Kadın tek başına evinde… Tek başına balkonunda… Tek başına şehirde… Tek başına hayatta… Kadın yalnız kalmış sofrada. Kadın yalnız kalmış şişede. Kadın yalnız kalmış rakı bardağında. Derin bir nefes daha, zehirli ve acılı. Bir sigara daha… Düşünmekte… Yalnız kadın, yalnızlıktan nem tutmuş vücuduna kendi sarılır. Balkonundan şehre, hayata bakar. Kentin o ışıklı, yabancıl yanını görmektedir. Kendini görmektedir, boş sokaklarda, ışığı yanan pencereleri kapalı evlerde, balkonlarda ki insanlarda. Şehirdeki tüm kadınların acılarını, hüzünlerini bu gece tek başına üstlenmiştir, Ünzile. Acılarına, yalnızlığına, yaşayamadığı, yaşatmadıklarını düşündüğü kadınlığına hınçlanıp ta, erkeklere küfreder. Suçlu bulmanın rahatlatıcı huzuruyla bir dikişte içer rakısını Ünzile. Bu zamana kadar gördüğü, ağlayan erkekleri getirir gözünün önüne. Nefret ettiklerini, sevdiği adamları, babasını düşünür. Babası içini acıtır. Dayanamaz onun ağlamasına. Oysa zamanında ne çok canını yakmak istemişti babasının. Ne çok ağlatmak istemişti. Babasına inat evlenmişti Rıfat’la. Babasına inat başka şehre yerleşmişti. Babasına inat giyerdi o mini etekleri. Babasına inat koyu rujlar sürerdi. Babasına inat çocuğuna Rıfat’ın babasının ismini vermişti.Aslına bakarsanız Ünzile’nin ne çok inadı vardı. Babasına, annesine, kocasına, hayata, geleneklere, tabulara… İnat onun adı, kendisi, kadınlığıydı. Başka türlü baş edemeyeceğini düşünerek hayatla, inatla direnmişti hayata Ünzile. Belki adına yazılmış o şarkının verdiği hüzün yüzünden. Orta yaşlar da, eğitimli, kendi ayakları üzerine duran modern dedikleri o kadınlardan olsa da Ünzile, parayla satılan, çocuk yaşta anne olan Ünzilelere duyduğu sahiplenme hissinden direniyordu belki de hayata. Önceden sezinlemiş gibi Ünzilelere yazılan o sözleri.Ünzile içkinin de etkisiyle geçen gece olanlardan utanıyordu. Eski okul arkadaşlarıyla çıktığı o yemekte, Sezen Aksu’nun ‘Ünzile’ şarkısını ilk duyduğu anda hüngür hüngür ağlamasından utanıyordu. Oysaki şarkı da ki Ünzile’nin hayatıyla, bu modern kadının, bu şehir kadının hayatlarının hiçbir benzerliği yoktu. Ama Ünzile ağladı işte. Sanki kendisi için söylenmiş gibi tüm sözler. Sadece bir isim benzerliği olmasına rağmen, Ünzile kendi hayatı gibi benimsedi şarkının anlattıklarını. Şimdi balkonunda yalnız başına içen bu şehir kadını, kendi hikâyesiymiş gibi şarkıyı defalarca dinleyip hüzünlendi. Ünzilelerin, tüm kadınların acısını sırtlanarak.Az çok okumuş her şehir kadını gibi, o da karşı geliyordu törelere, satılan çocuklara, zorla evlendirilmelere. Ama Ünzile’nin karşı gelişi farklıydı. Onun ruhu inatlaşmayla, direnmeyle var olduğundan, ruhunda hissediyordu Ünzile’lerin acısını. Kendini onlardan sayıyor. Onlar için, aslında kendi için ağlıyordu. Utanmasına rağmen ağlamasını durduramadığı o geceden beri şarkı