Hava çok sıcak. Bu bunaltıcı havada dışarı çıkmasının şart olması, John’u sinirlendiriyordu. Ancak bugün sevgilisiyle buluşması gerektiğini, herkesten daha iyi biliyordu. John ve sevgilisi arasındaki problemler gitgide büyüyor, ve onları derin bir çıkmaza sürüklüyordu. John, problemin hâlâ kendisinde olmadığını düşünüyor, ancak Annie, bunun aksini savunuyordu.
John üzerine hiç sevmediği beyaz gömleğini giyerken – diğer gömlekleri pis olduğu için bunu giymek zorundaydı – çok uzun süredir direndiğini ve bu yüzden yorulduğunu düşündü. Bugün ilişkileri bitebilirdi. Aralarında herhangi bir problem olmasaydı, John kesinlikle bugün dışarı çıkmayı düşünmezdi. Çünkü hava çok sıcaktı. Zaten Annie, John’un bu tutumuna kızmıyor muydu?
John, hazırlıklarını yapıp evden çıktı. Otobüs durağı iki odalı dairesinin balkonundan görünüyordu, ancak apartmandan dışarı çıktığında, çok uzaktı. John bunu düşünüp, derin bir nefes aldı. Durağa yürürken, sıcak havanın, ağlayan çocuğun ve özellikle bugünün bilinmeyeni, John’u sinirlendiriyordu.
Uzun bir yürüyüşten sonra duraktaydı John. Otobüs, beklediğinden de erken gelmişti. Halbuki O, otobüs durağında biraz dinlenmeyi düşünmüştü. Ama John, bugün şanslı günündeydi. Otobüste oturacak birkaç yer vardı. Bunlardan biri, John’un en sevdiği yer olan, otobüs tekerleğinin üstündeki koltuktu. Bu koltukların, diğerlerine göre daha yüksekte olması, John’un hoşuna gidiyordu. Ancak boş olan koltuk pencere kenarında değildi. O da, çaresiz, yanındaki koltuğa oturdu.
Koltuğa oturduğunda, burnuna kesif bir koku geldi. Bu kokunun, John’un yanındaki adamdan geldiği, adamın her halinden belliydi. Adamın üzerinde pis bir tulum vardı. Pas lekesi gibi, tulumun üzerinde turuncu renkte lekeler bulunuyordu. Sıcaktan olsa gerek, adam, tulumunun bir düğmesini açmıştı. Tulumun içerisinde başka bir kıyafet yoktu. Bu, John’un burnuna gelen kesif ter kokusunu daha da belirginleştiriyordu.
John ve Annie, üç gün önce, bugün için sözleşmişlerdi. Ter kokusuna alışan John, artık başka şeyler düşünebiliyordu. Üç gün önce telefonda hararetli bir konuşma yaşamışlar, ardından da olan biteni çözümlendirmek için, bugüne randevulaşmışlardı.
Bir süre sonra otobüse yaşlı bir kadın bindi. Arkasından da dört ufak çocuk binmişti. John bu çocuklardan sarışın olanına uzun süre baktı. Çocuk, John’un bu davranışına, istemsizce karşılık veriyordu. Sonra John’un gördüğü görüntü bulanıklaştı. John dalmıştı ve gözleri daha çok açılmıştı. Tanrı biliyor ya, John’un bu durumu gerçekten çok komik görünüyordu. John farkında değildi ama, bir durak sonra sarışın çocuk tek başına otobüsten indi.
John, bir süre sonra Annie’nin evlerine üç yüz metre uzaklıktaki durakta indi ve Annie’nin evine doğru yürümeye başladı. Yürürken, yeni sevgilisi olan birinin, sevgilisiyle ilk dışarı çıkacağı günün sabahındaki karın ağrısını yaşıyordu. Bu heyecana o da bir anlam veremiyordu. Belki de buna heyecan değil de kaygı demek daha doğru olur. John, birden geçenlerde okuduğu bir kitabı düşündü. Adını şimdi hatırlayamamıştı ama kitapta, cinselliğin duygusal görünümü vurgulanıyordu. Cinsellik… Ne kattı ki onların ilişkilerine? Neyi başarabilmişti onunla?
