Kahverengi ağaç tabut kapağı açılmış,kenarda duruyordu. Kardeşi ve oğlu birlikte indirdiler onu aşağıya, mezarın karanlık dibine. Kefenin içinde de olsa küçülüp kaldığı, hatta kuruyuverdiği nasıl da anlaşılıyordu. Tak, takkk… Beton kapaklar kapatılıverdi, toprağın kürek kürek üstüne atılmasındaydı sıra şimdi, o da bir kaç dakika sürdü. Toprak atıldıkça taze mezar tümsekleniyordu. Toprak yağan yağmurlarla akmasın diye kenarlara taşlar dizildi, en üste camideki törene gelen iki çelenk yatırıldı. “Özgen Ailesi” ve “Küçükesat Pasajı Esnafı“nın gönderdiği çelenklerin karanfilleri solmaya yüz tutmuştu. İmamın mırıldandığı kimi Arapça kimi Türkçe dualar duyuluyordu:
–Onu kabir azabından soru yarabbim.
Cenazeye katılan çocuklar ürperdiler, biri annesine sordu:-Fuat dedem yalnız kaldı ama karanlıka anne?
Annesi gözyaşlarını başındaki örtünün ucuyla siliyordu, cevap vermedi.Bu kadardı işte… İkindi namazı sonrasınraki cenaze töreni yarım saatte tamamlanıvermişti. Fuat Beyin adı kalabalık dağılırkenki sohbetlerin odak noktasıydı, zaman zaman kahkahalar da duyuldu:
–Bu Beşiktaş beni öldürecek dememiş miydi rahmetli?
Sahi, Fuat Bey yaşıyor muydu peki? Yoksa bir takım beklentiler, istekler, hesaplar, hırslardan uzaklaşalı beri yarı ölmüş gibi miydi?
Pasajın içerlek köşesindeki dükkanının tek süsü olan begonyayı sulamayı bile unutur olmamış mıydı? Ya kedisi? Arada bir getirdiği bisküvitleri iyice seyrekleştirmiş, ayağına sürünüp geçen kocaman sarı kuyruklu kediyi okşamaz olmuştu. Geçenlerde dükkan komşusu sormuştu da nasıl isteksiz cevap vermişti:-Fuat yahu, ne bu halin? Ne tavla oynamak istersin? Ne kebapçıya gidelim dersin… Ne bu halin böyle, dikişler mi yoğun? Moralin mi bozuk? Beşiktaş’tan beter oldun ha.
–Amaan be Kerim, şu söylediklerin de laf mı? Dikiş diktiren mi kaldı? Hep tadilat. Paca kısalt, omuz daralt. Hepsi bu. Tavlayı boşver. Kebap mebap da istemiyor canım. Bak, hanım bugün kızarmış patatesle köfte koymuştu bir çatal bile almadan açıp kapattım kutuyu, hadi al şu ekmeği, birer lokma yiyelim.
Çay da söylemişler ama Fuat Bey lokmaları ağzında evirip çevirip zor bela yutabilmişti. Herşeye karşı bir isteksizlik duyuyordu içinde. Birden karnının sağ tarafına keskin bir sancı saplanmış, nefessiz kalmıştı. Ayağa kalkmak istedi, onu da başaramadı.
Pasaj komşuları bir alt sokaktaki hasanenin acil servisine götürdüler Fuat Beyi. Tetkikler, tahliller, ultrasonografi, pet scanner derken sonrası çorap söküğü gibi geldi, teşhis konmuştu: LENFOMA.
