Hayat bir film çıkış başlamış olabilir belki de bir insan için. Güzel bir yağmur inceden yağarken, gözlerinin ışıltısından gökkuşağı oluşturmak gibi bir şey gibi gelir hayal kurmak. Yeni yetme bir dünyada ilk adımını atmışlık hissi gibidir gerçek bir hayali kurmak. Filmin bitmesine hiç bu kadar sevinmiş olamazsın belki de. Belki de, belkiler asıl olan gerçeklerdir senin için artık, yeni kararların arasında elini cebini sokup , haki yeşili, kalın, kaşe montunun kapşonundan sarkan cılız tüylerden karçarak baktığın dünyaya karşı, bir sigara daha yakma isteği gibi. Bir elin sigaranı araken, diğeri beklenmekte olan ateşin suflörü olan çakmağa gider, ısınmak süsü verilmiş bir yangının tetiğidir aklına gelen o mücizevi hayat ışıklarının salınan,tutuncuya çalan, sarı-sıcak yansımasında. Yakılır sigara ve elin düşlediğin bir kızın elini tutarken gerçekten hissedersin onu. Onun senin için, hayatta tutunamamış, üzerinde eskilerle, yırtılmış ama hala yamaları olan siyah bir başkasının eskisiyle ısınan, sakalları ve bıyıkları arasından, gözüne çalınan soluk pembe, çatlak, bir sevgilinin öpücüğünün oraya konduğunu hayal edemeyecek kadar aşk afyonundan uzak olan dudaklarına, kendi sonu için, yaralı ve üşütmüş ciğerlerinin sonuna kadar doldurma arzusuyla, nasırlı, kirli, eskisinden uzak ve titrek parmakları arasında, ona umduğu hayat öpücüğünü vermeye hazırlanan ucuz ve kim bilir kaç kere söndürülmüş, ardından tekrar yakılmış sigarasının içmek için yanan, dumanı şehrin isi olmuş bir ihtiyar için kaygılandığı kadar senin için kaygılandığını, hayatım derken nasılda hayatın olduğundan bahsedercesine korkak, ürkek bakışların odak noktası olur irisi benekleri gözlerimiz. Yağmura karışıp esen nemli rüzgar, anlına düşen kehküleri sağdan sola doğru üflerken onun dudakları gözüne çarpar, saç tanelerine konanı çisil çisil, ıslatmaya meyilli şakacı yağmur sesleri, düzenbaz, kışkırtıcı kışın işaret fişeği gibi parıldar gözlerinde, sıcak ruhların bulvarında üşümemek için onun hayallerine, sevgisine sarılsın. Ten uyumu küçük bir virgül olmuştur artık senli benli samimi cümlelerin arasında, kopukluk giderici bir çizik. Ya da yazarın sakarlığı da olabilir o virgüller. Meğerse tüm sevişmeler tek solukta okunması gereken küçük bir bale kızının ilk öpüşmesi gibiymiş. Soluksuz, taze, mecburi ve tatminkar.. Hayal kırıcı bir mükemmelik… Geçmişe olan koca bir kin. Acımasız kaderin dayatmalarına atılmış ilk tokat kadar sıkı ve vurucu virgülsüz bir cümlenin sonsuz yankılarının arasında terlemiş vucutların, buruşuk yatak örtüsünde bıraktığı nem izlerine hayranlıkla bakan azrailin öfkesine küçük virgülsüz bir göndermedir ha, nedersiniz? Ruhlarımız kocaman virgülsüz, soluksuz, okunmaya aç bir cümledir belki.Hayat o kadar uzakta değildir diyip durdum hep. İçimin içime sığmadı şu somut döngülerden kafamı dışarı çıkarıp, yönü belli olamayan esintisinde saçlarımın fönünü bozmak için kaç kere can attım o karakutudan yüzümü rüzgara sermek için. Hızlı bir arabanın camından yağmur kesiklerine tenimi kurban etmek için ne kadar sabırsızdım bir bilseniz. Meğersem beni o özgürlüğümün camından içeri iten, yüzümü rüzgara sermekten, tenimi yağmur kesiklerine kurban etmekten alıkoyan gözlerimin körlüğüymüş. Kör bakışların harcanmış adımlarının sesiymiş