Sonunda Annie’nin evinin önündeydi. Annie iki katlı bir evde yaşıyordu. Bir apartman dairesi değildi, yaşadığı ev. Annie, John’a, ailesinden hiç söz etmemişti. Ama anlaşılan, Annie’nin ailesi varlıklıydı. John’un hayal meyal hatırladığı evin iç dekorasyonuna bakılırsa -ki John doğru hatırlıyordu- ailesi varlıklı olmayan biri, bu evi böyle dekore edemezdi. Aslında bu durum John’un umurunda değildi. John, bir an önce, olan biteni sonuçlandırmak istiyordu.
Kapıyı çaldı. Yürürken çok ses çıkaran biri kapıya doğru geldi. John bu sesi, dün akşam TV’de izlediği filmdeki kadının yürürken çıkardığı, kendine güven veren sese benzetti. Ama kapıyı bir kadın değil, otuz beş – kırk yaşlarında, polis üniforması giymiş bir adam açtı.
“Merhaba, şey.. Annie evde mi acaba?”
“Siz Annie’nin nesi oluyorsunuz?”
John, sorusuna soruyla karşılık verilmesinden hiç hoşlanmayan biriydi. “Yakın bir arkadaşıyım.”
“Siz John Snitz misiniz?”
“Evet.”
“İçeri gelin. Size anlatacaklarım var.”
John içeri girdiğinde, üst katta, ağlayan bir kadının sesini duymuştu ama ağlayan Annie değildi. John bundan emindi. Ama ses tanıdık geliyordu. Elinde polis telsizi olan başka bir adamın isteği üzerine John salona geçti ve bulduğu ilk koltuğa oturdu. Biraz endişelenmişti. Ne olup bittiğini anlamıyordu. Yardım alacak kimse yoktu içeride, çünkü herkes birbiriyle konuşuyordu. Kapıdaki adam John’un ismini bildiğine göre, John bu evde önemli biriydi. Ama neden kimse John’la konuşmuyordu? John bunları düşünürken kapıyı açan adam John’un yanına geldi.
“İzin verirseniz size birkaç şey sormak istiyorum.”
“Annie nerede?”
“İlk önce sakin olmanızı istiyorum. Bu sabah şubemize bir ihbar geldi. İhbarı yapan Annie’nin annesiydi. Kızının kendini astığını ve bir an önce buraya gelmemizi istediğini söyledi. Ben ve arkadaşlarım, buraya geldiğimizde, Annie’yi odasında bir erkek kemeri ile astığını gördük. Bayan Cindy’nin anlattıklarına göre, dün gece Annie, annesini arayarak yarın kendisine gelmesini istediğini, ona bir sürprizi olduğunu söylemiş. Annesi de bu sabah eve geldiğinde kapıyı çalmış ancak açan olmayınca anahtarla kapıyı açıp içeri girmiş ve kızının cesedi ile karşılaşmış. Arkadaşlarım yukarıda onu sakinleştirmeye çalışıyorlar. Yatağının üzerindeki kağıtta şu not bulunuyormuş. Aslında sizi ilgilendirdiğini düşünüyoruz. Siz Annie’nin sevgilisi misiniz?
“Bunu nereden biliyorsunuz?”
“Bayan Cindy söyledi. Notu okuyunca, siz de göreceksiniz. Annie bir erkek arkadaşından bahsettik. Bayan Cindy’e Annie’nin erkek arkadaşının adını sorduğumuzda bize sizin isminizi verdi. Lütfen şu notu okuyun”
John, hiçbir şey dememişti. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ağlaması gerekiyor muydu? Bunu istiyor muydu? John, hiçbir şeyin farkında değildi. Muhtemelen bir ajandanın yaprağından koparılmış kağıda yazılı notu elime aldım ve okumaya başladım.