Ünzile’nin hayatının metaforu olmuştu. Öyle benimsemişti ki, asla mutlu olamayacağını, şarkının onun kaderini çizdiğini düşünüyordu. Belki yıllarca yalnız kalmasından, belki hep direndiğinden, hep direnmenin verdiği yorgunluktan, belki de kadınların hep ezildiğini düşündüğünden. Kim bilir belki de erken yaşta dul kalmanın baskısından.Ne çok inadı vardı, Ünzile’nin. Belki de bu inadından yalnız kalmıştı. Kocasını sevmemesine rağmen evlenmişti. Sevmediği adamı mutlu edememişti. Mutlu olamadığından mıdır nedir, erken göçmüştü Rıfat. Ünzile’yi daha mutsuz daha yalnız bırakarak. Ünzile yalnızlıkla bile inatlaşıyordu. İnadına evlenmiyordu. İş hayatında yaşadığı tacizlere karşı gelmişti. Sadece kendine değil, başka kadınlara yapılan haksızlıklara da karşı gelmişti. Karşı gelişinden dolayı defalarca kovulmuştu. İnadına devam ediyordu susmamaya. Etrafında ki herkes onu sürekli kavga eden, hır çıkaran inatçı bir kadın olarak görüyordu. Bu yüzden ona yakınlaşmaktan çekinirlerdi, onun kızacağı bir şey yapmaktan ölesiye korkarlardı. Bu yüzden onu sevemezlerdi. Bu yüzden ona sahte bir saygı duyarlardı. Bu yüzden kimse onun içini göremezdi, bilemezdi.Oysa Ünzile bu şehirde sevilmeye en çok ihtiyacı olan kadındı. Birinin onu yalnızlığından çıkarması gerekiyordu. Evet, inatlaşacaktı Ünzile. Yalnızlığına sarılacaktı. Ama karşıda ki inatlaşmalıydı. Bir inatçı bir inatçıya inanabilirdi ancak. Ama Ünzile için inatlaşan biri hiç olmadı. Güzel bir kadın olmasına rağmen, bu yüzden yalnız kaldı. Kişiliğinin insanlar da bıraktığı çirkin ize inat çok güzel bir kadındı Ünzile. İnadından sevdiği adama kavuşamamış, inadından sevmediği adamla evlenmiş, sevilmeye olan ihtiyacını inadından yok saymış ünzile, kadehleri ardı ardına devirmesine rağmen sarhoşlukla inatlaşıyordu. Erken saatte kalkıp işe gidecek biri için geç olmuştu saat. Zamanla da, bastıran uykuyla da inatlaşmak… Ve sonunda inadını kıracak olan yağmur. Ünzile’yi değiştirecek olan yağmur.Ona inat yağmur bütün hızıyla yağıyordu. Ünzile sırılsıklam, sarhoş, yalnız, mutsuz bir şekilde bağıra bağıra şarkıyı söylüyor. Tesadüf ya bu, şarkı da bile geçiyor yağmur. Daha da coşuyor Ünzile yağmurla beraber.— Yağmuru kim döküyor, Ünzile kaç koyun ediyor, dayaktan uslanalı, hiçbir şey sormuyor.Uslanmayan şehirli ünzile bağıra bağıra şarkıyı söylediği o geceden sonra hiç aynı olmadı. Yine inatlaştı ama kendiyle değil. Yine yalnızdı ama kendisiyle dolduruyordu yalnızlığını. Yine balkonunda içmeye devam etti ama sarhoşlukla inatlaşmadan. Yine hüzünlendi ama hiç o gece kadar değil.Günün birinde sevmeye, sevilmeye karar verir Ünzile. İşte şimdilerde beklemekte… Sevilmeyi, sevmeyi… Şimdilerde o yüzden tekrar tekrar çalıyor Ünzile parçası. Ünzile artık yalnız kalmak istemiyor. Ünzile artık tüm kadınlara değil, kendi kadınlığına sahip çıkmak istiyor.