Bir tam günü Emirgan’a ayırıp içine kültür, tarih, müzik dahil etmeden olmazdı. Ben de, Sakıp Sabancı Müzesi’nde yeni açılan “Efsane İstanbul” sergisine gitmek için o günü uygun buldum. Hatta serginin açılışına da katıldığım halde, özellikle içime sindirerek gezebilmek amacıyla, o akşam sergiyi gezmemiş daha dingin, daha kendi başıma gezmek istemiştim.Sergi hakkındaki ilk duyumlarım çok olumluydu. Herkes çok beğenmişti. Ama okul hayatımız boyunca aldığımız eğitimde İstanbul tarihi Geç Bizans ve Osmanlı dönemini içerdiğinden bunlardan oluşan bir sergi benim ihtiyaçlarımı karşılamayacak ve çok büyük ihtimalle ben diğerleri kadar mutlu ayrılmayacaktım sergiden. Ciddi bir önyargıyla sergiyi gezmeye başladım.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamındaki sergiden İstanbul’un 8000 yıllık tarihinden örnekler sergileniyor. Serginin girişindeki açıklamaları okuyunca İstanbul’a bakışım değişti. Neanderthal adamın göçünden başlayıp, ilk çağlarda İstanbul’daki yerleşmeyi görünce inanamadım. Marmaray kazıları sırasında ortaya çıkan bu eserlerden sergilenenleri görünce nasıl bir tarihin üzerinde yaşadığımız anlıyor insan. İstanbul’da Neolitik dönemdeki yerleşimin Dudullu, İçerenköy, Fikirtepe, Pendik ve Tuzla’da olması, buralarda yeterli incelemelerin yapılması durumunda daha ne eserlerin ortaya çıkacağı konusunda fikir veriyor. Yalnızca değerini bilemediğimizden yakın dönemde yurt dışına kaçırılan eserler değil de Haçlı Savaşları sırasında yağmalanarak götürülen eserleri de görünce ne büyük bir kaybımız olduğunu, en azından kalan ve hiç farkında olmadan üzerinde oturduğumuz eserlerin hakkını verebilmeyi umarak gezdim sergiyi.İmparator Bizas’ın şehri kuruşu konusunda bildiğimiz körler ülkesinin karşısındaki yerleşim hikayesi haritalar ve o döneme ait eserlerle daha anlamlı hale geliyor. Roma İmparatorluğu’nu Akdeniz’in güneyinde geliştiren Septimius Severus‘un bugünün değerleriyle yakışıklı büstünü görmek heyecan vericiydi.Yine eğitimimde eksik kalan konulardan biri, Bizans kentinin bayrağıymış. Hilal ve yıldız içeren bir bayrağın İstanbul’da kullanılması beni oldukça şaşırtan bir bilgi oldu. Sonrasında araştırdığımda gerçekten batılı kaynaklarda özellikle Hristiyanlığın kabulünden sonra Konstantin’in Meryem Ana’ya ithafen şehrin bayrağına yıldızı eklettiği yazıyor. Böylece hilal ve yıldız İstanbul şehrinin bayrağında çoook uzun zamandan beri varlığını devam ettiriyor.Serginin eksikliklerimi tamamlayan bu bilgilerinden sonra bir de huzur alanı vardı. İstanbul’un kubbeleri başlığındaki alanda Yirmiden fazla, kilise, cami kubbesinin fotoğrafları vardı. Fotoğraflar değil de, alanın ortasına yapılmış olan kubbe ve o kubbeye yansıtılan fotoğraflar, altındaki oturma yerlerine kurulup fonda çalan missa olduğunu düşündüğüm müzik eşliğinde kubbenin altında kendinizden geçmenizi sağlayan bu ortam çok huzurlu geldi. Kubbeye yansıtılan fotoğraflara çok ağır dönen, çekilen veya genişleyen bir etki verilmişti. Böylelikle müziğin etkisiyle kendinizden geçmiş halüsinatif bir ruh haline bürünmüş gibi oluyorsunuz. Adeta bir ayinin ortasında kendinizden geçiş anı…. (Daha önce hiç öyle bir şey yaşamadım aslında, ama olsa olsa böyle tanımlanır diye düşündüm). Sırf bu alan için bile, serginin kalabalık olmadığı bir zaman seçilerek, orada o dinginliği yaşamak adına sergiye gitmeye değer.Osmanlı dönemi eserleri, tarih derslerinde bize bolca belletildiğinden çok da ilgimi çekmedi galiba. Oldukça hızlı geçtim. Bir eser dışında…. Fatih Sultan Mehmet’in Bellini’ye kendi el yazısıyla Latin harfleri ve Latince olarak yazdığı mektup. Bu da kafamdaki Fatih imajını güçlendiren bir şey oldu. Ünlü Ortadoğu Uzmanı Bernard Lewis‘in Ortadoğu ve İslam tarihi ile ilgili kitaplarını severek, ilgi duyarak okumuştum. Özellikle What Went Wrong adlı kitabı, Osmanlı ve İslam tarihine daha objektif bakmamı sağlamıştı. Kitaplarında özellikle vurguladığı konu, Osmanlı o kadar güçleniyor, o kadar büyüyüyor ve bu güç o kadar gözlerini kapatıyor ki, çevredeki krallıkları vilayet olarak, kral ve imparatorları ise bey olarak tanımlıyorlar. Örneğin İngiltere için İngiliz vilayeti ifadesini kullanıyorlar. Bu güçten başı dönmüşlük nedeniyle de asla yabancı dil öğrenmiyorlar, kendilerine gelecek elçi veya beylerin Osmanlıca bilmesini şart koşuyorlar. Osmanlı’nın o günkü büyüklüğü göz önüne alınırsa bunlar gayet de makul gelmişti. O nedenle, Fatih’in el yazısıyla Latince yazılmış mektubunu görmek oldukça etkiledi beni. Osmanlı’yı büyüten zihniyet ile duraklamaya götüren zihniyet arasındaki ciddi farkı görmemi sağladı.Sergi genel hatlarıyla güzeldi. Beni oldukça etkiledi. Kafam rahat, başka bir yere yetişme endişesi olmadan gezmiş olmamın da etkisi vardır mutlaka. Ama bitiş anı kötü geldi. Sergi II. Mahmut’la bitti. “Hayır bitmiş olamaz, kesin bir yerleri atladım” diye tekrar takrar dolaştım. Ama bulamadım. Görevliye sordum. Bitti mi diye. Evet cevabını alınca çıkışa yöneldim. Neyse çıkışta Atatürk ve cumhuriyet dönemi İstanbul’dan bahseden fotoğraf gösterisi vardı. Bana biraz zayıf geldi ama II. Mahmut’la bittiğini düşündükten sonra buna da şükredip fotoğrafları seyre koyuldum.Öyle çok fazla zaman ayırmanıza gerek yok. Ben haftaya doğum yapacak birisi olarak bir buçuk saatte gezdim. Çok daha hızlı tamamlayabileceğinizi düşünürüm. Ama sizde de çok güzel duygular bırakacaktır. Özellikle de ortaokul-lise çağında çocuğunuz varsa birlikte gidin. Gidin ki yaşadığınız şehrin tarihini, kültürünü kısacası değerini bir daha hatırlayın.