Ah hayatta hem o kadar sevinci hem de hüznü yaşadığım insan. Canımın ta içi.. Tam da umutlarımın üzerine perde çektiğim anda nasıl da akıverdin yine karşıma. Aniden… Yüreğim dayanmıyor artık bu inişli çıkışlı sevdaya. Daha bilmiyorum bile karşılıksız bir sevda mı, yoksa iki kişilik ama imkansız mı? Sensiz de çözemiyorum. Birşeylerin cevabını almam bile yetecek bana. Mesela hiç sevdin mi beni? Bir an da olsa kalbinin benim için çarptığını hissettin mi hiç? Beni görünce bacaklarının bağı çözülüp yürümeyi unuttuğun oldu mu hiç? Yanımda olman çok lüks bunların yanında. Bunların cevabı evet olsa benden mutlusu olamaz zaten dünyada. Bakıyorum da 3 sene olacak tanışalı ve bu aşk başlayalı. Peki ama neden bu kadar geç itiraf ettim kendime? inan bilmiyorum…Her zaman kapalı bir kutu gibiydin, hiçbir zaman kilidi için uygun anahtarı bulamadığım zincirli bir kutu gibi… Açamadım, çözemedim. Ve sürekli “belki”ler dolandı kafamda. Belki diyorum belki çok sevdi ama yaptığım hatayı kabullenemiyor bir türlü, bilmiyor da zaten çektiklerimi, ne kadar çok sevdiğimi… Sonra uyandırıyorum kendimi. Seven birşeyler yapar. Çabalar. Bir şekilde belli eder. Seviyorum dediğimde “Vazgeç” demez en azından. Seven bir insanın bu kelimeye dayanamaycağını bilir. Ve binlerce kez söylediğim gibi yine itiraf ediyorum kendime: “O” senin uğruna yaşamayı göze alabildiğin, nefes alma sebebin, yaşamın anlamı “O” sevgili değil sadece sevilen, seni “sevmeyen”, “hiç sevmemiş” olan… Bıçakla kesilir gibi kesiliyor yüreğim bunları yazarken. En kötüsü bunları itiraf edebiliyor olmak. Artık ne yapıp avutabilirim kendimi bilmiyorum. Kendimi oyalayacak hiçbir şey bulamıyorum. Sen yoksun. Yarım yamalak yaşıyorum hayatı. Hiçbir hedefim yok, boşlukta gibiyim. Her şeyimi sana göre belirleme isteği varken sensiz neye göre, ne için karar verebilirim bilmiyorum. Artık en çok da kendimi bilmiyorum.