Acil servis kapısından girdiği hastanede 15 gün kaldı Fuat Bey, radyosu hep elinin altındaydı, iki kişilik odada yatıyordu. Zaman zaman oda komşusu Kars eşrafından Hayati Beyle sohbet ederlerdi, tedavisi henüz kesinleştirilmemişti:
–Hayati Bey yahu, hastane insanda iştah filan bırakmıyor. Hanım buranın yemeklerini beğense de benim canım istemiyor. Eve çıksak da diyorum hanıma, et suyuyla güzel meyaneli bir mercimek çorbası yapsan…
Hayati Bey de şikayetçiydi hastane yemeklerinden. Ah, neredeydi o nar gibi kızarmış güzelim kaz eti? Ya tandırda pişerken kazın yağının damladığı o mis gibi bulgur pilavı?
Fuat Beyi iki hafta sonra taburcu ettiler doktorlar, tedavisi bir kaç tetkik daha yapıldıktan ve biopsi sonucu alındıktan sonra kesinleşecekti.
İkinci kattaki evinin merdivenleri gözünde büyümüş, bitmek tükenmek bilmez gibi gelmişti Fuat Beye, oğulları iki kez mola verdirdiler taşıdıkları beyaz plastik sandalyede oturtup dinlendirerek.
Evde sadece iki gün kalabildi, meyaneli mercimek çorbasından bir kaç kaşık içebildi ancak. Kanaryasının ötüşü bile tatsızlaşmıştı sanki. Afrika menekşeleri saksıda boynu bükük duruyordu, radyoda nihavend çalsa bile dinlemek istemiyordu.
Ev komşularla dolup taşıyorduı. Fuat Beyin kızının çalıştığı okul kıymalı pide yaptırıp göndermişti akşamüstü, ayran da vardı kutularda plastik tabaklarda dağıtıldı akşam yemeği, mutfaktan kavrulan un helvasının kokusu dağılıyordu. Hamarat hanımlar didinip duruyordu cenaze evine gelenleri ağırlamak için. Fuat Beyin 44 numara parlak siyah deriden makosenleri çoktan apartman kapısının önüne bırakılmıştı.
Sevim Hanım bir kez daha anlatıyordu uzak akrabaları Hayriye Hanıma:
–Bir lokma ekmeğe biraz tereyağı bal sürdüm yesin diye. Çiğneyemedi bile doğru dürüst, takma dişleri bollaşmıştı ya, öylece yuttu. Tuvalete gideceğim diye tutturdu, götürdük, sonra yavaşca uzandı kanapeye Bir baktım tuhaf bir ses geldi, sanki hıçkırık tutmuş gibi. Bir kez daha…İşte o kadar, sizlere ömür…Donuklaştı o masmavi gözleri, baktım nefes almıyor. Komşuyu çağırdık. Baktım eliyle gözlerini kapadı, kanapeden yere indirdiler Fuatımı, çenesini bağladılar. Yapmayın dedim, o sevmez… İnanır mısın boncuk çevresinden hiç ayrılmadı, koklayıp durdu ayaklarını… Bakar mısın? Kedisi bile inanamadı ölümüne…
Gözünden yaşlar süzüldü Sevim Hanımın anlatırken. Komşular koşturup bir kağıt mendil tututurdular eline, kolonya sürdü biri şakaklarına.
“Ah ah nur içinde yatsın” sesleri duyuldu salondan…
Erkekler kendileri için hazırlanan sofraya buyur edildi.
yorumlar
Uzun zamandır ilk kez böyle uzun sayılabilecek bir yazıyı, en ufak bir sıkılma belirtisi göstermeden bir solukta okudum. Anlatım çok akıcıydı çünkü. Yüreğine sağlık!
güzel çok güzel..