“Nasıl? Memnun musun anne? Şu an gri cesedim sana bakıyor. Kim bilir, belki de dilim dışarıdadır. Sana olan saygım bu. Gerçek hayatta yapamadığımı ancak ölünce yapabildim. Senin fahişeliklerinin bilincinde olmak o kadar ağır ki sen bunun farkında olamazsın. Bilemezsin yalnızlığın ne olduğunu. Çünkü daima yanında hep birileri oldu. O insanları sen bile tanımıyordun değil mi anne? Kızına ayırman gereken tüm vakti o adamlara ayırdın. Neden? Paran mı yoktu? Yalan söyledin bana. Bak! Yüzüme bak! Şu an canlanıp seni öldürmeyi o kadar çok isterdim ki anne. Biliyorum, cehennemde yanacağım. Ancak şunu unutma ki, seni cehenneme bile almayacaklar! Sen aşağılık fahişenin tekisin. Senden iğreniyorum. Bu yaptıkların umarım yanına kalmaz. Hayatın boyunca hep sıkıntı çekmeye mahkumsun!
Bunları nereden mi öğrendim anne? Senin fahişeliklerini, her gece babamı kandırıp dışarı çıktığını, başka erkeklerle gönül eğlendirdiğini kimden mi öğrendim? Gördüm anne. Gözlerimle gördüm! Özellikle sevgilimle yaptıklarını gördükten sonra, ben bir hiçim. Koskoca bir hiç! Hayatımda bir parça olsun güveninden emin olduğum birini bile benim elimden almayı başardın. Önce babam, şimdi de sevgilim. Kim bilir? Ben yaşasaydım, belki beni benden alacaktın. Beni de öldürecektin! O herkesin becerdiği koca kıçını kaldırıp biraz çevrene bak anne. Seviyeli insanların senin hakkında düşündüklerine bak! Göreceksin, sen bir hiç olacaksın. Hayatın boyunca bana özgür irade kavramını öğretmiştin. Özgür irade. Bunun anlamını bir daha düşün!..”
John artık bambaşka birisiydi. Bütün vücudu titriyor, baktığını algılayamıyordu. Dün geceyi düşündü. Evet. Dün gece bir fahişeyle beraberdi. Bundan Annie’nin haberi elbette yoktu. Ama John’un da, dün gece beraber olduğu kadının Annie’nin annesi olduğundan haberi yoktu. Bütün bunların sorumlusu John muydu? John soracak hiçbir soru bulamıyordu. Suçlu muydu? Bunu düşünmek ona rahatsızlık veriyordu.
O sırada merdivenlerden, John’un dün gece beraber olduğu kadın, Annie’nin annesi, Cindy indi. John, Annie’nin tepkisini merak ediyordu. Bir yandan beyninde her şey yavaş yavaş şekilleniyordu. Olanların, az sonra Cindy’nin, kendisine yumruk atmasını gerektirdiğini düşündü. Ancak John’un beklediği gibi olmadı ve hiç ummadığı bir şekilde Cindy, John’a sarılıp ağlamaya başladı. John, onu avutmalı mıydı, ona sarılmalı mıydı, onu yumruklamalı mıydı, bunu düşünüyordu. Öylece durdu. Bir süre sonra Cindy, John’un gözlerine uzun süre baktı ve “Seninle yakında konuşacağım” dedi. Ardından arkasını dönüp tekrar yukarı çıktı.
John, Cindy’nin arkasından koştu ve O da yukarı çıktı. Bir an tüm olanları unutmuşçasına Annie’nin odasına hızla yürümeye başladı ancak sonra kendini toparladı ve kendisini çok üzebilecek bir görüntüyle karşılaşabileceğini düşündü. Biraz daha yavaşladı ama yürümeye devam etti. Ne değişmişti?