kulaklarıma vuran keman sesleri. Hayat sıkıldığın bir kaldırımda yürüken karşıya geçip, farklı vitrinleri seyretme olasılığını değerlendirebileceğimiz kadar kolay anlaşılır çizgilere sahip bir kara kalem çalışması kadar estetik, traji-komik, gözyaşlarında gülücükler saklayan, ironik, bazen sadece komik, adım uyumlarının önemsiz oldu bir dans yada tango kadar uyumlu, sınırlı ve kasvetli olabilir. Bu farklılıkları görebilme mucizesidir ruhumun orgazım anahtarı.Hayat yağmurdan dolmuş kaldırım taşlarının desteksiz kısmına güle oynaya basma kararını verebilenler içindir. O kaldırım taşının altında ne kadar suyun olduğun bilmeden onun ordan su fışkırtacağını bile bile, topuklama üzerine basıp pantalonunu pisletebilenler içindir. Sonra da, “hay aksi şeytan” diyip pantalonunu temizlemeden, bıyık altı bir gülüş atıp, çamaşır makinesine iş şımarıkça iş çıkarabilenlerindir hayay mucizesi. Caddeninortasında yürüken sana garip garip bakan insanları yüzüne küçük gülümsemelerle ölümün sıcak, öksüz avuçlarına işemeyi planlayan yaramaz çocuklar içindir hayat. Bir kompozisyon yazarken, dudağının kenarında kalan tüğ parçasının alıp, parmağının ucuna gelen o tüğ parçasına dakikalarca bakıp, yazacağını unutmaya kolayca katlanabilen daktilo manyağı yazarlar içindir belki de. Bu kadar hafif ve bir o kadar yüzeysel.Haytın açılan kapılarından geçtiğini farketmek o kadar da zor değildir ki. Bisiklete binmeyi yeni öğrenmiş ve havasında geçilmeyen,küçük bir çocuk kadar basit düşünmek yeterlidir. Neden hayat yaşlandıkça zorlaşır sanıyorsunuz ya? : ) sizce neden ? Basit olamak zevkinin aşağılayıcı olduğunu düşünen beyinlerin kıymıklarıdır aslında gülme hayallerimizi kan – revan içinde bırakma hevesleri ile batan. Yamur içinde kalmış bir ayakkabıya iğrenircesine bakanların yaydığı o küçük şeytani mutsuz sinyallerdir, işimize gelmeyen büyümüş parametreler. Oysa ki çamur içinde kalmışlık ne kadar güzeldir bir ayakkabı için. Yaşanmış bir önceki günün izleriyle kucak kucağa, reklamlarla bezenmiş bir gazete kağıdı üzerinde geçiriler, onlara sunulan yorgun geceyi. Ne kadar da mutlu olduklarına bakın bir şu asimetrik sevgililerin. Ah! Ne kadar da rahatlamış görünüyorlar. Hadi! Okurken bunları kes şunu ve kalk git bi bak onalara ne kadar da mutlular. Neden mi? Kendilerine veriken o tek ve yegane görevi en ergonomik şekilde yerine getirbildikleri için. Şimdi onlar nemli, şimdi onar çamurlu, önleri kirli, yanlardan açılmış ve bacıkları gevşetilmiş. Sanki işinden evine henüz varmış, işinde ehli bir patron gibi ne kadar da keyfili duruyor hiç kıpırdamadan gazetesinin üstünde. İnanmıyorsan git bak. Hadi kalk bak.. onlar için hayat ne kadar basit! Elinden geldiğince seni rahat ettirmek ve onun asistanı olan ince çok kullanılmış, rengi genelde siyah seçilen çoraplarla küçük yolculuklara çıkmak kadar basit. Bir enstruman çalmak ya da bir zaferi tatmak kadar hoş. Güzel bir yağmurun altında teninize sarılmış çoraplara kol kanat gererek, sizin hala küçük bir çocuk gibi su birikintilerine dalıp çıkmanızı sağlamak kadar kıvanç verici. Nasıl da mutlular şimdi yüzünüz güldüğü için. Eve dönebildiğiniz için. Küçük bir çocouğun, arabanın altına kaçan topunu eğilip alırken nasıl da şevk ile esner de eğilir onlar, sirk kaçkınları : )Evden çıkmadan içilmiş