Buna rağmen insanlar nedense sanatı anlayamıyor ve sevemiyorlar. Yabancı ülkelerde ise sanat derslerinde sanat tarihi ve estetik konularını çocukların anlayacağı şekilde, uygulamalı yöntemlerle anlatmaya ve çocuğun ileride profesyonel olarak sanatla uğraşmaya eğilimi olmasa bile bu alanda belli bir kültür edinmesine çalışılıyormuş. Müzelere gitmek, sanat eserlerini inceleyip bunlar hakkında fikir yürütmek gibi şeyler yapılıyormuş. Bu dersler sadece sanatsal beceri kazandırmak için değil, öğrencinin genel olarak öğrenme ve anlayış kapasitesini geliştirecek dersler olarak ele alınıyormuş. Evet tamam, yerli malı haftası resmi çizdirmeye benzemiyor olabilir bu yöntemler. Ama yani sanatı sevecek kişi, öyle de sever, böyle de. Demek ki insanın içinde olmalı. Olmayınca olmuyor. O zaman bari vandalların sanat eserlerini kırıp dökmelerine engel olalım. Bu konuda yaptığım derin araştırmalar sonucunda, çözüm yolunu keşfettim: Tek yol, bu tür umuma açık yerlere konan heykelleri iletken bir malzemeyle kaplayıp, hafiften, hani şöyle çarpacak ama öldürmeyecek kadar, elektrik cereyanı vermektir. Kırmak, dökmek maksadıyla heykele el süren barbarlar cereyana çarpılınca neye uğradığını şaşırmalıdır. Bununla da yetinilmemeli, heykelin içine, heykele el sürüldüğünde harekete geçen bir sesli bir mekanizma yerleştirilmelidir. Bu mekanizmaya konacak ses kayıtları örneğin, cereyana çarpılıp ne oluyoruz diye afallayan vandala yönelik olarak, “Ne oldu? Gücüne mi gitti?”, “Geri bas yakarım!” veya, “El hareketi yapma lan!” şeklinde anlayacağı dilde cümleler olabilir (Bunlar bu dilden anlar). Bu durumda heykeli kırmaya gelmiş barbar kişi, “Bismilayiraamaaniraym! -cahil olduğu için besmeleyi de doğru düzgün söyleyemeyecektir- Heykel dile geldi!” diyerek daha da feleğini şaşıracak, ya can havliyle kaçacak ya da belki imana gelecektir: “Yarabbi san’at nelere kadirmiş, ben bu güne kadar hep sanat eserlerini kırdım döktüm, ama şimdi anlıyorum kıymetini diyecektir.Şimdi şehir sokaklarında bulunan heykelleri korumak için yukarıda önerdiğim çözümü despotik bulanlar olacaktır, zorla güzellik olmaz diyeceklerdir. Ancak, var mı muasır medeniyeti bilmeyen böylelerine elektrik vermekten başka bir yol? Kaldı mı? Eğitelim dedik, yukarıda bahsettiğim gibi, olmadı. Aslında bu kültürsüzleri, bu görgüsüzleri ibret olsun diye devlet opera binasının bahçesinde, Ayten Gökçer’le kıymetli eşinin heykellerinin yanında, darağacı kurup asmak lazım ama, merhametimizden, hadi dedik, yazıktır,asmayalım. Ancak san’atı ve sanatçıyı sevmeyen, hatta san’at gördüğü yerde saldıranlar cezasız kalırlarsa, iyice şımarırlar. Sonra da maazallah, Bastille’i basan baldırıçıplaklar misali Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ni basarlar, talan ederler. (Demeye kalmadı, o da oldu zaten.)Yarından tezi yok görüşeceğim ben sayın belediye başkanıyla. Kimse mani olamaz.Hem belediye heykelleri onarma masrafından kurtulacak, hem de nadide san’at eserlerimiz artık hoyratlıktan korunacaktır.Elitim, Doğruyum, ÇalışkanımYasam, modernizmi korumak, muasır medeniyetler seviyesini özümden çok sevmektir. Kültürü, san’ati öğretemedik insanlarımıza. Bir plastik sanatlar olsun, bir opera olsun, bir bale olsun, hala burun kıvırıyorlar. Oysa ki, yıllardır, operaya gitsinler, tiyatorayı, klasik müziği sevsinler diye neler neler yapılmadı. Radyolarda klasik müzik dışında bir müzik çalınması bile yasaklandı bir dönem. Anadolu’nun çeşitli kasaba ve köylerine klasik müzik ve opera götürülüp yöre halkına dinlettirttirildi. (Bazı yerlerde yöre halkından bazı kendini bilmezler nankörlük edip, konser hakkında fikrini soranlara “Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi” demişse de burada önemli olan iyi niyettir.) Okullarda da müzik derslerinde her vatan evladına, özel hayatlarında alaturka musiki, arabesk filan dinlemesinler, evrensel müziği sevsinler diye “mor koyun meler gelir” gibi parçaların blok flütle nasıl çalınacağı öğretildi. Bunlara rağmen evrensel, klasik müzik sevgisi gelişmiyorsa neylesin mabut.Hatta yıllar önce, hızımızı alamadık, eurovizyon’da avropalıya da operayı sevdirmeye çalıştık. Çetin Alp’in o unutulmaz parçasıyla: “Opera” 1983 idi sene. Yaşı çok genç olanlar bilmezler. Allahım o da ne? Eurovizyonda avropalı da kendi muasır medeniyyetine burun kıvırmasın mı? Puskuraraktan gülmesin mi opera’ya. Gördük ki, dünyanın çivisi çıkmış. Avropalı bile kendi değerlerini unutmuş. Meğer onlar da “şeykitapşekerim” gibi parçalara, göbek dansına, zurnaya layıkmış. Neyse, herkes layığını bulur eninde sonunda. Bakınız, Bayburt da CSO’nun konser prgramına dahil edilmiş. Hem de bizzat Cumhurbaşkanının talimatıyla.Efendim, kamusal alandaki heykellerin gördüğü zulümden yola çıkıp sanat eğitimine ilişkin eğitim politikaları ve kültür politikası gibi konulara geldik gördüğünüz gibi. Bunlar hafif konular değil, ancak hafiften değinilebilir konular. Kamusal alandaki sanat eserlerinin saldırıya uğraması sadece Türkiye’de görülen bir şey değil, her ülkede görülen bir sorun. Çoğu ülkede bir kamusal alanı kullanan tüm vatandaşların aynı kültürel değerleri paylaşması mümkün değil, zaten gerekli de değil. Bu yüzden bu alanlara konulan heykellerin saldırıya uğraması da sık görülüyor. Türkiye’nin ise zorla Batılılaştırma yoluyla modernleştirilmeye çalışılan kültür hayatının yarattığı özel durumlar da konuya trajikomik boyutlar ekliyor. Zaten Michelangelo’nun Pieta heykeli gibi özel olarak korunan bir heykel bile saldırıdan kurtulamazken, kabul etmek gerekir ki, sokakta ikamet eden heykellerin hiç şansı yok.