John, Annie’nin odasına girdiğinde, Annie’nin ceset torbasına yerleştirildiğini gördü. Bir doktor, siyah ceset torbasının fermuarını çekiyordu. John, ceset torbasına bakakaldı. Dalıp gitmişti. Eski düşünceler, yaşananlar, yaşanmak istenen her şeyi düşünüyordu. Hiçbir şey görmüyordu. Ceset torbasının karanlığı, John’un zihninde odayı kaplamıştı.
Düşünüyordu, John. Annie’yi, yaklaşık iki yıl süren ilişkisini düşünüyordu. Her şeyi, Annie’nin John’a söylediklerini, söylemediklerini -belki de söyleyemediklerini- düşünüyordu, onları anlamaya çalışıyordu. Birdenbire ceset torbasının fermuarı yavaşça açılmaya başladı. Çok yavaş açılıyordu. Ama bunu sadece John görüyordu. Kimseye seslenmedi. Bakmaya devam ediyordu. Bir süre sonra ceset torbasının fermuarı tamamen açıldı ve Annie, göründü. John şaşkındı. Düşünmesi gereken bu olmamalıydı ama, John, Annie’yi ilk kez çıplak gördüğünü düşündü. O anda. O ölüydü. Ama John, Annie’nin çıplaklığı karşısında şaşkındı. Annie’nin soğuk bedenini hissediyor gibiydi. Annie, başını ceset torbasından dışarıya doğru uzattı ve John’a doğru baktı. Annie’nin göz bebekleri yoktu. Gözleri bembeyazdı, ama korkutucu değildi. Annie ayağa kalktı ve John’a doğru yürümeye başladı. Kollarını John’un boynuna doladı ve kulağına, John için çok yüksek bir sesle ancak kimsenin duyamayacağı bir şekilde “Tenza minus jikatros fintan eskampel lu metamorphosestan sintasuno” diye fısıldadı.
Bu anlamsız kelimeleri duyduktan sonra John, Annie’nin başını sertçe tuttu ve Annie’nin bembeyaz gözlerine baktı. Birdenbire Annie, çığlık atmaya başladı. Bu, John için, öylesine korkunç bir çığlıktı ki, kedi çığlığına benziyordu. John, daima kedi sesinden korkmuştur. Annie bağırdı, bağırdı… John, Annie’yi susturmak için Annie’nin ağzını kapamaya çalıştığında, kendi omzunda bir el hissetti.
“Bay Snitz. Gitmemiz lazım”
Bunu söyleyen bir başka polis üniformalı biriydi. John, önce ona baktı, ardından, az önce kollarının arasında çığlık attığını sandığı Annie’ye baktı. Ama Annie, hala ceset torbasının içindeydi ve hatta, doktorlar, ceset torbasını kaldırmaya hazırlanıyorlardı. Bir süre sonra Annie’yi ambulansa yerleştirdiler. John, doktorların, Annie’yi hastaneye götürdüklerini düşündü.
John, bir süre daha evde kaldı. Ama Cindy’i hiç görmedi. Sürekli, polislerin kendi aralarında konuşmalarını dinledi. Bir süre sonra polislerle beraber yola koyuldu. Yolda giderken hiçbir şey düşünmeden dışarı bakıyordu, John. Arabanın camındaki yansımasından kendine bakıyordu, gözlerine bakıyordu. Sakalları dikkatini çekti. Uzadıklarını fark etti. Eve dönünce -tabi döneceğini sanıyordu- onları kesmesi gerektiğini düşündü.
Devamı çok yakında
Daha önce yazdığım hikayeler:
yorumlar
Birkaç blogta, yeri gelince bahsetmiştim. Geldi, geliyor, gelecek derken sonunda bir bölümünü tamamladım hikayemin. İlk yazdığım hikayeye nazaran anlatımımın daha iyi olduğunu düşünüyorum. Aslında hikayenin bir bu kadar daha yazılmışı var elimde. Yani devamı hazır ama sonuna kadar bitirmedim tabi. O devamını buraya yazmamamın sebebi, ufak değişiklikler yapmaya karar verdim ve hikayedeki isimleri değiştiriyorum, birkaç ufak ayrıntı atlamışım, onları ekliyorum vs. Umarım beğenirsiniz.