bir kupa çaydan arta kalan sallama poşetlerine ne demeli? Sıcak suyun verdiği keyifle nasıl dökülüyor hayatın o güzel zevklerini bir bir. Nasıl da gevşek ruhlu aşifte karakterli bir poşetsin ki sen, şal niyetine seçtiğin o ipini, suya olan aşkını örtemediği, saklayamadığı için yargılanan ortaçağ mahkemeleri sanığı gibi göstermiş kendini. Kürsüde kalan kırık bir kalemin ardından ucunda sallansın diye seçilmiş bir infazın tek odak noktasaymış gibi. Ne kadar da sahte. Halbuki o hep bardağın dolu tarafıyla cilveleşir. Boş tarafından ona ne? Hayatın zevklerini bir bardak kupada kontrollü zina ile örneklendiren çaya bakın siz. Nasıl da hokkabaz, buharına hayran. Yüzüme çaldıkça zevk terlerini, içim ısınır. Uzandığım hayatın koynuna ilk saç telimi dokundururum onu haberi olmadan.Bir çok insa gibi ben de bu gün apartman kapısından içeri girerken aynı şeyi düşündüm. Anahtarı cebimden alıp, oradan doğru anahtarı seçip, onunla apartmanın eskimiş, kırık camlı, üzerinde “Murat kalp Gül” yazan dış kapısını açmayı. Ama bu gün beklenin dışında oldu. Anahtarlarımı montumun sağ cebimden çektim, dış kapı anahtarı için içinlerinden en uzun olanı seçtim ve dış kapıyı açmak için kilide eğildiğimde, kapının dilinin artık o kilide girmekten vazgeçtiğini gördüm. Kapı açıktı. Ya da birileri hususi ben yeniden doğayım diye yaptı bunu. Kim bilir? Anahtar dediğim o illet maddeye gerek yoktu artık. Ellimde anahtarlar ve gözlerimde o sıradanlaşmış koşulun ortadan kalktığını fark etmenin huzuru ve güzelliğinin o an ki “boşluk” olduğunu fark ettiren edilgen bakışlar kalmıştı. Sağ elimi apartmanın otomatına uzattım, önümü geçici, kendini ısıtan sıcağıyla aydınlatsın diye eskimiş dışı toz tutmuş lambalar. Sonra sağa döndüm tekrar 12 merdiven saymıştım küçükken. Emindim ki, hala oniki merdiven vardı orada. Güzel hesaplanmadan, ölçülmeden, biçilmeden, özensizce yapılmış yukarı doğru önüme koyulmuş oniki merdiven. Çıktım ilk şaşkınlığıma ve evde “oh bee!” demek özlemine istinaden, küçüklüğümü anımsayarak saydığım merdivenleri. Evet hala oniki tanelerdi. Daha ilk kattan evimdeymişim hissi geldi içime kapşonumdan merdivenlere düşen yağmur damlalarının izlerine bakarken. Kulağımda sabahtan dinlediğim şarkıdaki kemanlar. Sonra kirlenmiş ayakkabılarımın çıkardığı o alışıldık “Aa! Abim geldi.” ayak sesleri çalınır kemanların gerginliği arasına serpilmiş toz şeker misali. Güzel bir kış gününü andırır o güzel sahne. İçimdeki düşlerden bir kar tanesi seçtim son 2 merdiven kala evimin kapısına varmadan ben. Onun için başımı düşlerime kaldırdım,düşünce bulutlarımdan sersem sersem,salına salına düşen kristalimsi ümitlerime, hayallerime açtım ağzımı küçük dilime kadar, en sevdiğimi yakaldım. O ağzımdaki tatlı ermişlik duygusuyla sarhoş olmuş, dumanlı bedenimi soktum evimin harikalar diyarının dama figürlü kapı eşiğinden içeri.Mutlu ayakkabılarımı çıkardım gazetlerinin üstüne. Bağcıklarını gevşettim, az biraz nefes alsınlar diye. “Oyşş !!” dedim. “Ne gündü be?” içimden. Hayatımı küçük detaylarından, küllerinden yarattım bu gün tekrar. Yorgunum, mutluyum, huzurluyum… Şimdi biraz uyuyacağım, gözlerimi yeni açmanın yakıcı bakışları var gözlerimde. O güzel sancı.Hayat, onun için tekrer doğmayı göze alacak kadar görmeye aç olabilenler içindir. Basit.