Ölüm kadar soğuk ve korkutucu ne var sizce hayatta? Pardon hayatta olunca ölüm olmaz di mi?Birisinin lafıydı çok tutarımÖLÜM VARSA BEN YOKUM. BEN VARSAM OLÜM YOKTURBazen ben öldüğümde acaba neler konuşacaklar diye merak ederim. Amaaaan ne konuşurlarsa konuşsunlar derim sonra da.
mavilikler, bir geceyarısı eve dönüp senin güzelim mesajınla karşılaşmak ne hoş…nasıl deliksiz ve huzurlu uyurum şimdi kimbilir…sağol…senin cenaze törenin çoooook geç olsun.ivandensovic sana da teşekkür ederim, iltifatına.majorlerbitti çok güzel bir söz o yahu…olum varsa ben yokum ben varsam ölüm yok..insanı ölüme karşı adeta koruyan bir laf…SAĞOL
..
yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesineevet yaşamak.acaba nazım hikmet’in buralardan taaaaaa binlerce kilometre uzak yadellerdeki cenaze töreni nasıldı? vera yenge helva yapmış mıydı o muhteşem ölüye?
olum vardi di mi, unutmusuz yine..Cok guzel bir yazi olmus..
pbk, ölüm yokmuş gibi yaşayalım
evet evet en iyisi, her gunu para gibi harcayalim..Hayat cok kisa..
öbür türlüsü yaşamak olsa bile çok şanssız yaşamak olurdu bence… düşünsene ölümü bekleyerek yaşamak, bugün mü yarın mı? yazı ya da sonbaharı göremeyeceğini bilerek hayata tutunmak mesela, ne acı…
ama belki o zaman hergününe hatta her anına daha bir değer vererek yaşardın
Sabah sabah ölüm okuyamayacagum.Pardon mi!
hakkaten ayakkabıları niye kapı önüne koyarlar? ruh gyip gitsin diye mi?
ruhun ayakkabı giymesi çok fantastik bir düşünce. hem o uçan varlığı yere çekmez miydi ayakkabılar?bence ayakkabı adeti, ölen adına hayır yapmakla ilgilidir büyük olasılıkla
hala saçma sapan şeylere inandığımızdandır..
Ölen kişinin cinsini belirler ayakkabı, ruh için değil..
şaman gelenekleri..
ölen kişinin cinsiyetini bilen zaten biliyordur. bilmeyenlerinde bilmesine gerek yok.. bu kadar merak bence iyi değil
valla bence de… ayrıca eski kuşaklar için kapı önüne “iskarpin” konur genelde… allah gecinden versin yeniler için “kanatlı adidas” filan konulursa cinsiyet kavramı zaten muğlaklaşacak.
:)), yoldan geçen biri ayakkabıyı görüp adını bilmese de cinsini bilip ruhuna bir ”El Fatiha” okusa gönderse fena mı olur yani..
peki PBK fatiha okumak için ille de ölünün cinsini mi bilmek gerek?
Ay ben ölünce, en pahalu en seksü ayakkabumu koysunlar vasiyetime yazayum.birde not düşsünler” rahmetli ayakkabu manyagu idi yanunda bi tane bile götüremedi” die.
harlem, merak ettim şimdi orada ne giyecez..
sanki ben oraya tur düzenliyom Akoni ya, hallam ya cık cık cık
bakarsın tur da düzenlenir belli mi olur?
töbe yalabbim ya! Cennet tur tek gidiş 🙂
valla ayakkabı pardon iskarpin esprisinden bu noktaya geldik.bir de KEFEN konuşsaydık neler söyleneceki düşünemiyorum.
kefenin konuşulacak nesi var?cebi bile yok.ve herkes için aynı. beyaz. 7 metreden biçiliyo. bu kadar.NESİ KONUŞULSUN?
kefenin cebi olsaydı, akibetimizi düşünmek istemezdim
akıbetimizde değişen ne olurdu ki? zengin ölüler fakir ölüler diye ayrılır mıydık?öldükten kelli… ister fakiiiiir ister zengin ol…sen hangi akıbeti tercih ederdin akoni?
yoo! cebi olmadığı halde insanlardaki hırs hiç bitmek tükenmek bilmiyor, bir karış toprak yüzünden insanlar katlediliyor. O anlamda iyi ki cebi yok demek istedim..Ben gerektiğinde bardağa bile ihtiyaç duymadan avucundan su içebilenlerdenim
helal olsun
valla, al benden de o kadar…
suları pırıl pırıl, berrak ve buz gibi bir pınardan avuç avuç su içmek…
Terzi Fuat Amca ölmüş, siz avuç avuç su için..
evet PBK, konu neyken nerelere atlanıyor… allah rahmet eylesin terzi fuat beye. ayakkabılarını da şimdi kimbilir kim giyiyordur.
vay anasına sayın seyirciler böyle şeylere inanan var mı hala bu hayatta.Ölüme karşı koruyan laf. ne bu be şaka gibi inanışlar.Allah korur ya da korumaz ey kul.