Ha bir de adet yerini bulsun diye, yine özellikle darp’tan ahkâm bekliyorum.
O paragraflar biraz ucuz gibi geldi bana, ama tek solukta okunabiliyor ve hoş olmuş
Deneyim kazanmaya çalışıyorum, teşekkür ederim..
okudum. içim sıkıldı. ısrarl aokumaya çalıştım olmadı. maalesef çok sıkıcı…
Ben John’u tuttum. En ağır melodram karşısında bile, hayata 27. kattaki çift camlı penceresinden, bakıyormuş gibi bir hali var. Bakınız şöyle düşünüyor:
Arabanın camındaki yansımasından kendine bakıyordu, gözlerine bakıyordu. Sakalları dikkatini çekti. Uzadıklarını fark etti. Eve dönünce -tabi döneceğini sanıyordu- onları kesmesi gerektiğini düşündü.
Böyle olunca da, melodram etkisi kayboluyor. Başarılı bir çalışma, John’un seks hayatına düşkün olması da, Türk okuru için ayrı bir güzellik. Annie’nin de ruhu şad olsun bu arada.
john tekerlek üstüne oturmayı seviyormuş,.. hah hah hah,..
karakter adlarınınn ingilizce olması yakışıklı olmamış, türkçede de çok uygun isimler var,onları kullanınız ara sıra.
john kızdıında içinden annie’ye “anneni düzeyim” dediği zamanları düşündü. ne denirdi? “dilediğin şeye dikkat et” hey ahbap bu doğruydu işte.
bu hikayeyi de okuycam. ben de bu aralar konu bulmaya çalışıyodum ben de yazıcam. senin bu yazın cesaret verir sanırım. ayrıca benim en çok düşündüğüm karakter adları türkçe mi olmalı ingilizce mi.
bu konu üzerine çok düşündüm, aslında hikayede, eskiden isimler şu şekildeydi.
John = Hasan
Annie = Eylül
Cindy = Nil
Sonra birkaç kişinin isteği üzerine değiştirdim.
Amerikanvari yazım tarzımın ben de farkındayım. Ama bu istemsizce gelişen bir şeydi. Herkesin becerdiği koca kıç mesela.. Bilemiyorum… Neyse, ben yorumları almaya devam edeyim…
hikayemi sizden önce okuyan herkes, Johnn’un (onlar okuduğunda adı Hasan’dı) Annie’nin cesedine dalıp hayal gördükten sonra, sırtına dokunan polisin Hasan Bey, gitmemiz lazım cümlesinde, Hasan’ın ortama hiç yakışmadığını düşünmüşlerdi. İsimleri Türkçe olarak yazılmış şekilde yollayacaktım, son anda vazgeçtim. Dilerseniz bundan sonra Hasan, Eylül ve Nil olarak devam edeyim?
isimleri. Zira hikayede gecen laflar ve tarif edilen durumlar turkiya’da oldugumuzu belli ediyor.
Weapon’in yaptigi “john kızdıında içinden annie’ye ‘anneni düzeyim’ dediği zamanları düşündü. ne denirdi? ‘dilediğin şeye dikkat et’. hey ahbap bu doğruydu işte” seklindeki katki gayet iyi. Kendisinden izin alinarak hikayeye eklenmesi dusunulmeli.
Hikayedeki en onemli problem anlatimla ilgili. Yoksa bulunan fikirler fena diil.
Intihar mektubu yazan kizin “seviyeli insanlarin senin hakkinda dusunduklerine bak” turu laflar etmesi veya polisin “ben ve arkadaslarim sabah eve geldigimizde” diye super aciklamaci bi tarzda konusmasi gibi tuhafliklar var.
Kurguya iliskin de iki ahkam kesiim:
John’un gecen uc gun icerisinde bi parali seks hadisesine girdigini hikayenin basinda bilsek iyi olur.
