C.Eren ÇELİKYahu ne garip bir memleket benim memleketim…Hani eskiden derlerdi ki “Bu ülkede Doğan Medyası’nın tekeli var”… Ve yeri geldiğinde bunun gazeteciliğe verdiği zararlar,hükümetlerle Doğan grubunun gazetecilik dışı olan vıcık vıcık iş ilişkileri, Ankara Temsilcilerinin “iş takipçisine ” dönüşmesi gündeme getrilir, herkez kendince bir “etik” nutku atardı.Kimisi köşesinde, kimisi de televizyon programlarında bu konuda dem vurur dururdu.Tamam yukarıda saydıklarımız bu ülke medyası için zararlı olan ve gazetecilik mesleğinin prestij erezyonuna uğramasına neden olan gerçeklerdir. Bunların dile getirilmesi de iyi amma…Amma velakin gelin görün ki bugün ülkemizde sitemli biçimde bir “AK Parti” medyası oluştu.Hemen sayalım bu “yandaş medya” kuruluşlarını: Samanyolu tv., Samanyolu Haber,Cihan Haber Ajansı, Zaman Gazetesi,Aksiyon Dergisi,TGRT Haber, Kanal 24, NET TV, Kanal 7, Kanaltürk, Star Gazetesi, Yeni Şakak Gazetesi,Taraf Gazetesi ve son olarak Sabah Gazetesi ve ATV Televizyonu.Tam 15 medya kuruluşu tam tekmil hükümetin emrinde,hatta bazen ne tesadüfse (!) aynı gün aynı manşeti atacak kadar benzer bir yayın politikası izliyor.Yani AK Parti iktidarı kendi eli ve TMSF yardımı ile kendisine tam bağımlı bir “yandaş medya” yaratırken işin ilginç olanı geçmişte medyadaki Doğan tekeline karşı “etik” naraları atanların şimdilerde bu dolaylı kartele hiç ses çıkarmıyor ve bu yaratılan “yandaş” medyadaki sıcak köşelerinden “Emret Başbakanım” misali yazılar yazarak ay başında aldıkları yüklü ücretlerin keyfini çıkarıyorlar…Peki ne oldu bu meşhur, bu büyük (!),bu bilge (!) yazarlarımızın gözyaşartıcı “etikçi” tavırlarına…Ne mi oldu ? Ben söyliyeyim: Bu yazarlar şimdilerde “etikçilikle” değil, “tetikçilikle” uğraşıyor…İşte size bir örnek…Star gazetesinin son dönemdeki Ankara “starı” Şamil Tayyar Bey’in kendisi ile yapılan röportajında söyledikleri…AK Parti iktidara gelmeden, hatta Star Gazetesi’ni AK Parti yandaşları satın almadan hiç bir ciddi gazetecilik başarısına imza atmamış olan bu “şumullü” yazar Şamil Bey “Kalemimi kılıç gibi kullanırım” buyurmuşlar…Bu şövalyeliğe (Özellikle de AK Parti şövalyeliğine) pek meraklı gazeteci büyüğümüz(!) nasıl oluyorsa savcıların 1 yıl 1 ayda güç bela tamamlayabildiği Ergenekon iddianamesini, 3 ayda kitap haline getirip, savcının iddianemesinde bile bulunmayan belgeleri kitabına koyuyor.Sonra da çıkıyor, kendisine malum yerlerden servis edildiği belgelerle yazdığı her halinden belli olan bu kitabın ardından “Kalememi kılıç gibi kullanırım” buyuruyor…Ya arkadaş sormazlar mı sana; ” O savcıda bile olmayan bilgiler belgeler sana nasıl geldi ? Bunları sana uçan kuşlar mı getirdi ?” diye. Sormasalar da cevap bellidir. Bu arkadaş kalemini kılıç gibi kullansın diye ona kılıç özel olarak yaptırılıp verilmektedir.E hani nerede kaldı etik? İşte bunun adı resmen “tetikçilik”Bu ülkede 7 gazete aynı gün aynı manşeti atarak çıkıyor. Manşetin tek merkezden servis edildiği belli. Ama bakıyorum o yılların “etik” üstatları sus-pus… Acaba birilerinin servis ettiği haberi manşete sorgusuz sualsiz, hem de manşeti bile servisi yapan kaynak tarafından belirlenmiş şekilde çekmeyi kabullenmek hangi “etik anlayışına” sığıyor çok merak ediyorum.Ama hastalığımız bu bizim. Evet bu toplumsal bir rahatsızlığımız. Güce taparız biz. Güç neredeyse hemen o güç odağının yakınına mevzi kurmayı maharet sayarız. Her devrin adamı olmak, gemisini kurtaran kaptan olmak önemlidir bizim için.O yüzden de dönem dönem kendimizle çelişmemiz hiç de önemli değildir. Ne de olsa bu ülkenin iktidar partisi bile “Gömlek değiştirerek” iktidar olmuştur.İşte bu nedenledir ki yanında konuşlandığımız güçlülere karşı şirin gözükebilmek adına yapmadığımızı bırakmayız. En başta da çifte standart uygulamayı severiz.AK Parti’ye kapatma davasını açan Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya’yı köşelerimizden bir linç etmediğimiz kalır. Yalçınkaya’nın sülalesi didik didik edilir ailesinden bir CHP’li bulunur tarafsızlığı sorgulanır hale getirilir.Ama 13 ayda bir soruşturma iddianamesi hazırlayamayan, adı belli olmayan tanıklarla soruşturma yürüten Ergenekon Savcısı’na çıt çıkarmayız. Çünkü o “biz”dendir.Bu güne dek Ak Parti’yi ilgilendiren hiç bir kritik kararda aleyhte oy kullanmayan Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın İBDA-C ile bağlantılı olduğu yazılır çizilir sorgulamayız bile (Haşim Kılıç bu haberi yalanlamıştır ancak burada önemli olan yalanlanan haber değil bu haber için malum kesimlerce bırakın tartışılmayı, gözle görülür bir üstünü örtme çabasının başlamış olmasıdır) , ama Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt için “Kel Ali’nin Torunu” yaftasını yapıştırıp, “Anayasa Mahkemesi kararlarını İstiklal Mahkemesi ruhu ile vermemeli” gibi imalı yazılar döşeriz köşelerimizde…Başını açan haber spikerini “mahallemizden” aforoz ederiz amma iş bu ülkenin en büyül sol partisinin genel sekreterliğini yapmış, bununla da yetinmeyip bu partinin Genel Başkanlığına talip olmuş Ertuğrul Günay’ı bakan yapmaya gelince tek satır tepki vermeyiz, veremeyiz.Ve biz orduya istediğimiz gibi saldırma hakkını kendimizde görürken,bir başkası da orduyu savunmaya kalktığında hemen “darbeci” hatta “Ergenekoncu” ilan ediveririz karşıdakini…İşte bizim medyamız toplumdaki “güce tapınma” hastalığından biraz fazlaca nasibini aldığındandır ki, hep çifte standart uygular, hep güçlünün yanındadır, güçlünün eksiğini yanlışını görmez ama karşı tarafın daha doğrusu güçsüz olanların hep bir eksiği vardır, hep hatalıdır…Şimdi soruyorum size medyamızın hali bu durumdayken angi “etikten” bahsetmek mümkün…Ha ben bu soryu sorarken uzaklardan o büyük(!) kalem üstatlarımızın “Ne etiği yavrucuğum o dediğinin modası geçti. Şimdi moda Başbakanın uçağına binebilmek için yağcılık yapmak. Sen böyle etik metik dersen daha yerinde çok sayarsın” dediklerini duyuyorum.Olsun… Ben yerimde sayacak olsamda “tetikçilik” yapacağıma “etikçilik” yapmayı tercih etmeye devam edeceğim…