Son altı yıldır; her an, neredeyse, kalp atışlarıma denk gelen bir biçimde, anımsamaktan yorulmadım…
Ama korkuyorum. Unutamamaktan korktuğum kadar; unutmaktan da…
Evet: Yorulmadım…
Aslında bu kelime yeterli mi? Neyi anlatır?
Ne kadar güzel gülerdi örneğin; yorgun argın ona bakardım ve: “Zihnim titreyen bir muhallebi gibi” derdim… Korkunç bir güzellikle gülerdi…
Onu o kadar önemserdim ki; geleceğim dediği zamandan bir kaç dakika geç gelse, ben yarı ölü durumda olurdum…
Hayatım boyunca hiçbirşeyden; onun bir daha gelmemesi kadar korkmadım…
Ve altı yıldır onu görmüyorum ve görmeyi de düşünmüyorum. Düşünemiyorum demek daha doğru…
Ya hayat?
Peki bunu niye yapıyorum şimdi, sayısız insanın göreceği, bazılarının okuyacağı, ve hatta bazılarının anlayacağı bu kaygıyı ya da adı her neyse; harfler aracılığıyla, ışıklı bir cama yazıyorum ve sonra ‘Yolla’ yapacağım…
Harflerin macerası başlayacak…
Eğer becerebilirsem; bunu hep yapacağım ve belki, daha az ve ya da daha çok acı çekeceğim…
Sanki birilerine yaralarımı göstermişim gibi, ortalıkta tuhaf bir durum…
Babam öldüğünde öyle sanmıştım; 17 yaşımda; 20 yıl geçmiş ama dün gibi… Herkes beni gösterip ‘babası ölmüş’ diyordu sanki… Dünyanın algısı farklılaşmıştı…
Eve geldiğimde o olmayacaktı ve sonra bir daha hiç o olmadı evde…
Ama yine de; sevgilimin, artık bir daha gelmeyeceği gün daha korkunçtu; evet işte biraz da sorun bu; babamın ölümünden ve yokluğundan da acıydı bu ve hala öyle…
Babamın yüzünü anımsamıyorum; çok zaman oldu ve neredeyse hiç düşünmüyorum ya da düşündüğümde acı çekmiyorum…
Ya o?
Altı yıl süren gerçek bir ilişkinin acısı; altı yıl sonra da ilk günkü kadar sahici duruyorsa…
Sanırım mutlu olmalıyım: Acı çektiğim için değil…
Acı çekmeye değecek bir aşk yaşayabildiğim için…
yorumlar
sana bu yollar.. (güzel olmuş, anlamında)
Bilardo oynarken eskiden, güzel hareket yapıldığında iki defa seri bir şekilde parmak şıklatılırdı… paga’ya iki defa parmak şıklatıyorum…
6 senelik bi aşkın acısının geçmesi için bi 6 sene daha beklersin ama yanık izi nası geçmez kalırsa bu aşk acısı da geçmez,mutlaka hatırlatan her anda karnına bi ağrı sokmayı başarır.
“güzel kalan yaralar vardır. sen de benim ancak izi belli olan, zaman zaman yanlış bir dokunuş ya da mevsimsiz bir yağmurla sızlayan ama hep güzel kalan yaramsın” (kürşat başar, sen olsaydın yapmazdım biliyorum)
valla bunu okuduktan sonra,kucak dolusu papatya’lar almayı akıl edemedigim sevgilim geldi aklıma…keşke şimdi öyle birisi olsada ona gönül dolusu çiçekler versem.kafayı böyle şeylere yorsam.
”Son pişmanlık neyeee yararr
herşeyin bedeli var
burayaa kaadaarr”
müslüm gürses yorumu değil mi? süper. alkollüyken denk gelirsem ortam mortam tanımam bağıra çağıra şarkıya eşlik ederim.
ama bağırmamak lazım, yani ben ne çalarsa çalsın hiç bi ortamda yüksek sesle eşlik etmem, isterse Hendrix’in LA Forum konserindeki Machine Gun yorumu çalsın bağırmam valla. Efendi olmak lazım.
ne yapalım..
altı yıl sonra da bitiyo işte… unutmak zaten yanlış olan… güzel olanları akılda tutmalı, akla geldiğinde onlar hatırlarsın… kin gütmemeli derim ben altı yıl birlikte olduğun insana… bazen çok klasik olan şu hayat devam ediyor lafının ne kadar da mühim bi laf olduğu bu gibi durumlarda ortaya çıkıyo hep…
giden ve kalan… gidişin sebebinin, olası tüm sebepler arasında en haklı sebep oluşu bişiy değiştirir mi? veya gitmek olmasa bile…kalbi acıtan şeylerin haklı oluşları, ne derece laf dinletebilir ki, üzerindeki incecik kılcal damarların her bir zerresinin acısı hissedebilir hale gelmiş bir kalbe?Kalp diyince anneannemin mutfak tezgahı üzerinde temzilediği o garip sakatat geliyor aklıma. ve işte o garip şeyden aslında her birimizde var… ve o garip şey yüzünden ve o garip şey üzerine yaşamak! bendeki o garip şey fazla ortada galiba, her gören eline bıçağı alıp, aslında çocukların sevimli yaramazlığına özgü “üzerine bir çizik atsam?” sorusuyla… ….. ………….
eğer yaşıyorsan ellerine sağlık diyecektim de…