Bi de sevgililerin tartisip uc gun sonrasina randevu vermeleri pek akla yakin diil.
isimleri çok fazla kullanmışsın daha fazla zamir tercih etmelisin.
@baby700: Hikayede, kesinlikle, hikayenin nerede geçtiğini belirtmeye çalışmadım. Ülke açısından. Hatta özellikle bunun üzerinde durdum. İntihar mektubu yazan kişinin, veya polisin söylediği laflarda ben bir kusur göremiyorum. O kadar ince eleyip sık dokumanıza gerek yok. John’un paralı seks hadisesini hikayenin başında anlatsaydım, seni daha mı çok etkilerdi, yoksa tam hikayedeki anda öğrenmesi mi. Amacım şaşırtmaktı. Sevgililerin tartıştıktan üç gün sonraya randevu vermeleri neden pek akla yakın değil onu da anlamadım.. Sen hiç arkadaşını arayıp hafta sonu buluşalım demez misin bugünden?
@redstar: tam üstüne bastın. Farkındayım, zamir denedim ama çok insanın geçtiği yerlerde çok karışıklık oluyor. Ancak bu beni de rahatsız etti, bilmeni istedim…
beğendim ya.. yani aslında klasik olan bi konuyu değişik kurgulamışsın we hoş olmuş.. isim konusuna bende katılıorum;)
güzel hikaye…
önce dediğin gibi pink, anlatımlar zayıf kalıyor gibi. otobüs örneğin, bir paragraf alabilir yada kapının açılması (daha doğrusu bizim bunu öğrenmemiz) onbeş yirmi saniye sürebilir.
isimlerin hangi dilde olduğunun önemi yok, ama bana -daha çok yabancı isimler geçen hikayeler okuduğum için olsa gerek, yakın geldi.
devam.
…yabancı isim taraftarıyım. Bana da daha yakın geliyor. Bugün yarın hikayenin devamını yollarım…
çünkü aslında değişik bir hikaye. ya da ben fazla kitap okumuyorum.
…kişinin de desteğiyle, çok ilginç fikirler var kafamda.. hikayenin buraya kadar olan kısmı size sıradan gelmiş olabilir, ama birkaç bölüm sonra değer yargılarınız alt üst olacak.
Yabancı isimler kulağımı cırmalamadı benim. Bence asıl Hasan, Nil fln diye adlandırırsan garip olur. Bi tek “…John Annie’nin odasına girdiğinde…” diye başlayan paragrafta “…eski düşünceler, yaşananlar…” kısmını biraz daha anlatabilirdin. O an John’ un hissettikleri biraz havada kalmış gibi geldi bana.
Devamını bekliyorum…
Hikayeyi bir kaç katmanlı olarak okumak mümkün. Görünür katmanda adamımız John var. Bir başka katmanda ise Annie’nin hikayesi yeralıyor. Annie niye intihar etti, soru bu. Bu soruya kolaycı bir cevap vermek yerine, Annie’yi daha yakından incelemek gerekiyor. Örneğin, John’dan öğreniyoruz ki, Annie cinsellik konusunda sorunları olan bir kişiydi:
Cinsellik… Ne kattı ki onların ilişkilerine? Neyi başarabilmişti onunla?
Öte yandan, Annie’nin John’da aradığı kişiyi bulamadığını da söylemek mümkün:
John kesinlikle bugün dışarı çıkmayı düşünmezdi. Çünkü hava çok sıcaktı. Zaten Annie, John’un bu tutumuna kızmıyor muydu?
Ama yine de Annie’nin asıl sorunu, ailesiyle olan ilişkisindeydi. Bir kere, Annie, muhtemelen annesinden ayrı yaşıyordu:
dün gece Annie, annesini arayarak yarın kendisine gelmesini istediğini, ona bir sürprizi olduğunu söylemiş.