Bu cümleyi söyleyince ölmüyormuşuz mu..Diyelim o zaman..
he yaw aynen öyle düşünenler var hatta sağol diyorlar.şaka gibi
SENCEBENCEbenim öyle bir lafım yok.major yazmış “BEN VARSAM ÖLÜM YOK ÖLÜM VARSA BEN YOKUM” diye… çok güzel bir laf bence de…ama hangi laf ölümün önüne geçebilir ki zaten?
aha da bu laf senin değil mi? zaten bu laftan bahsediyorum.yok şaka gibi harbi şaka gibi
yok be şaka gibi aynen, mehmet metiner gibi yazarlarımız çoğaldı. önce de, sonra ben böyle demedim yo yo yo yani şakalarınızı başkalarına saklayın.
pardon pardon haklısın o cümleyi kullanmışım da o ümleden kastım ölümden korunup ölümden kaçabilmek değil doğal olarak…ölümün soğukluğuna karşı bu laf güzel kafa yürütüyor… düşünsene ölüm varsa sen yoksun, sen yoksan ölüm var…
ÖLÜM VARSA BEN YOKUMBEN YOKSAM ÖLÜM VARşahane bi laf… ANLAYANA!!!!HELAL MAJOR
Ölüm var ölüm, ölün de görüm..Bu lafın benim olduğunu düşünüyorum, birden geldi aklıma..
majora laf gönderen mi var yahu şaka gibiler ne de çok bu memlekette.bak ne güzel düzeltme yapmış hayaliçindengeçen.diyorum ya metinerler çok bu memlekette.
pardon, ”görün” olacaktı..
ölünce neyi göreceğiz?keşke gidenler bize bir anlatsaydı, örneğin canlı yayın yapabilselerdi toprağın altından:-ey faniler, toprağa gireli 20 dakika oldu. burası baya serin. hatta kefene sarılmasam üşüteceğim valla. kafamı kaldırıp sağı solu da incelemek istedim ama takkk diye bir şeye çarptım. yahu bu mezar kapaklarını niye bu kadar alçak koyarsınız ki…
sevgili seyirciler, dün reyting rekorları kıran yayınızı bugün de karacaahmet ten sürdürüyoruz, bakalım mevtamız bugün bize neler anlatacak?evet merhum bey kardisim sizi dinliyoruz:-öhö öhö…toprak burnuma kaçtı da…aaaaa burnumu sümküreyim derken yarısı elimde kaldı.
İşte, sorun o, göremeyeceksin, göz kapağını hareket bile ettiremeyecek vucudun artık toprağın olacak..Ben yine de toprağın ince atılması taraftarıyım, öldü sanılıp gömülenler için, kurtulma şansları olsun..
Terzi Fyat Bey öldü mü ya..
hepimizin hayatında bir fuat bey var, vardı ve onlar da AYNEN böyle öldüler.
sayın hayal içinde geçti ( rumuzunu böyle mi yazmalıyım diye kısa bir teredütten sonra)bu yazıyı nasıl görmedim, nasıl es geçtim, yayınlandığı gün nerdeydim kırda papatya mı topluyordum diye kızdım kendime. harika bir yazı olmuş. ellerinize yüreğinize sağlık!!( bu arada nasıl yazmam gerektiğinden emin olmasam da “hayal içinde geçti” çok hoş bir rumuz)
lavinya çok teşekkür ederim.