Biri ağlıyor kapının ardında… Belli belirsiz sesler duyuluyor. İki kişi mırıl mırıl konuşuyor sanki.Biri az önce ağlayan… Diğeriyse ağlamaya son verip konuşmayı başlatan olmalı.Seslerden daha genç olanı ağlayana ait. Kelimeleri hıçkırıklarla bölünüyor hala sıklıkla. Bazen bu aralar iyice uzuyor, yeni bir ağlama nöbetine bırakıyor yerini. Diğer ses, yani olgun olanıysa hep aynı sükuneti korumayı sürdürüyor inatla. Duymuyor sanki ağlamayı. Duymayınca gözyaşları yok oluyor sanki.”Anne!” diyor genç kız. “Yapamam! Daha 15 yaşındayım.” Anne bunu da duymuyor. Devam ediyor anlatmaya boyuna. Genç kızın yapamayacağını söylediği o şeyi sesinde çın çın çınlatarak…Kız ağlamıyor artık. Konuşmuyor da. Görülmüyor ve duyulmuyor çünkü. “Ne zaman gelecekler?” diyor birden. Ne kadar zaman geçti konuşmayalı, hatırlamıyor. Ama bu soruyu sorabilecek kadar uzun olmalı. Birkaç dakika da olsa birkaç saat te, aynı derecede uzun, çok uzun bir zaman… Küçük bir kızın büyümesine yetecek kadar…Annesine sesini duyurabilmek için, hangi kelimeleri kullanması, hangi soruları sorması gerektiğini çok iyi biliyor artık çünkü. Annesi umduğu gibi, sorusuna karşılık veriyor hemen. “Yarın, öğleden sonra.” diyor. “Çocuk çok beğenmiş seni. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmam, diyormuş.”Yaşlar aktı akacak bekliyor göz pınarlarında. Onları gören tek bir kişi olsaydı ne kadar farklı olurdu her şey! Gözyaşlarını serbest bırakır, ağlardı doyasıya. “Bu kadar çok mu üzülüyorsun?” derdi onları gören. “İstemiyor musun evlenmeyi?”Eğer görebilseydi, annesi de söyler miydi bunları? Yoksa kıyar mıydı yine küçük kızına? Şimdiki gibi acımaz mıydı? Bir zamanlar onun da gözyaşlarını görmemişler miydi yoksa?! Bu yüzden mi böyle kupkuru olmuştu içi?Gözyaşları kurudu bile yanaklarında. Pınarlarda yeni yaşlar birikmiyor artık. Az önce öğrendi çünkü; gözyaşlarının görülmediği bir dünyada susturması gerektiğini hıçkırıklarını, ağlayamayacak kadar kurutması gerektiğini içini… Tıpkı annesi gibi…
yorumlar
Mavilikler üç kuruşluk keyfimiz vardı,hepsi gitti.sofraya bile oturasım yok inan..yazma böyle yazılar diyeceğim sanki!En iyisi mekan değiştirmek, balıkçı sermet keser bizi..Konuyu ve anlatımını çok beğendim.
Teşekkürler.
Mavicik kızma ama, yazıdaki 15 yaşındaki çaresiz kızı, görsele çekim yaratmak amacıyla koyduğun sürme ya da makyajla harcamışsın..
Pbk, haklısın galiba. Daha iddiasız bir kız, anlatmak istediğim çaresizliği daha iyi verebilirdi. Ama bir açıdan da iyi bir seçim olarak görüyorum bu resmi. Yazı yeterince karamsar zaten. Hiç değilse görsel yoluyla o çaresizliği bir parça hafifletip, iç karartmayan bir halde sunmak istedim.
Anadolumuzun gerçeklerinden biri, gerçi o yaşlarda evlenip çok mutlu, mesut hayat süren tanıdıklarım da var ya.Her zamanki mavilikler hassasiyeti ile yazılmış
Suiza, o yaşlarda evlenip mutlu olmak tabii ki mümkün. Ama yazıdaki gibi o yaşta evlenmeyi aklının ucundan bile geçirmeyen, çok başka hayalleri olan bir kızın kendisine zorla dayatılan bir evlilikte mutlu olması bana maalesef pek mümkün görünmüyor. Ama bu ille de mutsuz olacak anlamı da taşımıyor tabii. Onu istemeye gelen gencin kalbine ne kadar hitap edeceğine bağlı olarak değişebilecek, son derece tesadüfi bir durum bu. Bence bir genç kızın mutluluğu böyle tesadüflere bağlanmamalı. Kendi özgür iradesiyle, gerçekten onu mutlu edeceğine inandığı birini seçerek ve yine tamamen kendi belirlediği bir zamanda evlenme hakkını esirgememeli ondan.
sevdim yazınızı
Çok teşekkürler.
güzel yazı ..hüzün ve eşlikçisiyle..
Teşekkür ederim. Eşlikçi derken, umutsuzluk ya da çaresizlik gibi bir duyguyu kast ettiniz sanırım.
evet umutsuzluk ve çaresizlik hüznün yakın dostlarıdır.Hele de böyle bir durumda..
Bana göre harika bir yazıydı. Tabi “anlayana”