Annesinden nefret ediyordu, ama bunu ifade etme gücünden yoksundu:
Nasıl? Memnun musun anne? Şu an gri cesedim sana bakıyor. Kim bilir, belki de dilim dışarıdadır. Sana olan saygım bu. Gerçek hayatta yapamadığımı ancak ölünce yapabildim.
Çok yalnızdı:
Bilemezsin yalnızlığın ne olduğunu.
Özsaygısı yoktu:
ben bir hiçim. Koskoca bir hiç!
Babasının onu sevmediğini düşünüyordu, babasında bulamadığı aşkı John’da aramıştı (Cinsellikle ilgili sorunları da bundan kaynaklanıyor olabilir), ama bunda da başarısız olmuştu:
Hayatımda bir parça olsun güveninden emin olduğum birini bile benim elimden almayı başardın. Önce babam, şimdi de sevgilim.
Sonuç olarak, John’un kendini suçlamasına gerek yok kanaatindeyim. Annie’nin intiharından babası ve annesi sorumludur. (Babasının hikayede hiç görünmemesine de dikkat..)
benim hoşuma gitti. Devamını bekliyorum merakla. Başarılar
…özveriyle okuduğun için teşekkür ediyorum… şu sıralar hikayenin devamını yazıyorum ve hikayenin geleceğine ilgin öngörülerin çok yerliyerinde…
…önümüzdeki haftaya kaldı.. çünkü önümüzdeki üç dört gün, bilgisayar başında olamayacağım. Aslında biraz yazdım ama hikayenin devamının daha uzun olmasını istiyorum.
john’un otobüs yolculuğuna takıldım nedense, ilk okurken ordaki karakterlerin konunun ne kadar içinde olabileceklerini düşündüm. Yanılmışım sanırım, ama kurtaramadım kendimi bu düşünceden, yaşlı kadın, dört küçük çocuk ve içlerinden sarışın olanın gözleri, birde ter kokan tulumlu adam var. Yazının sonuna kadar onları düşünmeden edemedim.
Hikaye güzel, bekliyorum.
trt 1 deki klasik cinayet dizilerinden birini seyrediyor gibi oldum okurken ; kendi dünyandan yazsan daha özgün olur hayal gücünü katarak
kesinlikle çok klasik bence. ama sadece bu. ben sana şunu yazsan falan daha iyi olur diyemem. hoşlanıyosan devam et kardeşim.
Hastalığımdan dolayı öykünü yeni okuyabildim. Edebiyat eleştirmeni falan değilim ama sadece bir okur olarak ikincisine bakmadan ahkam kesiyorum. Anlatım Amerikan yazarları gibi. İsimleri değiştirmemelisin ama olabildiğincede az kullanmaya çalışmalısın. Öyküde yeni tümceler var. Bu bence önemli çünkü artık bana sanki öykü ve romanlarda aynı tümceler var gibi gelmeye başlamıştı. Buna deneme diyelim ve ikincisini okuyayım.
Karanlık Sokak 2…
genç türk yazarlarının teşvik edilmesi gerektiğine her zaman yürekten inanmışımdır. bu nedenle, eseri, en az kendisi kadar uzun olmak kaydiyle, haddim olmayarak tahlil ve mütalaa etmeyi bir borç biliyorum naçizane.geç farketmek talihsizliğinde bulunduğum 1. kısımdan başlayarak 2. kısıma ilerlemek ve yorumlarımı, genel olarak ‘ana karakter’ etrafında yoğunlaştırmak arzusundayım. zira kendisi esasoğlan olmak suretiyle gönülleri fethetmek durumunda olduğu halde, itiraf etmek zorundayım ki, beni ziyadesiyle hayalkırıklığına uğratmıştır.her şeyden önce kendisi ırkçıdır. evinde pis gömlekler barındırdığı, hatta bu yüzden en sevmediği vefekat yegane temiz gömleğini giymek zorunda kaldığı halde, john, otobüste yanında oturan ve muhtemelen ekmek parasından dönmekte olan tulumlu emekçi şahsiyeti, tulumundaki lekelerden ve alın terinden dolayı ‘pis kokulu’ addetmekte, toplumun önemli ve kutsal bir müessesesine hakaret etmektedir. filvaki, ‘otobüste en sevdiği yer’ olarak tesmiye ettiği, sebebini de ‘diğerlerine göre yüksekte olması’ şeklinde ifade ettiği ‘tekerleküstü koltuk’ kendisinin, sınıfçı yaklaşımının yanısıra, ciddi bir aşağılık kompleksi içinde olduğu hissini de vermektedir. esasen emekçi şahsiyete olan gıcığı da, ‘pencere kenarını’ onun kapmış ve kendisinin ‘çaresiz yan koltuğa’ oturmuş olmasından kaynaklanmaktadır.john kendini bilmez ve küstahdır. otobüste küçük bir çocuğa bakmaya başlamış, görüntü bulanıklaşmış, john artık dalmıştır, akabinde gözleri giderek açılır. ‘tanrı biliyor ya, john gerçekten komik görünüyordu’ yorumu, kanımca john’un bizzat kendi kanaatidir. john tekerlek üstünde oturduğundan kelli kendisini bi zikim zannetmekte ve ne kadar komik ve mongol göründüğünü sadece tanrı’nın gördüğünü düşünmektedir. oysa ki pencere kenarını kapmış olan emekçi şahsiyet ve yan taraftaki diğer tekerleküstü yolcuları kendisinin dalıp gitmiş, garip bir şekilde gözleri pırtlamış ve muhtemelen ağzı açık görüntüsüne kıçlarıyla gülmektedirler.john çıkarcı ve içten pazarlıklıdır. sevgilisinin evi, onun için şirin bir yuva olması gerekirken, aksine varlıklı bir aileyi temsil eden maddi bir değerdir. keza ilgilenmiyormuş gibi görünmekle birlikte dekorasyondaki detayları doğru hatırladığını iç sesi yoluyla kendisi de tasdiklemektedir. filhakika lüksün kendisine her zaman çekici geldiğini daha sonra bir otel odasında itiraf edecektir.john biraz da salaktır. baktığı hiç bir şeyi algılayamayan, bildiği şeyleri unutan, etrafındakileri her nasılsa fark edemeyen, herhangi bir durum karşısında ne hissetmesi gerektiğini, hatta bir şey hissedip hissetmemesi gerektiğini dahi bilemeyen, sürekli okuyucuları sorularıyla bunaltan, zannımca bu özelliğiyle sevgilisinin intiharına kısmen katkısı olan, sıkıcı bir şahsiyettir.fakat john aynı zamanda delidir. ölmüş olan sevgilisi ceset torbasından çıkıp üzerine geldiğinde ve kendisine şifreli olduğunu zannettiğim gizemli kelimeleri fısıldadığında, john, genç kadının kafasını sertçe yakalamış ve ‘kendine gel kadın’ dercesine gözlerinin içine bakmıştır. oysa ki ölülerin rahatsız edilmemesi gerektiğini herkes bilir. keza genç ve ölü kadın kendini kaybetmiş, kedi çığlıkları atmaya başlamıştır. bu çığlıkların korkunçluğunu hissedebilmek için john’un kedi sesine duyduğu antipati bence yeterli değildir, kanımca beşiktaş otobüs durağında ikamet etmekte olan kedi-adamı hatırlamak durumu daha iyi tarif edecektir diye düşünmekteyim korku içinde.peki efenim, şimdi 2. bölüm..
yazım tarzı ile kastettiğin şey Amerikan filmlerini çevirirken kullanılan kısmen TRT kökenli yapay argodan, kısmen de kötü çeviriden kaynaklanan bozuk Türkçeden başkası değil. Bu yönden oldukça ilginç bi çalışma olduğunu düşünüyorum, anadilini bozarak Amerikancadan devşirilmiş yapmacık bir dil kullanarak ortaya konan bu eserin.